Değerli okurlarım, sizlere çok tehlikeli, çok sinsi ama doğrudan önlem almanızın da mümkün olmadığı bir problemden söz etmek istiyorum.
Bu problemden ilk kez ortaokul müdürü bir arkadaşım söz ettiğinde haberdar oldum. Dini eğitim de veren bir okulun müdürüydü arkadaşım. “Bu okuldaki kızların büyük kısmı onlara aşık” demişti…
Şaşırmıştım.
Kastettiği BTS adıyla anılan Güney Kore'li müzik grubuydu ve sözünü ettiği kızlar 13 yaşlarındaydı…
İnanılır gibi değildi.
Yedi üyesi vardı grubun ve Kpop diye tanımladıkları sıradan bir müzik yapıyorlardı.
Tüm dünyada büyük bir fanatik dinleyiciye sahiplerdi. İnternette grubun isminin basılı olduğu tişörtler, aksesuarlar yüksek rakamlardan alıcı bulabiliyordu.
Müzikleri her yerde çalınıyor, danslarıyla süsledikleri klipleri herkes tarafından konuşuluyordu.
Fakat grubu bu kadar tehlikeli yapan, bütün bu özellikleriyle birlikte “cinsiyetsiz toplum” projesinin bir parçası olmasıydı.
Bu yüzden giyindikleri kıyafetlerden verdikleri demeçlere, şarkı sözlerindeki imalardan sosyal medya paylaşımlarına ve renk renk saçlarına kadar özel olarak tasarlanmış bir ürün gibiydiler.
Şu meşhur deyişi bilirsiniz: Söyleyecek ciddi bir şeyin varsa onu gülerek söyle…
Topluma vermek istediğiniz önemli bir mesajınız varsa onu eğlence yoluyla verin. Mesajınız normalde ne kadar rahatsız edici olursa olsun, kabul görmesi ve benimsenmesi bu yolla inanılmaz kolaylaşır.
****
BTS'yi bir otomobil gibi tasarlayıp piyasaya sürenler de böyle yapmışlar. Eşcinselliği meşru bir hale getirmek için müziğin, sosyal medyanın ve modanın gücünü kullanmışlar.
Eşcinselliği ve eşcinselliğin feminen tarzını, gökkuşağı renkleri gibi sembollerini, 18 yaş altı çocuklar arasında sevilen, onaylanan popüler değerler haline getirmeyi BTS ile başarmış görünüyorlar. BTS' nin dinlendiği her yerde eşcinselliğe duyulan sempati artış gösteriyor. Böylelikle daha çocuk yaşta eşcinsel kimliğin temelleri atılıyor belleklere. Hayranlık üzerinden eşcinselliğe kapı aralanıyor.
Grubun arkasındaki canavar şirket, gençler arasında seçmeler yaparak ve yetenekli olanları yetiştirerek grubun devamlılığını sağlamayı amaçlıyor. Hedef daha fazla kültüre daha uzun süre nüfuz ederek eşcinsel değerleri savunan hayran orduları yetiştirmek…
Tamamı eşcinsellerden oluşan bu grubun yaptığı propaganda nedeniyle Güney Kore'de kadın gibi makyaj yapan erkek çocukların sayısında büyük artış gözlenmiş. Benzer bir etkinin, grubun ulaştığı diğer ülkelerde de görülmesi, grupla pazarlanan giyim kuşamın yaygınlaşması an meselesi. Yani kadın gibi giyinen ve kadın gibi makyaj yapan genç erkeklerden bahsediyoruz… Güney Kore'den binlerce kilometre uzakta yaşayan bizim kızlarımızdan bir kısmı ise bu grubun üyeleriyle platonik aşk yaşıyorlar. Aşk diyorum çünkü bağlılıkları hayranlığın sınırları rahatça aşacak boyutta. Erkek hayranlar bile, grup üyelerinin eşcinsel kimliklerini yadırgamadıkları gibi onlara karşı büyük bir sempati besliyorlar.
****
Popüler kültür endüstrisinin bu yeni ve görünmez silahı alnımıza dayanmış durumda. Fakat ebeveynler olarak siyasetle yatıp kalktığımız, kısır tartışmalar içinde boğulduğumuz, popüler kültürün etkisini hafif aldığımız ve gençlerin dünyasından bihaber olduğumuz için durumun vahametini kavramaktan çok uzağız. Devlet olarak bir kültür politikamız da yok maalesef. Yani gençlik çayıra salınmış durumda… Burada “kültür” bahsini her açtığımızda bazıları entel dantel, gereksiz meseleler hakkında konuştuğumuzu sanarak yüzünü ekşitiyor. Halbuki kültür meselesi BTS konusunda olduğu gibi çok yakın, çok acımasız bir tehditlerle ilgili ve buna karşı hiçbir savunma aracımız yok! Kuru hamaseti bırakıp, kültürel anlamda doğru alternatifler üretmekten başka…
SİYASETTEN “BERAAT” BELGESİ
Geçtiğimiz günlerin benim açımdan manidar gündemlerinden biri, eski Savunma ve Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın yaptığı açıklamaydı.
Yılmaz, Sivas belediye başkanı adayı Hilmi Bilgin için oy isterken “İnanıyorum ki vereceğiniz destek yarın mahşerde beraat belgelerinizden biri olacaktır” dedi. Gerçekten tam olarak böyle söyledi.
Yılmaz bu sözleriyle, adaylarına verilecek oyun mahşer gününde kurtuluşa vesile olacağını söylemiş oldu açıkça.
Din, siyasetin katalizörü olmuş oldu böylece…
Tıpkı insanların günahlarının affı ve cennete yer alabilmek amacıyla para ödeyerek aldıkları endülüjans belgesinin, Papalık için ciddi bir gelir kapısı olması gibi…
Siyasetin dini terminoloji kullanılarak yapılması geçmişte büyük ve önü alınmaz sorunlar yaşattı Müslüman toplumlara. Bu dil önce toplumları din üzerinden kutuplaştırdı ki bu da korkunç felaketler yaşanmasına neden oldu. Müslümanların paramparça tarihi bu tasnifin ne kadar pahalı ve ne kadar gaddarca neticeler doğurduğunu anlamamız için akıl almaz örneklerle dolu.
****
Örneğin, geçmişte din, Emevi ailesi tarafından, büyük bir ustalıkla saltanatçı iktidarın işlevsel bir aracı haline getirildi. Bir makama kayyum atar gibi, hakikate el koyduklarını düşünen iktidar seçkinleri, siyasi anlayışlarına sempati duymayan büyük imamlara karşı bile devlet gücü kullanmışlardı. Onları işkenceden geçirmişlerdi. Suçları açıktı, cari anlayışı kabul etmemek… Siyasetin, tabiri caizse dine el koyması, tek sahih din yorumunu kendi yorumu kabul etmesi asırlar boyunca başvurulan bir metot oldu. Bugün hala Müslüman dünyası bu hastalığın pençesinde kıvranıyor. “Tek hakikat benim” yaklaşımı toplumları paramparça ediyor. Belki biraz abartılı olacak ama, şimdilerde siyasetin dinleşmesi gibi ilginç bir tehlike ile karşı karşıyayız.Kendi adayına oy vermeyenleri vekil beyin kurtuluş beratına layık görmemesi siyasetin kendini deyim yerindeyse dinin yerine koyduğu, hatta Allah adına konuştuğunun bir göstergesi değil mi?
Üstelik FETÖ gibi uzun soluklu bir dini çarpıtma tecrübesi yaşamışken… Bu tecrübe nedeniyle din dilinin hoyratça kullanılmasının ne kadar tehlikeli yerlere varacağına bizzat şahit olmuşken, bu sözlerin sarf edilmesi olanlardan ders alınmadığını göstermiyor sadece….
Ayrıca, dinin özel mesajının da anlaşılmadığını gösteriyor. Dinin temel hedeflerinden biri ayrıştırmak değil, sosyal bütünlüğü ve bu bütünlüğü tesis eden ortak noktaları pekiştirmek…
Siyasetin ya da belli bir siyasi anlayışın kendini din ile, vatan ile özdeş veya eşit görmesi, siyaset kurumuna kutsiyet yükleyerek, onu itiraz edilemez bir noktaya taşır kaçınılmaz olarak. (Bu anlamda Osmanlı devletinde müesses nizama muhalefet edenlere yapılan ve bir nevi aforoz anlamına gelen “zındık” yakıştırmasının tarihine bakılabilir.)
Oysa siyaset gayet açık ve net şekilde dünyevi bir kurumdur.
Aldığı bütün kararlar günlük hayatla ilgili olacağı için tartışılır, hizmetleri de pekala eleştirilebilir. Desteklenebilir ya da desteklenmeyebilir. Sad İbn Ubade'nin Hz. Ebubekir'e biat etmediği unutulmamalıdır. Ayrıca, dünyevi bir kurumun vaatlerinin de, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması; yoksulluğun kalıcı bir şekilde ortadan kaldırılması, açlık sınırında yaşayan milyonlarca insanın hayat şartlarının iyileştirilmesi, kültürel bariyerler oluşturulması gibi dünyevi şeyler olması beklenir. “Beraat belgesi” gibi, uhrevi şeyler değil…