Kalemimi mürekkep yerine şaraba batırsam, ancak bu kadar sarhoş olurdu yazamamakta. O kadar çok değişiyor ki gündem, yazıp sildiklerimi toplasam muhtelif meselelerin derlemesinden oluşan çok yönlü ama az anlaşılır bir kitabı var edeceğimden şüphem yok.
Laikliği kaleme almayı düşünürken Davutoğlu'nun yaptığı açıklama şaşkınlığa ve ne olduğunu anlamaya çalışan, afallamış bir insan moduna girmemize neden oldu. Yapılan açıklamanın sonucu muhkem lakin sebebi çok nadir insan gürûhu Tarafından idrak edilmiş durum da.
Pelikan dosyasını okudunuz mu bilmiyorum, uzun ve gerçekleşmiş olaylar üzerine yapılan kurgularla hazırlanmış etkili bir dosya. İçeriğine inanıyor muyum? Evet/hayır. Davutoğlu'nun yapmaya çalıştıkları noktasında yazılanlar doğru çizelgede sıralanmış evet. Ama yapılanların amaçlandırılmış vurguları hayal ürünü dışında gerçek midir? Hayır. Her şeyin pelikan dosyası ile başladığını elbette söyleyemeyiz ama şurası hakikat ki, bu sonucu isteyen herkesin ortak düşüncelerinin birleştiği fikirleri barındırıyor.
Eğer iki kişinin birlikteliğini yıkmayı amaçlayan bir alçaklık gömleği giyilecekse, birine dost gibi görünmek zorunludur. Bu dost postuna oturtulan elbette güçlü olan taraf olmuştur. Çünkü amaç zaten bu gücün kudretini yıkmaktır. Nihayetinde sarsıntı bu yörünge de gerçekleşmiştir. Resimiz deyip Hoca'ya vurulmuştur…
Tüm bu olanlar, bir takım travmatik olayları büyük bir ustalıkla manipüle ederek karayı ak, yalanı gerçek, vehmi hakikat yerine ikame etmeyi maalesef başarmış bulunan bir yapıya da vücut vermiştir. Yani artık fitneyi var etmek için çaba sarf etmek yerine işaret etmek yetecektir diye düşünüyorum.
Davutoğlu açıklamasında bir siyaset izlemiyorsa ne ala, yok eğer gereksinimler ona bu açıklamayı yaptırmışsa çöküntünün olması sarihtir. Zira çatırtının sesi “benim tercihim değildi” vurgusuyla duyuldu.
Meseleyi diğer açıdan ele alacak olursak, böyle bir kararla Davutoğlu'nun doğru bir adım attığına inanıyorum. MKYK da alınan kararla il ve ilçe başkanlarını atama yetkisinin elinden alınması ve sonrası, sonuç olarak sadece güçsüz bir hoca'dan ziyade itibarsızlaştırmaya götürecekti. Elbette ki itibarın çok daha önemli olduğu inkâr edilemez bir hakikattir. Yetkinin getirdiği itibar Kral'a değil Taht'a, itibarın getirdiği yetki ise Taht'a değil Kral'a endeksli bir oluşumu var eder. Onun tercihi olmasa da kurtarılan onun itibarı ama asıl soru şu; itibar kendisi için mi, yoksa Sayın Cumhurbaşkanı'nın hedefleri için mi korundu? Cevabı tahminlere götürmeden zamana bırakıyorum. Buraya da not etmiş olalım…
Başbakanın refik kavramına vurgu yapmasını kendisini tanığımız portre çizgisinden yola çıkarak samimi buluyorum. Eğer aksi olsaydı giderayak sert adamlarını vuracağı mekânları gecikmeden ziyaret ederdi. Bu iddiamın muğlâk hal üzere olan zayıf halkasını ancak 22 Mayıs'ta düğümleyebilirim.
Peki, Sayın Cumhurbaşkanı tüm olanlara binaen hangi roller ile düşünülebilir bakalım. Belki büyük bir iddia olabilir ama pelikan dosyasını da Fuat Avni'yi de yöneten olma ihtimali var diye düşünüyorum. Kesinlik mührünü vurmadan yazdığımı belirtmek isterim. Bu tahminsel iddiamı, yapmak istenenleri öncesinde milletin zihninde alışılır hale getirme stratejisini uygulama gerçeğinin üzerinden yapıyorum. Tarihte bu tür yolları izleyen liderlerin varlığı mevcuttur. Bir fikri benimsetmek aksi fikirlerin kötü çıkarlarını ifşa etmekle mümkün olur. Ya da bir hükmü koymak ona ihtiyaç duyulması halinde hayat bulur gerçeğinde olduğu gibi.
Kongre de neler olacağını tam olarak kestiremesek de erken seçim sinyallerini duyar gibiyiz. Ve başkanlığa atılan adım daha kaviy olarak yol olacaktır ki, bütün çalışmaların ana ekseni budur. Davutoğlu bu yönde beklenen adımları Reisi Cumhur'un istediği gibi atmadığı gerçeği göz önündedir. Fakat bunu siyasi arena da değil AKP'nin hedefleri noktasında başarısızlık olarak nitelememiz daha adaletli olacaktır.
Konuyu yukarıda zikrettiğimiz tahminsel iddia dışında ele alırsak, AKP'yi itibarsızlaştırma Cumhurbaşkanı'nı başkanlık hedefinden uzaklaştırmaya kitlenmiş bu saldırıya verilecek cevap bu olmamalıydı. Her ne kadar Davutoğlu tercihimiz refik kalmaktır dese de, nefis taşıyan insanın bu tutumlar karşısında acılar beslediğini biliyoruz. Ve bu acıların bazı zeminler de hal değiştirerek öfkeye dönüştüğü de tecrübeler ile sabittir.
Bu tür vakalar karşısın da aklıma gelen Ebu Müslim Horasani'nin şu tespitini sizinle de paylaşmak istiyorum; “Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak içinde düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”
Sosyal medya da milletin desteği birlik üzerine ittifak etmişti. Herkes sağlam bir beraberliğin inancı içinde Reis'ini ve Hoca'sını savundu. Ama Reis “söz milletindir” sloganının “söz benimdir” gerçeğinin gölgesi olduğunu gösterdi. Kadrosunu korumak onu daha güçlü kılacaktı diye düşünüyorum…
Son olarak belirtmek isterim ki, benim hiçbir siyasi parti ile bağım yoktur. Reyimi Rabbani metot gerçeği üzerine kullanıyor ve İslami çalışmaların ancak bu şekilde hayat bulacağına inanıyorum. Ne Sayın Cumhurbaşkanı'nı nede Davutoğlu'nu taraf görmediğim gibi hedefte görmüyorum. Düşüncelerimi ve tahminsel iddialarımı kaleme almaktan başka bir amaç gütmüyor yazdıklarım.
Bekleyelim görelim, önümüzdeki günler bize neyi getirecek izleyelim.
Selam ve dua ile…
Yorum Yap