Kadim Avrasyacılığın küllerinden diriltilip geliştirilen Yeni Avrasyacılık projesinin bir daha kurtulamayacağı şekilde içine saplandığı iki farklı bataklıktan bahsedeceğim bu yazımda.
Birincisi; Yeni Avrasyacılık projesinin mimarı Aleksander Dugin'in İran ekseniyle buluşma pahasına kendi tezlerini fırlatıp savurduğu Esed bataklığıdır.
Bu bataklık “zulüm” adına değerlendirilebi
İkincisi; Rusya'nın “Berlin” jeopolitik eksenine biraz da olsa yaklaşmak ve sınırlarına dayanan NATO paktına meydan okumak pahasına saplandığı Ukrayna bataklığıdır.
Ukrayna hamlesi, Almanya ve Rusya'yı birbirine yakınlaştırmak için etkili bir hamle olarak düşünülmüş olsa da, sonuçları itibariyle bu hamle, Rusya'nın önderliğindeki bir birlikle buluşmak için hiç kimseyi asla ikna edemeyecektir bundan sonra.
Dugin'in taktikleriyle gerçekleştirilen bu hamle, beklenenin aksine bütün adalet ilkelerini incitmiş, Rusya ile birlikte hareket etmeyi bir anlık da olsa düşünen ülkeleri daha adil başka güvenilir bir liman aramaya sevk etmiştir.
Bu arada Dugin tarafından adlandırıldığı şekliyle “Çok Büyük Oyunun” sobeleneni kaçınılmaz bir şekilde Yeni Avrasyacılık projesi olacaktır.
O halde anlaşılıyor ki gerçek adalet ihtiyacı, Dugin'in ve onun gibi tecrübeli ideologların dikkatlerinden nasıl olduysa kaçan çok önemli bir noktadır.
Bu nokta, bütün coğrafi eksenlerin ya da maddi çıkar alanlarının ötesinde insanları yakından ilgilendiren ve onları yeni birlikteliklere ikna edebilecek yegane noktadır aslında.
Kabil'in karşısındaki Hâbiller de, Nemrud'un karşısındaki İbrâhimler de, Firavun'un karşısındaki Musalar da “adaleti” yeryüzünde hâkim kılmak için mücadele etmişlerdir öncelikle.
İnsanların gerçek adalete olan fıtri ihtiyaçlarını tatmin edemeyen bütün ideolojiler, bütün medeniyetler ve bütün beşeri sistemler çökmeye mahkûmdur.
Dugin'in dünyayı devam ededuran bir “çatışma” içinde gören-gösteren düalist bakış açısı, muhtemelen materyalizm ya da Darwinizm gibi felsefelerin derin etkisinden kaynaklanıyor.
Dünyayı kara ve denizin mücadele sahası olarak gösteren Dugin, bu “çatışmacı” ve “düalist” bakış açısını Atlantikçilik-Av
Çünkü ancak böyle bir zıtlık kurguladığında Rusya'nın bu zıtlığın diğer tarafı olacağı ve ancak bu şekilde iki kutuplu bir küresel çatışmadan bahsedebileceğin
Halbuki bize göre jeopolitik, bütün insanlığı, insanın fıtratına uygun olan evrensel fıtrat medeniyetiyle buluşturmanın yollarını arayan ilimdir.
Medeniyetimizin mücadele için gireceği rakipleri ülkeler arasından değil de değerler arasından seçerek, Dugin, Huntington benzeri düşünürlerden çok farklı ama bir o kadar da çok barışçı bir yola girmiş oluyoruz.
Evet ille de bir zıtlık arıyorsak, “zulüm” kavramıyla ile ilgili bütün olumsuz değerler bizim zıt kutbumuz olacaktır. İlle de çatışma içine gireceksek, “yanlış ve kötü” her neredeyse onunla çatışma içine gireceğiz.
Biz çok iyi biliyoruz ki, odağını değerlerden uzaklaştırıp menfaatlere odaklanan çatışmacı küresel politikalar, insanlık için hiçbir hayır getirmedi bugüne kadar ve bundan sonra da hiçbir güzellik getirmeyecek.
Ancak şimdi açıkça müşahede etmekteyiz ki, Çin, Japonya, Hindistan gibi yeni güç merkezleri kendilerini bize yavaş yavaş hissettirmektedi
Yine internet ve iletişimin ilerlemesiyle birlikte dünya başlangıçtaki haline, yani tek kıta halinde olduğu Pangea günlerine en azından zihinsel algı boyutunda yeniden dönmüş gözükmektedir.
Facebook, Whatsap ya da Twitter gibi araçları kullanarak dünyanın en uzak bölgesindeki arkadaşlarıyla her boyutta iletişime geçebilen insan, artık yerel bir insan değil, sınırlardan azade küresel bir insandır.
İnsanların güzel dünyamızı ortak bir şekilde kullandığı, yani ilk gün olduğu gibi yeniden tek bir ümmet olduğu o başlangıç günlerine geri gittiğimizde, orada çatışmayı değil birliği ve beraberliği görmekte değil miyiz?
O halde çatışma başlangıç anında değil, sonradan ortaya çıkmıştır ve “menfaat için mücadele” kavramı hem dünyanın hem de insanlık mahiyetinin cevheri değil ârizi bir vasfıdır.
Big Bang teorisi göstermektedir ki, kozmik başlangıcın ilk anlarında çatışma ve zıtlık yoktur; sadece ve sadece mutlak birlik hali vardır. Zıtlıklar sonradan oluşmuştur. Anlaşılıyor ki, bütün evren de teklikten çıkmıştır ve nihayetinde yine tekliği doğuracaktır.
Kendi siyasi modelini kadim Ortodoks Hıristiyanlık geleneğiyle temellendiren Dugin'in böyle bir evrensel birliğin ayak seslerini fark edemeyişi teslis akidesiyle tanımlanabilir mi bilemem ama bu çatışmacı düşüncenin evreni kuşatan birlik ruhundan kesin bir kopuşu ifade ettiği çok açıktır.
Hepimiz açıkça görüyoruz ki, bu yaşadığımız dönem bir tek ata tohumdan filizlenen insanlığın teknolojik, sosyal, bilimsel, felsefi, ekonomik vb. açılardan olgunlaştığı bir meyve dönemdir.
Tohumdaki mahiyet meyvede de vardır ve meyve ancak o ilk anı, asıl olanı yani “birlik” anı olan “tohumu” doğuracaktır yine.
İşte Dugin gibi stratejistlerin görmezden geldiği bu birlik noktası, bu Pangea hali, bu vahdet coşkunluğu; internetiyle, medyasıyla, küresel birlik oluşumlarıyla, hâsılı yerelliklerimizd
ABD'li jeo-politik uzmanı George Friedman ise, görece ihtiyatlı bir dil kullanmakla beraber ABD için olabilecek en iyimser gelecek senaryolarını kurguladığı “Gelecek 100 Yıl” (The Next 100 Years) adlı eserinde 2040'lı yıllardan itibaren küresel bir güç haline gelecek Türkiye gerçeğini itiraf etmek zorunda kalıyor.
Ancak o da pek çok farklı kutbun çatıştığı bir dünya saplantısından kurtulamıyor. Belki de sırf bu yüzden 2050 yılında dünyanın yeni küresel güçleri olacak olan Türkiye, Japonya ve ABD arasında bir küresel savaşın gerçekleşeceği öngörüsünde bulunuyor.
Ancak Friedman yine de Türkiye'nin “küresel bir güç” olmaya dönük doğal tekâmülünü görmezden gelemiyor; Dugin'in de bu gerçeği açıkça anlamış olması gibi…
Belki de tam da bu noktada Yeni Avrasyacılık ülküsünün öncelikle Türkiye'nin önünü kesme arayışı olduğu konusunda şüphelenmemizin haklı gerekçeleri de ortaya çıkıyor.
Friedman, Türkiye'nin vakıadaki bu yükselişini ABD hesabına kârlı gelişmeler doğuracak bir perspektifle kurgularken, Dugin haklı olarak kendi kadim imparatorluğunun yeniden dirilip egemen olacağı bir dünya hayaliyle bu küresel stratejileri geliştiriyor.
Fakat iki düşünürün de fark edemedikleri en önemli nokta şudur ki, Türkiye öncülüğünde inşa edilecek Balasafa Birliği'nin gerçekleştirmek istediği ulvi amaçlara ne Avrasya Birliği, ne de Atlantik Paktı asla ulaşamaz.
Çünkü iki farklı dünyaya ait bütün bu gelecek kurgularının çıkış noktası öncelikle “menfaattir” ve menfaati elde etmenin en birinci yolu elbette ki çatışmaktır, kavga etmektir.
İki farklı bakış açısı da, Huntington'un “medeniyetler çatışması” tezini destekleyen, çatışma halindeki kavgacı bir dünyayı kurguluyor bizler için.
Dugin'in dilinde çokça rastladığımız “zıtlık” kavramına Friedman'da da rastlıyoruz ve aslında biyolojisinden meta-fizik yapısına varıncaya kadar kökendaş olan insan gerçekliğini, izafi ve vehmi sınırlarla birbirine zıt göstermeye çalışıyor Friedman da.
Mesela, Japonya ve Türkiye'den bahsederken, “Asya kıtasının iki zıt ucu” etiketini bu ülkelere yapıştırıveriyor hemen.
Dugin gibi geleceği menfaat perspektifinden kurgulayan Friedman'a göre, “yüzyılın sonlarında Türkiye'nin etkisi Rusya ve Balkanlardan geçerek Polonya ve Doğu Avrupa ittifakının geri kalanı ile çarpışacak.”
Belki de böylesine ayrışmacı, böylesine merhametsiz ve böylesine kıyametçi bir gelecek kurguladıkları için uzay araştırmalarına bu denli önem veriyorlardır bu ülkeler.
Çünkü bu iki jeo-politik kurgunun gerçekleşme ihtimali, böyle çatışmacı bir dünyayı öngören herkesi telaşlandırmakta ve kaygılandırmakta
Bu nedenle bütün o küresel güçler, hem dünyanın “kendi elleriyle yapıp ettiklerinden dolayı” yok oluşundan kaçmak hem de sömürecekleri başka zengin dünyalar aramak için yollara koyulmayı planlıyorlar başka bahaneler öne sürerek.
Yeni Avrasyacılık da, Atlantikçilik de aslında temelde “güçlü” olanın menfaat elde etmesi ya da menfaatlerini koruması tezi üzerine inşa edilmiş siyasi projelerdir.
Avrasyacılık öncelikle Rusya'nın menfaatlerini korumayı hedeflerken, Atlantikçilik ise evvel emirde ABD ve İngiltere'nin, ardından Avrupa'nın menfaatlerini korumayı hedefliyor.
Menfaatler söz konusu olduğunda Suriye'de katledilen yüz binlerin, Gazze ve Filistin'de öldürülen on binlerin, Kırım Tatarlarının isteklerinin ya da Irak'ta katledilen milyonların hiçbir önemi kalmıyor maalesef.
Yeni Avrasyacıların yönlendirmelerin
Hem Avrasyacılara hem de Atlantikçilere göre gelecekte küresel bir güç merkezi olacağı kesin olan Türkiye, dünyayı küresel bir çatışma agorasına dönüştürecek “menfaat” girdabına düşmemelidir hiçbir zaman.
Türkiye kendi küresel menfaatlerinin değil, dünya üzerinde hakkını arayan bütün ezilmiş, yoksullaştırılmı
Demem o ki Türkiye, günümüzün güçlü ülkelerinin yuvarlandıkları menfaat ve zulüm gayyasına asla yuvarlanmamalı ve gerçek adalet yolunda durmadan ilerlemeli.