Dolar

32,5803

Euro

34,8429

Altın

2.418,57

Bist

9.645,02

Şair İsmet Özel: Esaret altındayız

'Şimdilik işimize geride bıraktığımız Türk düzeninin bir kiraz mevsimi olmadığını anlamakla başlayalım' diyen Şair ve yazar İsmet özel, 'Esaret altındayız. Tarihin bir safhasında biz Türklerin zihni esaret altına alındı' dedi.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-10-25 10:51:47

Şair İsmet Özel: Esaret altındayız

Şair ve yazar İsmet Özel'in, 'istiklalmarsidernegi.org.tr'de yayımlanan, "Türklerin devri kiraz mevsimi gibi değildir" başlıklı yazısı şöyle:

Esaret altındayız. Tarihin bir safhasında biz Türklerin zihni esaret altına alındı. Bize Türklerin bir devleti (kendi Kur'an devletlerini) ayakta tutacak imkânları ellerinde tutamadığı fikrini telkin ettiler. Batı Medeniyeti Türkleri esir etmenin tek yolunun merkezi yönetimde söz sahibi olmağa dayandığını fark ettiği için Hıristiyan âlemi önce padişahı ele geçirdi ve böylece yeniçeriliği yok etmek sarayın payına düştü. Müstemlekecilik ticaret kapitalizminden sanayi kapitalizmine ulaşan ülkeleri Türklerin bir daha bellerini doğrultamayacağı hususunda ikna etti. İngiliz ve Fransız savaş gemileri 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeği başaramayınca yanıldıklarını anlar gibi oldular. Gerçekten bir şey anladılar mı? Yüz seneyi aşkın bir zamanda olup bitenler göz önüne alındığında bu çok zayıf bir ihtimal. Müstemlekecilere göre dünya Türk boğazlarından ibaret değildi. Türklerin başına Batılılara hatalarını yüzlerine vuran bir Türkün de geçmesine fırsat verilmedi. Nasıl Medine müdafii Fahrettin Paşa İstiklâl Harbi'ne dâhil edilmeyip Kabil'e sefir tayin edildiyse öyle. Dünya neden ibaretti peki Türk boğazlarından değilse? Marmara ve boğazlarını beynelmilel denetime terk eden bir Lozan Anlaşması imzalandı. Batı Medeniyetini sürükleyip götüren şeylerin ne olduğu bahsinde Batı Medeniyetini itekleyerek yaşar kılan kimseler arasında bir ortak kavrama alanı doğmadı. Niçin bu gerçekleşmedi? Bazı mücerret şeyler Batı Medeniyetini sürükleyip götürüyor ve bazı müşahhas kimseler aldıkları tedbirlerle Batı Medeniyetinin canını kurtarıyor.

Canı kurtarılacak bir Batı Medeniyeti hükmünü yürütüyor mu? İlk sualimiz böyledir. İkinci sualimiz medeniyetin mali bir hegemonya olarak üstümüzde olup olmadığıdır. Aynı cümle içinde hem hükmünü yürüten bir medeniyetten ve hem de aynı medeniyetin canının kurtarılmağa muhtaç oluşundan söz ediyoruz. Bir medeniyet halk üzerinde hükmünü yürütebiliyorsa o medeniyetin canı kurtarılacak bir zaafa düşmediği de söylenebilir. Bizans hâkimiyetine tebaanın yükünü hafifleterek son veren Türklerdi. Yani terazinin bir kefesinde adalet vardı. Diğer kefede Osmanlı hanedanının dolambaçlı soygunculuktan ele geçirdikleri yer alıyordu. Bu düzen öyle maharetle şekillendirilmişti ki Türk topraklarında merkezi otoriteyi tesir altına almadan yabancıların güç göstermesi imkânsız hale getirilmişti. Bizim takvimimiz gereği 93 Harbi dediğimiz 1877-78 Osmanlı-Rus çatışmasında kardeşin kardeşi vurmasını olağan ve giderek Batı Medeniyetinin sıhhati gereği nasıl yaptılarsa gerekli hale getirenler Robert College öğrencisi Bulgarlar ve Ermeniler oldu.

Gayrimüslimlerin ellerini kollarını sallaya sallaya yaşıyor ve bu tavırlarından gelir elde ediyor olmalarına engel olan bir Türk düzeni vardı. Hakkaniyete riayet etmek Türk düzenine intibak etmeğe yetiyordu. Daha sarih ve sarsılmaz bir ifadeyle Türkler Türklüklerini hakkaniyete sadakatle ölçüyorlardı. Beynelmilel güreş yarışmalarına giren Türkün “Her mindere çıkışımda arkamda Türk milletini hissederim” diyen bir siyahi olduğunu ve ilk Türk pilotunun da siyahi olduğunu akılda tutalım. Buna Cumhuriyet inkılaplarının ilk müdafilerinin gayri-Müslimler olduğunu da ekleyebiliriz. Gaza esasının Avrupa'yı İslâm'la tanıştırmağa Endülüs'ten daha musır bir vesile olduğunu da akıldan çıkarmayalım. Diyar-ı Rûm'un İslâm diyarı haline gelişi bir savaş hikâyesi değildir. Altı yüz yıl süren Osmanlı yönetimi Tımar sistemi sebebiyle toprakta özel mülkiyeti imkânsız kıldı. Henüz oluşmağa başlayan Bizans feodalitesini yıkmakla kalmadı, köyden köye giden araba yollarını battal etti. Türk dünyasında at ve deve üzerinde taşınma esas alındı. Türklerin Kur'an ve Sünnete yakınlığı asayişin polis ve candarma üzerinden teminini imkânsızlaştırdı. Müslüman Türklerin devleti İslâm'a hizmet ediyor bilmeleri yüzünden birçok haksızlığa göz yumuldu, birçok acı sineye çekildi. “Sosyal Medya” diye bir şey bilmiyor idiysek de köy odalarında misafirlerin iğneden ipliğe soru yağmuruna uğratılmaları sebebiyle Avrupa'nın en uyanık, diyelim ki, köylerinden çıkmaksızın dünyanın seyrinden haberdar köylülerine biz Türkler sahiptik.

Meselenin bir mali hâkimiyet meselesi oluşu bizi bizim bir millet olarak kapitalizmin neresinde yer aldığımızı bilmeğe zorluyor. Belki birçok şeyi, ama 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşmasını gözden uzak tutup bugünkü halimizi izah edemeyiz. Dokuma tezgâhlarına son verilmesi başlayan bir sanayi hareketinin uzantısı değildi. Yıkılan bir Türk düzeni söz konusuydu. Osmanlı Devletinin en güçlü çağlarında bile fethettiği toprakların bir kısmını bile müstemlekesi olarak görmeyişinin cezasını çektik. Övünülecek tarafımız güçlüyken müstemlekeci olmayışımız değildir. Biz hiçbir dünya gücüne müstemleke olmayışımızla övünürüz. O halde yapılacak şeyin önce Dünya Sistemi planlarına intibak etmekle bir ilgisi olmadığını bilmek gerekiyor. Sistem'in boşluklarından istifadeye çalışmakta istikrar olmadığı da gözler önünde. Şimdilik işimize geride bıraktığımız Türk düzeninin bir kiraz mevsimi olmadığını anlamakla başlayalım.

İsmet Özel, 16 Rebiülevvel 1443 (22 Ekim 2021)

Kaynak: istiklalmarsidernegi.org.tr

Haber Ara