İranlı yönetmen Mecid Mecîdî'nin filmi olan "Hz. Muhammed: Allah'ın elçisi", akîdevî, kültürel ve siyasî sonuçları bakımından çok tehlikeli büyük bir oluşumun kilometre taşlarından biri olduğunu ifade eden Kaplan, "Hz. Peygamber'in bir trilojiden oluşan bu filmden itibaren yavaş yavaş bir oyuncu tarafından canlandırılması akîdevî açıdan Hz. Peygamber'in konumunu sarsmayı, zamanla Hz. Peygamberi devre dışı bırakmayı hedefleyen hem İslâm'ı protestanlaştırma hem de Ehl-i Sünnet omurgayı çökertme projesinin bir parçası" olduğunu iddia etti.
İşte Yusuf Kaplan'ın bugünkü yazısından ilgili bölüm:
ÜÇ TEHLİKELİ ORYANTALİST PROJE
Oryantalistlerin İslâm dünyasında uygulanmak üzere son iki yüzyılda geliştirdikleri üç tehlikeli proje var:
1-Osmanlı'yı unutturmak
2-İslâm düşüncesinin Gazâli'yle bittiği masalını yaymak
3-Hz. Peygamber'in (sav) konumunu sarsmak.
Bu üçünün de buluştuğu çok önemli bir nokta var: Üçü de kurucu. Gazâlî, yaklaşmakta olan birinci medeniyet krizini göğüsleyecek ve püskürtecek Ehl-i Sünnet omurgayı muhkemleştirecek üç büyük sütun dikti: Akîdevî, fikrî ve siyasî üç muhkem sütun. Gazâlî'nin diktiği bu üç sütun, Selçuklu ve Eyyûbîlerin çabalarıyla Ehl-i Sünnet omurganın mayasını kardı; Osmanlı'nın çabalarıyla Ehl-i Sünnet omurgayı muhkemleştirecek muazzam bir ruha dönüştürüldü. Bin yıl İslâm dünyası bu nedenle bütün saldırıları püskürttü; İslâm dünyasını sarsılmaz bir şekilde bin yıl diri tuttu, ayakta tuttu. Oryantalistler, bu projenin ilk ikisini başardılar. Osmanlı'yı unutturdular; Gazâlî gibi kurucu bir öncü'ye, çok büyük bir darbe vurdular.
HZ. PEYGAMBER'İN KONUMUNU SARSMAK İSTİYORLAR!
Son çeyrek asırdır, üçüncü projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar adım adım. Batılılar, Hz. Peygamber'i (sav) devre dışı bırakmayı başardıklarında dinin kısa devre yapacağını kendi protestanIık tarihlerinden çok iyi biliyorlar. O yüzden Hz. Peygamber'in konumunu sarsmaya, bunun için de akîdeyi, mezhepleri ve hadisleri tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Ama Müslümanlar burada zokayı yutmaya çoktan teşne durumdalar, ne yazık ki. Sonra, sıra Kur'ân'a gelecek. Bu nedenle, peygamberimize saldırıyorlar. İslâm'ın tarihte karşılaştığı en büyük saldırı bu! O yüzden Mecîdî'nin filmi gibi tehlikeli projelere karşı müteyakkız olmak zorundayız.
VAHY'İN EFENDİMİZ'DE HAYAT BULMASI, HAYAT OLMASI VE HAYAT SUNMASI
Peygamberimiz, İslâm'ı, Kur'ân'ın bütün insanlığa, bütün âlemlere, hayatın her alanına hitabeden (ama) bütünlüklü söylemini, bizzat hayata aktaran, nasıl aktarılabileceği konusunda fiilen örneklik eden, kılavuzluk yapan bir insan ve bir peygamber. Peygamberimiz'in, peygamber olduktan sonraki “kişisel tarihi”, İslâm'ın anlam ve sembol haritalarının, kök-paradigmalarının, anlamlandırma pratiklerinin değişik zamanlarda ve mekanlarda nasıl anlaşılıp, idrak edilip hayata aktarılabileceğini “gösteren” bir “zaman dilimi” olduğu için, İslâm'ın “özü, özeti''dir. İşte bu nokta, İslâm'ı, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılmış diğer muharref dinlerden, dünya görüşlerinden ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar'a dinamizm kazandıran, dinamizmlerini sürgit canlı kılan İslâm'ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayatî noktalarından biridir. Tam bu noktada, Müslümanlara düşen şey, insan ve elçi olarak Peygamberimiz'le, Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”yle özetlenen, örneklenen, İslâm'ın özüne, değişik zamanlarda ve mekanlarda bihakkın nüfûz ederek yeniden-hayata geçirmek ve yepyeni şekillerde hayatiyet kazandırmaktır. İslâm, aynı anda hem beşerî hem ilahî olanı; hem fizikseli, hem fizikötesini; hem burayı ve şimdiyi, hem de ''öte''yi aynı anda mezceden, kucaklayan, ihata eden bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışıdır. Bu hayat tasavvuru, en mükemmel şekilde Peygamberimiz tarafından hayata aklarılmıştır. Bu durum, bütün zamanlarda ve mekanlarda İslâm'ın insana, hayata, kâinâta ve bunlar arasındaki ilişkilere ilişkin olarak her zaman yepyeni şeyler söyleyebilecek bir dinamizme, bir duyarlığa sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli. Bu nedenledir ki, bu, İslam'ın, bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olarak, insanı da, hayatı da, toplumu da, kâinâtı da parçalamasını, parçalı olarak algılamasını, dolayısıyla bir Müslümanın hangi şartlar altında ve hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, ontolojik bir güvensizlik duygusu yaşamasını önler. Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, “din” ile dünya arasında münbit, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyayı, dünyayı tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamaz; öte yandan da bir Müslümanın tabiatı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşır.
DİNE, ZAMANLAR VE MEKÂNLAR ÜSTÜ ÖZELLİĞİNİ PEYGAMBER KAZANDIRIR
Peygambersiz, din anlaşılmaz. İyice anlaşılmaz hâle gelir. Peygamberi devre dışı bırakan bir dinin kısa devre yapması ve hayattan çekilmesi mukadderdir. Tarihe bakın göreceksiniz bu gerçeği. O yüzden Hz Peygamber'e saldırı konusunda çok müteyakkız olmak zorunda olduğumuz tehlikeli bir zaman diliminin eşiğinden geçiyoruz.
Yazının tamamı için tıklayınız