Rahmetli Bülent Ecevit, Başbakanlığının son günlerinde, İsrail'in yaptıklarına ilişkin “soykırım” ifadesini kullanmıştı da, neredeyse paçavraya çevirmişlerdi adamcağızı... Bir canını almadıkları kalmıştı.
Dünya ayağa kalkmıştı...
Buradaki “dünya”, Amerika Birleşik Devletleri oluyor elbette...
İsrail'den kınama üzerine kınama gelmişti...
Dünyayı muhasarası altında tutan Siyonist odaklar, Ecevit'i derhal ve acil olarak özür dilemeye davet etmişti...
İçerideki “elemanlar” da boş durmamıştı tabii... Özellikle, ekonominin dizginlerini elinde tutan adam (ve kadrosu), “böyle giderse...” ifadesinin arkasına saklanarak, “ekonomik gidişata” dair birtakım olumsuz tablolar çizmişlerdi...
Kısacası, “Ayağını denk al... İpler bizim elimizde!” demişlerdi...
Ecevit, gördüğü lüzum üzerine (sırtında yumurta küfesi vardı çünkü) özür diledi...
Kabul görmediğini düşünmüş olacak ki, bir daha diledi...
Bir daha...
Böyle böyle, en az dört kez “özür” açıklamasında bulundu.
Kurtuldu mu?
Hayır...
Bu kez, ekonominin dizginlerini elinde tutan adamın ve ona destek veren kadronun (DSP'li bilinen kimi siyasetçilerin ve matbuatta yer tutmuş “gazeteci” görünümlü İsrail muhiplerinin) gadrine uğradı.
Daha yaşarken (tabirimi mazur görün) ıskartaya çıkarıldı. Hastalığı bahane edilerek (hastaydı elbette), kendine bakmaktan aciz, tırnakları kir bağlamış, bakımsızlıktan mikrop torbasına dönmüş bu adamın, bu halde ülkeyi yönetemeyeceği yazıldı çizildi ve mevzun bir operasyonla devre dışı bırakıldı...
Kemal Derviş'li “troyka” muhabbetini hatırlayalım...
Ecevit'in itibarsızlaştırılması operasyonu üzerine bina edilmiş bir siyasi hareketti bu ve Doğan Medya Grubu'nun gazıyla ilk seçimde iktidara geleceği “müjdeleniyordu...”
Sonra ne mi oldu?
Ecevit'e diz çöktürmüş konsorsiyum (yani troyka), önce ekonominin dizginlerini elinde tutan adamın ihanetine uğradı, sonra da milletin sert tokadıyla karşılaştı ve dağıldı.
Bu hatırlatmayı niçin yaptım?
Kemal Kılıçdaroğlu için...
Kılıçdaroğlu, Salı günkü grup toplantısında, bizi şaşırtan ve bütün tahminlerimizi altüst eden bir konuşma yaptı...
İsrail'i “katliam” yapmakla suçladı ve İsrail'e destek veren ülkelerin “Haçlı zihniyetini” taşıdığını söyledi.
Kendisinden dinleyelim: “Filistin halkına yapılan açıkça bir zulümdür, bir katliamdır. Katliamı yapanları, zulmedenleri şiddetle kınıyoruz. Pazartesi, tarihe ‘Kanlı Pazartesi' olarak geçecektir. Bir tarafta ellerinde en gelişmiş silahlar, öbür tarafta sadece ve sadece barış gösterisi, barış isteyen, kendi topraklarını isteyen bir Filistin halkı var. Ve siz o gelişmiş silahlarla acımasız insanları tarıyorsunuz, katlediyorsunuz. Bu mudur insanlık, bu mudur ahlak, bu mudur adalet? (….) Kimse bundan sonra kalkıp da dünyaya demokrasi dersi vermesin. Her demokrasi dediklerinde, onlara kanlı Pazartesiyi hatırlatmak insanlığın temel görevlerinden birisi olmak zorundadır artık, bunu yapacağız. (….) Haçlı seferlerinin anlayışı bugün de vardır. Kudüs'te bugün aynı anlayış uygulanmaktadır...”
Gördünüz...
Kılıçdaroğlu “Haçlı” diyor...
Kısa bir süre öncesine kadar “ortak düşman” temelinde o Haçlılarla kol kolaydı... Türkiye'yi itibarsızlaştırma kampanyalarına içerik ve malzeme üretiyordu. Hocasının sözünden çıkmıyordu... Bir Haçlı muhasarası olan 15 Temmuz'a “kontrollü darbe” diyordu... İktidara geldiklerinde İsrail'le ve “Haçlı” diye suçladığı ülkelerle bozulan ilişkileri tamir edeceği müjdesi veriyordu.
Ne oldu da, bugün bu noktalara savruldu?
Seçim sürecinde olduğumuz için mi bol keseden esip savuruyor?
Hadi bir an bunun “sahici bir tepki” olduğunu düşünelim ve Kılıçdaroğlu'nu tebrik edelim.
İyi de, herkes Erdoğan kadar mukavim değil ki...
Ecevit'in başına getirilenlerden de mi ibret almıyorlar?