Türkiye'nin uzun soluklu, köklü, çok yönlü, kalıcı ve sarsıcı bir ruh atılımına ihtiyacı var.
Ruh atılımını gerçekleştirebilen toplumlar, her türlü zorluğa göğüs germesini de bilirler.
Ruh atılımını gerçekleştiremeyen toplumlarsa -tıpkı bizim bir asırdır yaşadığımız gibi- esen rüzgârların önünde sürüklenirler...
HAYATIN İKİ CEPHESİ: MADDE VE RUH CEPHESİ
Hayatın iki cephesi var: Madde cephesi ve mânâ / ruh cephesi. Biri olmadan diğeri de olmaz.
Ruh cephesi, adı üstünde, bir toplumun varlık nedenini ve varoluş zeminini oluşturur.
Bir toplumun yaratıcı ruhunun ve kurucu iradesinin temellerini döşer ruh cephesi. Ve fikir, dil, eğitim, kültür, sanat, ahlâk gibi kurucu temellerden vücut bulur.
Madde cephesi ise, bu kurucu temellerin köksalmasını, kalıcılaşmasını, sürgit yaşamasını ve insanı yaşatmasını sağlayan ekonomi, bilim, teknoloji ve siyaset gibi sütunlardan teşekkül eder.
Ruh / mânâ cephesi temelleri döşer; madde cephesi ise sütunları diker.
Ruh cephesi, kurucu; madde cephesi ise koruyucu işlev görür.
TÜRKİYE'NİN SORUNLARI VAROLUŞSAL
Madde cephesinde ne kadar başarılı olursanız olun, mânâ / ruh cephesini ihmal ederseniz, elde ettiğiniz maddî başarılar her şeyi imha eder, sizi de zihnî-ahlâkî ve sosyo-kültürel intiharın eşiğine sürükler...
Türkiye'nin sorunları hem manevî hem de maddî boyutları olan, gelip-geçici, günübirlik değil köklü sorunlardır.
Başta eğitim olmak üzere, düşünce, kültür, sanat, şehircilik, gençlik sorunları, varoluşsal problemlerdir.
Köklü meseleler.
O yüzden uzun vadeli hazırlıkları, köklü çözümleri gerektiren büyük sorunlar.
Bu sorunlarımızı hâl yoluna koyabildiğimiz zaman bizi kimse durduramaz zaten.
Bunu bütün dünya biliyor: Batılılar da biliyor, umutlarını bize bağlayan mazlum dünya da. Biz farkında değiliz bunun yalnızca.
EĞİTİM DE, SANAT DA, BİLİM DE BİR MEDENİYET MESELESİDİR
Türkiye, Tanzimat'la birlikte rotasını, Cumhuriyet'le birlikte bir medeniyet değiştirme macerasına soyunarak mecrasını ve yönünü yitirdiği için, temel sorunlarının neler olduğunu görecek bir perspektiften, yaşananları anlayabilecek, anlamlandırabilecek ve aşma iradesi geliştirebilecek bakış açılarından da yoksun.
O yüzden yaşanan sorunların gelip-geçici, günübirlik sorunlar olduğunu zannediyor.
En büyük sorunumuz, sorunumuzun ne olduğunu kavrayamayışımız ve sorunlarımızı kavramamızı mümkün kılacak kapsamlı bir perspektife, bakış açısına sahip olamayışımız.
Yaşadığımız sorunlar, medeniyet çapında sorunlar: Medeniyet iddiasını yitirmiş, başka bir uygarlığı tepeden, Jakoben yöntemlerle zoraki olarak benimsemeye zorlanmış bir toplumun yaşadığı köklü, varoluşsal ve travmatik sorunlar.
Yaşadığımız sorunların bu toplumun rotasını bulma, yönüne ve yörüngesine kavuşma sürecinde karşılaştığımız sorunlar olduğunu göremiyoruz; göremiyoruz, çünkü bunu mümkün kılabilecek bir medeniyet perspektifinden yoksunuz.
O yüzden meselâ eğitim gibi köklü, varoluşsal sorunlarımızı kavramakta ve çıkış yolu bulmakta zorlanıyoruz.
Çünkü eğitim meselesi bir medeniyet meselesidir.
Medeniyet meselesi ise bütüncül bir Yaratıcı, insan ve kâinat tasavvuruna sahip olmayı zorunlu kılan büyük bir meseledir.
Eğer siz, böyle bir perspektife sahip değilseniz, eğitim sorunlarımızın temelde medeniyet krizinden kaynaklandığını göremez, kalıcı, köklü çözüm önerileri geliştiremezsiniz.
Türkiye'de iki asırdır yaşanan ve bizi her defasında eğitimi yap-boz tahtasına çevirmeye zorlayan temel çıkmaz da bu.
RUH ATILIMI OLMADAN ASLÂ!
Bize ait bir medeniyet fikrimiz yok. O yüzden güçlü, çağdaş bir eğitim sistemi inşa edemiyoruz.
Daha da vahimi, hem mevcut eğitim sisteminin iddia edildiği gibi Batı'da bir benzeri yok; son derece sığ, ezberci; eleştirel, analitik düşünme melekelerini iptal eden; yozlaştırıcı, yabancılaştırıcı, kimliksizleştirici, çözücü bir eğitim sistemi bu; hem de bizim medeniyet dinamiklerimizle ilişkisi sıfır.
Oysa bir eğitim sistemi, toplumun medeniyet dinamikleri ekseninde inşa edilir. Genç kuşaklarına ancak o zaman güçlü bir tarih bilinci, çağ bilinci, kimlik bilinci kazandırabilir. Düşüncede, bilimde, sanatta yapılacak hamlelerin, atılımların kurucu temellerini sunabilir.
Mevcut sığ, pozitivist eğitim sisteminin büyük düşünürler, büyük sanatçılar, büyük bilim adamları çıkaramamasının nedenleri burada gizlidir.
Mevcut eğitim sisteminden Kant da yetişmez, Hegel de; Beethoven da yetişmez, Mahler de; Picasso da yetişmez, Cezanne da.
Mevcut eğitim sisteminden, elbette ki, Ebû Hanife ya da Gazâlî, İbn Arabî, Sinan veya Itrî yetişmesini beklemek ham hayalden başka bir şey değildir.
Bana ne lazım? Kant'ı, Hegel'i, Nietzsche'yi, Mozart'ı, Chopin'i, Wagner'i, Manet'yi, Dali'yi, Kandinsky'yi de tartışacak, yorumlayacak ve aşacak bir noktaya ulaşacak yeni Gazâlîler, yeni İbn Haldun'lar, yeni Yunus'lar, yeni İbn Sinâ'lar, yeni Sinanlar ve Itrîler lazım.
Çağı iyi anlayacak, içinde yaşadığı çağı iyi tanımadığı zaman yalnızca tanımlandığını, çağı tanımadan çağı değiştirme iddiasında bulunamayacağını kavrayacak, zamanla çağı, çağın kurucu kişiliklerini tartışacak, aşacak, başka çağlara ulaşacak, çağrı'sı çağını kuracak çaplı öncü kuşaklar yetiştirmeden ruh atılımı yapamayız.
O yüzden ruh atılımı olmadan, aslâ, diyorum. Vesselâm.