Değer olgularımız bizden çok başkalarının kendi amaç ve değerlerinin diri tutulması için işlenip, lehine sorgularken kullanılan dini deyimleri sorgulanmamak için alet edenlerin kuramında; kaybolan, diri ama sembolikleştirilmiş din yargılarına tutsak bırakıldığımız gerçeğine değmek niyetinde kalemim.
Kavramların istismarı evvela İslam düşmanları tarafından başlatılmış olsa da artık Batı'nın böyle bir uğraş içinde olduğuna inanmıyorum. Müslümanların gerektiği kadar istismar ediyor olduğu gerçeği bunu ortadan kaldıran bir etkendir.
Bu ahlakın oluşum sürecinde iblisliği üstlenenlerin oryantalistler olduğunda şüphe yok zaten. İslam'ı uçuruma nasıl sürükleriz diye diyar-diyar tarihin evvelinden başlayan araştırmalarında Doğu bilimcileri, elde ettikleri doğru tespitlerle şeytani planlarını oluşturarak, Müslümanların sinesine münafık kisvesiyle yerleştirmiştir.
İslam'ın ilk fitne ateşinden olan Haricilik bunun en güzel ve güncel örneğidir. Bu fikri iki yol ile tekrar dirilttikleri hakikati benim indimde şöyledir: Ya bu fikri besleyen birkaç zihni keşfedip kopyaladılar ya da bu tür insanları yetiştirip mekteplerimize muallim yaptılar. Velhasıl tekrar diriltmeyi başardılar.
Bu tür bir zihniyet kendi zuhuruyla beraber temiz ve doğru itikat ekollerini de kirletmekte gecikmedi. Büyük mezhep imamlarımızdan tutun da, hadis âlimlerimizin birçoğuna kadar uzanan bu temiz kavramın adı: Selef-i Salihin'dir…
Selefilik ile ilgili gerekli açıklamaları yaparken Diyanet'in ilmihalinden istifade edeceğim. Daha geniş bilgi için siz de bu esere göz atabilirsiniz.
Sözlükte selef “Önceki nesil.” Selefiyye de “Bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. İslâmî literatürde Selefilik dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslâm büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek ayet ve hadislerdeki ifadelerin zâhiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen (Allah'ı yaratıklara benzetmeye ve cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen.) bunları başka bir anlama çekme (Te'vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır…
"Ehl-i Sünnet-i hâssa" ismi ile kastedilen zümre olan Selefiyye Hz. Peygamber ve sahâbîlerin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen gruptur. Tâbiûn, mezhep imamları, büyük müctehidler ve hadisçiler Selefiyye'dendirler. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel -bir kısım görüşleri itibariyle Ebû Hanîfe- Evzaî, Sevrî gibi müctehid imamlar, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârimî, İbn. Mende, İbn. Kuteybe ve Beyhaki gibi hadisçiler, Taberî, Hatîb el-Bağdâdî, Tahâvî, İbnü'l-Cevzî ve İbn Kudâme gibi bilginler Selef düşüncesinin önde gelen isimleri arasında sayılabilir…
İlk dönem (Mütekaddimûn) Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, ayet ve hadisle yetinmek, mânası apaçık olmayan, bu sebeple de başka mânalara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah'a havale etmektir…”
Bu kısa açıklamadan sonra anladığımız şudur ki, şahsım gibi Hanefi olan veya bir başkası gibi Şafii, Hanbelî, Maliki olan her birey aynı zamanda Selef-i Salihinin izinde ilerleyen bir birey olmalıdır. Peki, neden yabancılaştık bu kavrama?
Sebeplerden birini yukarıda zikrettim, ikinci sebep olarak da ülkemde birilerine tabi olunurken amel ve itikat diye ikiye ayrılmasını gösterebilirim. Yani artık söylenen şu: Amelde, Hanefi itikatta Maturidi veya Eş'arî mensubuyum. Mezhep âlimlerinin itikadı bozuk mudur ki, sadece ameli içtihatları kabul görülüyor? Akılcılığı şiar edinen insanların itikada müdahale edip mezheplere dokunmaması bir şeyleri sorgulamamız gerektiği gerçeğini göstermiyor mu? Namazı, orucu, haccı, zekâtı, cihadı vb. ameli unsurlarda Hz. peygamber (sav) ve sahabesinden kendisine ulaşana ittiba eden neden itikatta tevil yoluna giriyor, bu tezat yaklaşım kurcalamıyor mu zihnimizi? Peygamberimiz (sav) ve yeryüzünün yıldızları dinin en temel konusu olan itikadı yarım mı bıraktı ki sonradan itikat imamları zuhur etti?
Farklı kültürden insanların dinimize girmesi ve imamların felsefeye olan hayranlıkları, kelam ilmine olan düşkünlükleri, mezhep imamlarının inanç esaslarını terk edip yeni düşüncelere akmalarını sağladı ve teslimiyetçi ahlaktan felsefedeki adıyla hermenötik (Yorumlama) ahlaka düşmelerini sağladı. Bir bakıma, aziz olanı zelil olana tercih etmek diyebiliriz buna.
Bu açıklamadan anlıyoruz ki, Selef-i Salihin olmak ürkütücü bir şey değil. Ama asıl sorun bu kavramın gölgesindeki konukların kısmi olarak yanlış insanlar olmasıdır. İşte bu yüzden diyoruz ki, her "Selefi" "Salihin" değildir. Harici olan da ben Selefiyim diyebilmekte olmayan da. Sonuçta sapık olan da takım elbise giyebiliyor ahlaklı olan da. Elbisenin aynı olması giyenlerin aynı zihniyetin işçileri olduğunu gösterir mi?
Maalesef bugün bu ismi kullananların "Salihin" olanlara zararı büyük olmuştur. Ahlak eksikliği ve tekfir hastalıkları sorunlarının başında gelir. Sadece cihat düsturuna bağlanmaları, ahlaki eğitim sürecine önem vermemeleri, belli bir cemaat ekseninde toplanamamaları, itaat gerçeğini bedevi üslupla süslemeleri, davet zemininde cihat hükümlerini hatta giyim kuşamını dahi tahakkuk etmeleri, sorunlarını sıralamamda kullanabileceklerimin bir kısmıdır. Bunlar Selefi ismini kullanan Harici zihniyetine sahip şahsiyetlerdir.
“O zaman biz bir Selefi'nin 'Salihin' olup olmadığını nerden anlayacağız?” sorusuna gelince. Eğer kişi dört mezhebi kabul etmeyip beşinci mezhep olarak yeni bir akım meydana getirme çabasında telaffuz ediyorsa bu kavramı, "gayri Salihin"dir. Yok eğer bununla kastettiği yeni bir mezhepten öte itikadi konularda Ehl-i Sünnete tabi olmak ise "Salihin"dir.
Sonuç olarak dört mezhebin mukallitleri amelde Selef-i Sakının. Öyleyse bazı hoca ve aydınlarımız Haricilere kızıp Selefi kavramını eleştirirken ameli olarak doğrularının kaynağını da yaralamış oluyorlar. Tekfircilerin kıt zihniyetinden dolayı İslam'ın Salih insanlarını temsil eden ekolleri halkın gözünde pis rafların ürünü haline getirmemelidirler.
Dört mezhebimiz varken birinin çıkıp "Ben Selefiyim" demesini elbette kabul etmiyorum. Bu mevcut mezheplerimizi ötekileştirmenin yanında halkın maslahatına da zarar vermektedir. Ama gerçekler birkaç zihniyetin yüzünden kötülenmemelidi. Bizim yaklaşım tarzımız bu akımlara kör bir taassup beslenmemesine yönelik olmalıdır. Kimse tek hakkı kendi mezhebi göremeyeceği gibi, Selef-i Salihin kavramına sığınıp yeni bir yol da inşa etmemelidir.
Evvela cemaat sonrasında şahıs, nihayetinde fikir ve fikirlerin de taassup ekseninde dolanan bir ideoloji olduğu gerçeği oldukça rahatsız ediyor biliyorum. Doğrusu: Herkes rahatsız, her rahatsızlık ayrı bir kotada salınıyor. Yani herkesin rahatsız olduğu gerçeği rahatsızlığın tek olduğu gerçeğini göstermez. Bugün daha çok Selefi akımına mensup olduğunu söyleyenlerin rahatsızlığı, kişilerin cemaat ve liderlere olan taassubuna yönelikken, cemaat ehli olanların da selefliğin fikri taassup içinde olduğuna yöneliktir.
Kardeşlik farzdır Selefiyim demekse sadece bir tanım. Eğer bu kavram zikredildiğinde Müslümanlar birbirini ötekileştiriyorsa ve kardeşlik ikame edilemiyorsa, bir farza engel olduğu için telaffuz etmek dahi haram oluyor demektir. Selefliği Ehl- i Sünnetin itikadı meselesi dışında ele almak, mevcut Selefliğin dışında aynı isimle yeni bir ekol inşa etme manasını yansıtır.
İslam davasına gönül koymuş olan kardeşim, ümmet sloganını ön safta tutup arka safta ayrışmaya neden olacak ideolojileşmiş kavramaları zikretmemen gerektiği gibi, milletin maslahatını koruyarak, davetini Ehl-i Sünnet'in gönyesinde ifa etmelisin. Unutmamalısın ki Müslümanları tarih boyunca bölüp parçalayan en büyük neden ihtilaf olmuştur. Bundan imtina etmemizi Allah azze ve celle emrettiği halde kendimizi bu hataya düşmekten alıkoyamıyoruz? “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” Enfal- 46
Velhasıl, tekfirci zihniyete sahip olanların "Selefiyiz" yakıştırmasından dolayı "Salihin" olma yolunda ve dört mezhebin ekseninde ilerleyen kardeşlerimizi kirletmesine izin vermeyelim. Onlara yakıştıracağımız en güzel isim Hariciliktir. Sahabenin teslimiyet düsturuna sarılan, Selef-i Salihin yolunda olmayı amaçlayan bireylere haksızlık yapmamız bu kavramın menşeinin asıl sahiplerine yapılan bir haksızlık olmaktadır.
İslam coğrafyasında mezhepsel ayrışmanın temellerini atan her kim olursa olsun haddi aşan sapıklardan olmuş olur. Vesselam…