Dolar

34,8783

Euro

36,7749

Altın

3.045,23

Bist

10.144,62

Hayır, Channel 4: İslam, IŞİD’in eylemlerinden sorumlu değil!

Peter Oborne, Middle East Eye’da yayınlanan son makalesinde, Tom Holland’ın Channel 4’te yayınladığı IŞİD belgeselini eleştirirken, örgütün doktrinlerinin İslam’la bağdaşmadığını belirtti. TIMETURK, Peter Oborne’nin makalesini Türk okuruyla buluşturuyor:

8 Yıl Önce Güncellendi

2017-07-27 15:58:27

Hayır, Channel 4: İslam, IŞİD’in eylemlerinden sorumlu değil!

TIMETURK | ÇEVİRİ

Birçok tarihçinin aksine, Tom Holland geçmişi günümüze en iyi şekilde aktaran tarihçilerden. Bu nedenle kendisi adeta bir ulusal hazine. Ancak IŞİD hakkındaki son belgeseli (IŞİD: Vahşetin Kökenleri) beni oldukça şaşırttı.

Belgeselde IŞİD'in aşırılığı ve vahşeti birçok açıdan İslam'ın ilkelerinin tezahürü olarak gösteriliyor. Örneğin Holland, 1453 yılında Konstantinopolis'i ele geçiren Osmanlı ordusunun IŞİD'in öncüsü olduğunu ileri sürüyor. Bu yolla Sünni İslam'ın özgün kurumu olan Hilafet'i IŞİD'le ilişkilendiriyor. Ayrıca Kur'an ayetlerinden örnekler vererek, IŞİD'in şiddet eylemlerinin doğrudan İslam'ın kutsal kitabından esinlendiğini söylüyor. 21. yüzyılın en ağır şiddet eylemlerine imza atan bu örgütün yapısını açıklamak için tüm Müslümanların gelmiş geçmiş en büyük insan olarak kabul ettiği Peygamber Muhammed'i kullanıyor.

Tom Holland:
tomholland

İSLAM REFORM YAPMAK ZORUNDA MI?

Holland, ayetleri ve Peygamber hakkında anlatılanları kıyaslayarak “Patlamak için bekleyen mayınlar, el yapımı patlayıcılar belki de yüzyıllardır orada yatıyor, sonra bazı şeyler onları tetikliyor ve daha sonra karşınıza bu çıkıyor.” diye de ekliyor. Bu argümanlar çerçevesinde, Holland zımni olarak İslam'ın kendi içerisinde bir reform yapmak zorunda olduğunu belirtiyor.

İslam ve liberal Batı medeniyetinin bir arada var olamayacağını iddia eden birçok farklı tez; İngiliz Savunma Ligi, Donald Trump'ın danışmanları, yeni muhafazakâr politika enstitüleri ve Avrupa'nın aşırı sağ partileri tarafından sık sık dillendiriliyor.

Ancak görünüşe bakılırsa şimdi bu tarz bir tezi, üzerinde oldukça para harcandığı her halinden belli olan bir belgesel yoluyla, ülkenin saygın kanallarından Channel 4 TV savunuyor. Bu nedenle, “IŞİD: Vahşetin Kökenleri” adlı belgeseldeki iddialara kuşkuyla yaklaşan bir analiz yazmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

(Belgesel 17 Mayıs'ta Channel 4'te yayınlandı. Bu makaleyi geç yayınlama sebebim genel seçim döneminde Londra ve Manchester'daki katliamlar ve daha sonra Finsbury Park Cami'sine yapılan saldırı oldu. Bahsi geçen dönemde böyle bir konuyu tartışmanın duyarsızlık olacağını düşündüm ve makaleyi yayınlamak için bir süre bekledim.)

IŞİD'İN BAASÇI KÖKENLERİ

Holland'a senelerdir hayranlık besleyen birisiyim. Fakat belgeselindeki argümanlar entelektüel açıdan oldukça aldatıcı ve yanlış. Savunduğu teze uygun bilgileri sunamamış ve daha da kötüsü birçok gerçeği çarpıtmış.
Birinci sorun şu: Holland, IŞİD'in kökenlerini anlatırken iki önemli noktayı göz ardı ediyor. Örgütün kuruluşunu hızlandıran olay, 2003 Irak işgali ve ağır sonuçlarıydı. Saddam Hüseyin'in Baasçı ordusu Koalisyon tarafından dağıtıldı, ama savaşçıları ortadan kaybolmadı. İşini kaybeden birçok kişi ABD'ye ve Bağdat'taki yeni rejime düşman oldu. Bu savaşçılar Selefi cihatçı ve Irak El-Kaidesi lideri Ebu Musab ez-Zerkavi ile ittifak kurdu. Zerkavi 2006'daki bir hava saldırısında ABD tarafından öldürülse de, kurduğu kana susamış örgüt bugünkü IŞİD'e evrildi. Gelecekte örgütün liderlik kadrosunda yer alacak olan birçok kişi Ebu Gureyb ve Kamp Bukka'daki esir kamplarındaydı. Burada birbirleriyle etkileşimde oldular ve Orta Doğu'da birkaç yıl sonra nasıl toprak elde edeceklerine dair bir strateji oluşturdular. Tüm bunlar, neden IŞİD komutanlarının üçte birinin eski Baasçı olduğunu gayet iyi açıklıyor. Uzmanların aktardığına göre, Ebubekir El Bağdadi'nin iki ana komutanı Iyad al-Obaidi ve Ayad al-Jumaili, Saddam döneminde Irak ordusunda görevlilerdi. Komutanlar açısından bakıldığında IŞİD, eski gücünü geri kazanmayı amaçlayan Baasçı, seküler bir yeniden-doğuş projesi.

Irak işgalinin sembol kareleri:
20428109_10213512923447535_863550754_n

İNANÇ, AMACA ULAŞMAYI SAĞLAYAN ADIM

IŞİD hakkında önemli bir yazı kaleme almış olan, Der Spiegel dergisinden Christoph Reuter, “Örgütün eylemlerinde esas olarak dine bağlı hiçbir şey yok, ön planda stratejik planlama ve ilkesiz olduğu her halinden belli olan birtakım farklı ittifaklar var. İnanç, en ekstrem halinde bile, sadece amaçlarına ulaşmalarını sağlayan bir adım. IŞİD'in tek ve değişmeyen hedefi, bedeli ne olursa olsun gücünü yaymak” diyor. Ancak Tom Holland'ın IŞİD anlatısında örgütün Baasçı kökenlerine dair hiçbir bilgi verilmiyor.

Gözden kaçırılmış bir başka nokta da Suudi Arabistan ile alakalı. Eski MI6 görevlisi Alastair Crooke'un da belirttiği gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrası Suud Hanedanı ve Vahhabi hareketinin kurucusu Abdülvehhab arasındaki anlaşmayı bilmeden IŞİD'in hakkından gelmek mümkün değildir. Abdülvehhab'a göre Müslümanların ihtiyacı olan şey tevhidi ön plana çıkarmaktı, aksi her şey puta tapmaya eşdeğerdi. Ona göre, Müslümanların iki seçeneği vardı: Ya her türlü “putçu” davranıştan sakınmak, ya da ölüme razı olmak (İkincisi kişinin tüm mal varlığını kaybetmesi ve ailesini esir olarak vermesini de kapsıyordu). Vahabilerle o dönemin kabile şefi İbn-i Suud 1802 yılında bir ölüm ve yıkım seferi başlattı, Taif'ten sonra Kerbela'da katliamlar yapıp kutsal türbeleri yağmadılar. Sonunda Mekke ve Medine halkı da İbn-i Suud'un işgaline boyun eğdi. Abdülvehhab'ın en bilinen eseri olan Tevhid Kitabı, IŞİD'e katılanların temel kaynağı durumunda.

ÖLÜMCÜL KOMBİNASYON!

20464278_10213513156013349_1551741506_nBir başka Vehabi akımı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıktı, ancak sahnede bu kez bir Britanyalı vardı: Harry Saint John Philby. Philby o dönemde Necd kralı olan Abdülaziz'e müthiş bir hediye sundu: Osmanlıların ardından Arabistan'ın tamamının kralı olan ilk kişi olmayı. Vahabilik Abdülaziz'in elinde iyi bir araç olsa da, tam anlamıyla egemenliğini sağlamak için İngiliz desteği şarttı. Bu nedenle hareketi daha modern göstermeye çalıştı (Bu konuda özellikle Philby çok ısrarcıydı), ve kafa kesici ve türbe parçalayan ordusunu dizginledi. İkincisinde Britanya kendisine yardım etti ve Abdülaziz'in İhvan kardeşliğinin büyük kısmı 1929'da İngiliz uçaklarının ve makineli tüfeklerinin yardımıyla öldürüldü. Philby sonradan Vehabiliğe döndü ve Abdülaziz'in sarayında yer aldı. Batı yanlısı Suudi Arabistan hanedanı ile Vehabi köktenciliğin arasında derin bir çelişki olduğu açıktır. IŞİD'in asıl hedefi, Holland'ın belgeselinde iddia ettiği gibi, Batı değil. Aslında IŞİD, kısmen, yozlaşmış Suudi hanedanına karşı büyüyen Vehabi öfkesinin bir yansıması olarak anlaşılmalıdır.

Özetle, IŞİD eski Baas generallerinin ve kanlı Vehabi doktrinlerinin ölümcül bir kombinasyonu. Gelin görün ki belgeselde Baasçılık, Irak, Vehabilik ve Suudi Arabistan'ın bahsi geçmiyor. Bu ihmaller Holland'ın birçok konuda çelişkiye düşmesine sebep oluyor.

HRİSTİYANLIĞIN DEĞİL İSLAM'IN ALTIN ÇAĞI

Örneğin, Holland, Irak'ın kuzeyindeki Mar Mattai Manastırı'ndan güneydeki Musul'a doğru bakıyor. 1200 yıl önce bu bölgenin Hristiyanlığın kalbinin attığı yer olduğunu söylüyor. “O dönemde Hristiyanlar altın çağını yaşıyordu” derken, şimdi orada kalmış olan birkaç keşiş aşağıdaki iki Müslüman köyünden birine ayak basacak olsa anında öldürüleceğini ekliyor. “1500 yıldır ilk kez Musul'da ayin sesi duyulmuyor. Bunun sebebi, bir zamanlar Hristiyanlığın kalbinin attığı bu topraklarda artık IŞİD'in olması” diyerek cümlesini sonlandırıyor.

Bölgedeki Hristiyan nüfusun düşüşünü İslam ve Hristiyanlık arasındaki inançsal farklara bağlıyor. Belgeselin bahsetmediği nokta ise, “Hristiyanlığın kalbinin attığı yer'' olarak geçen toprakların 1200 yıl önce Müslümanlar tarafından yönetildiği gerçeğiydi! Hristiyanlığın refah içinde yaşadığı bu dönemde İslami bir yönetim vardı, yöneticiler IŞİD'in örnek aldığını iddia ettiği Abbasilerdi. (IŞİD'in kullandığı siyah sancak bir zamanlar Abbasi bayrağıydı.) Holland'ın Hristiyanlığın “altın çağı” dediği dönemde İslam'ın altın çağı yaşanıyordu.

42

Barış içinde bir arada yaşamanın her zaman kolay olmadığı bir gerçek. Selahaddin Eyyübi'nin fetihleriyle birçok keşiş 12. yüzyılda bölgeyi terk etmişti, ancak sonra manastır eski haline döndü. 13. yüzyıl sonunda manastırı büyük ölçüde yok edenlerse Moğollardı.

OSMANLILAR MANASTIR'A İZİN VERDİ

Hristiyanlığın Musul'dan silinme sebebi bölgenin İslamlaşması değil, sonraki yöneticilerin dine yönelik en ufak bir hoşgörüsü olmamasıydı. Irak'ın kuzeyinde yaşayan Hristiyanların yaşadığı zorlukların sebebi İslam değil, IŞİD'dir. Ayrıca manastırın kendine geldiği dönemde ülkeye hükmedenler, Holland'ın, “IŞİD'in öncüsü” dediği Osmanlılardı. Eğer teorisi tutarlı olsa Osmanlıların 1453 sonrası manastırı yıkması ve keşişleri kovması gerekirdi, ama tam tersi oldu: Hristiyanların manastıra yeniden yerleşmesine izin verildi ve yapı onarıldı. Öncü tarihçi ve İslam kritikçisi Bernard Lewis'in de belirttiği gibi, Hristiyanların ve Yahudilerin Osmanlı'daki durumu Avrupa'daki Hrıstiyan olmayan topluklardan, hatta heretik Hristiyanlardan bile çok daha iyiydi.

istanbulun-fethi-komutan-fatih-sultan-mehmet

Bilimsellikten Uzak

Holland bahsettiğim noktaları izleyiciye aktaramamış. Bunun sebebi, İslam'ın inançsızlara davranış bakımından Hristiyanlık'tan daha yumuşak olduğunu kabullenmemiş olması.

HRİSTİYANIM AMA İSTESEM HRİSTİYANLIK İLE TERÖRÜ BAĞDAŞTIRABİLİRİM

Ben bir Hristiyan'ım, İngiliz kilisesine bağlıyım ve düzenli olarak kiliseye gidiyorum. Bunu üzülerek söylüyorum ama ben de istesem bir belgesel hazırlayıp, Hristiyanlık ve şiddeti birbirine (Holland'ın İslam ve IŞİD konusunda yaptığı gibi) bağlayabilirdim. Hristiyanlar, eşcinseller ve zina yapanların öldürülmesine dair ayetleri aktarıp bunları bağlam dışı kullanarak Hristiyanlık ve vahşeti bağdaştırabilirdim. Haçlıların Orta Çağ'daki kanlı katliamlarını anlatabilirdim. 1995'te Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan beri yaptığı tek soykırım olan Srebrenica'da yaptığı katliamlarda Hristiyanların rolünden bahsedebilirdim, tıpkı Londra Köprüsü saldırısı sonrası BBC Radio's Today programında Canterbury Başpiskoposu'nun yaptığı gibi. Kiliselerin Yahudi Soykırımı'na nasıl göz yumduğunu, Martin Luther'in Anti-Semitizmi'ni ve Ruanda Soykırımı'nda yerel kilise liderlerinin rolünü anlatabilirdim. Ama bu adil olmazdı. Bu nedenle yıllar önce Srebenica'yı haberleştirirken, Hristiyanlığı eleştirmeme konusunda hassas davrandım. Bu, dünya çapında bütün kiliselerin yaptığı barışçıl çabalara haksızlık olurdu. Hatta tüm bu yazdığım şiddet eylemlerini, barışçıllığıyla bilinen Budizm için bile yapabilirdim. Birkaç hafta önce Rohingya Müslümanlarının uğradığı zulmü haberleştirmek için Myanmar'daydım. İstesem “Budizm Vahşeti” tarzı ifadeler kullanabilirdim, ama bu Müslümanlara olan nefreti azaltmak için elinden geleni yapan Budist rahiplere haksızlık olurdu.

Anlaşılan Holland'ın bu tarz kaygıları yok. Holland'ın yaptığı bilimselliğe aykırı, ayrıca IŞİD'i İslam'ın meşru temsilcisi olarak göstermek tam da örgütün istediği şey. Bir düşünün: IŞİD, İslam adına hareket ettiğini iddia ederek meşruluk kazanmak istiyor. Ciddi ve saygın birçok bilim adamı ve din otoritesi buna karşı çıkıyor ve İslam'ın barış dini olduğunu belirtiyor, örgütün Peygamber'in öğretilerine aykırı hareket ettiğini söylüyor. Daha sonra uluslararası alanda büyük saygı gören Britanyalı bir tarihçi çıkıyor ve örgütün bu iddiasının meşru olduğunu belirtiyor.

Müslümanlardan Çağrı

Holland dünya genelinde Müslümanlar'ın çağrılarını da yanlı bir seçicilikle takip ediyor. İki İslam alimi, Şiraz Maher (Uluslarası Mekrez Radikalleşme Çalışmaları yöneticisi) ve Ebu Seyyaf (Ürdünlü Selefi) belgeselde yer alıyor. İkisi de, özellikle de Ebu Sayyaf, IŞİD'in kanlı eylemlerinin ana akım İslam içerisinde meşru olduğu tezini destekliyor. Peki böylesine tartışmalı bir konunun işlendiği bir belgeselde bu kadarı da dengesizlik değil mi? Neden Holland bu yönde hiçbir çabada bulunmadı? Dünyada IŞİD'in Kur'an ve Peygamber Muhammed'in öğretileriyle çeliştiğini söyleyen birçok teolojik otorite varken, hiçbirine filmde yer verilmemiş.

Ebu Sayyaf:
AbuSayyaf.Screengrab

Bu tarz bir otoriteye yer vermeyerek, Holland argümanının inandırıcılığını düşürüyor. Peki Holland bunu nasıl başardı? Ben Channel 4'te bu tarz programlar yaparken karşıt görüşe yer vermek zorunluydu. İstisnai tek durum, karşıt görüşten birinin programa katılmayı reddetmesiydi, bu açıdan bakılırsa Holland'ın bu yönde bir çaba göstermediği daha da belirginleşiyor. (…)

Başka neler eksik?

Belgeselle ilgili başka sorunlar da var. Belgeselde IŞİD ve El Kaide arasındaki farka değinilmiyor. Özellikle IŞİD'in izole yapısı açısından, bu farkı anlamak çok önemli. IŞİD'in Batı'nın müttefikleri tarafından desteklendiği tezine yönelik yeterli kanıtı sunamıyor. Ortaya attığı Hristiyan-Yezidi-Şii karşısında Sünniler hikayesine bakarsak, IŞİD tarafından öldürülen binlerce Sünni hiçe sayılmış.

Ayrıca Holland, İslam'ın şiddetten ziyade hoşgörüyle eşanlamlı olduğunu da aktarmıyor. IŞİD'in Paris'teki saldırıları belgeselde geniş yer tutarken, Fransa'nın Cezayir'deki kolonyal dönem işkencelerinin örgütün saldırılarında önemli bir neden olabileceğinden bahsetmiyor bile. IŞİD ana stratejisi olarak Batı'daki Müslümanların radikalleşmesini gösteriyor. Yanlış: Ana strateji, en azından Kuzey Irak'ta alınan bir dizi yıkıcı yenilgiden beri, bölgesel bir İslam devleti inşa etmek.

Holland, aralarında OlivierRoy ve MarcSageman'ın eserlerinin de bulunduğu ve IŞİD'e yeni katılanların İslam'a dair bilgilerinin ne kadar sınırlı olduğunu, birçoğunun suç ve uyuşturucu geçmişi olan kişiler olduğunu ortaya koyan son araştırmalardan da bahsetmiyor. Bu teröristlerin İslami hareketlerle ilişkisizliği onları daha da tehlikeli yapıyor, çünkü tespit edilmeleri daha zor hale geliyor. Ancak bu gerçek, Holland'ın, IŞİD'in kökenlerinin İslam öğretileri içerisinde bulunabileceği tezini de çürütüyor. (…)

TIMETURK'UN NOT:

Yazı içerisindeki küçük ara başlıklar yazara, büyük ara başlıklar ise önemine binaen okumayı kolaylaştırmak için TIMETURK tarafından konulmuştur.

Haber Ara