Dolar

42,8443

Euro

50,6521

Altın

6.170,37

Bist

11.410,89

Kentlinin doğası

4 Ay Önce Güncellendi

2025-09-01 13:03:51

Halil Yakut

Pencere önüne koyduğu saksıdaki kaktüs çiçeğinden bir orman hayal ediyor.

Kurulduğu balkonda gördüğü bir serçeyi çocuklarına göstererek safariye çıktığını zannediyor.

Doğa sözcüğünden oksijen üreten hayatı, “git nahıra, gel ahıra” sözüyle anlamlı bir duruşla zapt olmuş kalabalıklarüstü yalnızlık…

Sözde doğa hayranı, insan ve dost yoksulu, barınağı taş, çocuğuyla arkadaş insan popülasyonu, bizler yani kentliler, yani şeherliler.

Duvara çivilediğimiz bir tabloda gördüğümüz kadarıyla uzanabilmişiz ancak doğaya. Odalarımız, plastik çiçeklerle, görsel koku alma hazzına ulaşan bizleri kandıradursun baktığımızda, kent ise doğaya akışımızı engelleyen bir bent gibi karşımızda.

Öylesine yaşıyoruz, kentimizle kendimiz arasında sıkışmış ruhlarımız.

Kaç zamandır basmamıştır toprağa yalın ayaklarımız.

En son ne zaman mesela dalında koklarken bir çiçeği, dikeni batmıştır da Ahh! diye kanamışız. En son ne zaman sırılsıklam bir yağmur yemiş ve eve zor atılmışız.

Cep telefonlarında, derin ormanların sessizliğinde çırpınan kuş seslerine özlemin polifonik kayıtları…

Masaüstü duvarımızda, ya karlı bir yol ya da herhangi bir yerde günbatımı…

Ah biz kentliler; bir kuş sesinden mahrumuz, ancak saatlerden anlıyoruz günün neresinde olduğumuzu…

Kent bozkırı ve kurak ruhlarımız…

Bir orman yangını ertesi yahut bir fırtınadan arda kalan tabloyla resmedilmişiz.

Hangi kent, akşam işten çıktığımızda yoğun iş stresinden ritmi bozulan kalplerimize, paslı bir boruya dönmüş boğazımıza temiz bir nefes bağışlar, ‘yaşanılacak en güzel kent' diye söz düşürür kaldırımlarına…

Ve hangi doğa, insana yer vermemiştir bağrından.

Kentlerin göklerinde sayılı yıldızlar…

Mesela şairin dediği gibi:

“İki yıldızın arasına gerip bir hamak.

Kâinatın keyfini çıkarmak..”

Bir hamak kurma düşü için bile bazen iki yıldızı getiremiyoruz bir araya.

Ne doğumu görülür güneşin ne de batımı binalar arasında…

Bir sabah uyanılmaz mesela güneş tam vururken alnımızın ortasından… Ancak çevre binaların camlarından yansıyan kırılmalarla anlarız sabah olduğunu ya da işe gitmek için kurduğumuz alarmla.

Zerafetin korkusu olur, yani çiçeklerin açmasını duyuyorum inceden çatlayarak.

Bir karanfil ıkınıyor mesela betonları delerek. Çiçekler beyazı süslüyor rengarenk. Dalları uzamıyor kesilecek diye çıplak ağaçlar, bir papatyaya hapsedilmiş umutlar açıyor sendeleyerek, her pencere gürültüye açılıyor kırılgan ve titrek.

Çevrelemişiz elektrik telleri gibi birbirimizi, her an çarpacakmışız gibi duruyoruz kaldırımlarda bir diğerimizi.

Yağmur bir can taşımaz mesela her damlasında, sadece sudur göklerden devrilen, anlamı yoktur ne getirdiği geldiği yerden anlamayana…

Sağanak bir yağmur ertesi, kentlerde duyulmaz kokusu toprağın, en keskin burunda bile…

Asfalt terlemiş bir yılan gibi kayar ayaklarımızdan, duyduğumuz egzos kokusudur motorlu taşıtların ardından, ne varsa kente ait öksürüyoruz bağrımızdan.

Kentlinin doğası, insan ömrünün açık cezaevi yani.

Kent; doğası tuğla tuğla örülmüş sıvalı doğa çakması.

Tüm Yazıları

SON VİDEO HABER

Hawaii'deki Kilauea Yanardağı 425 metre yüksekliğe lav püskürttü

Haber Ara