Bugün, ayartıcı yeni-paganizm ve yeni-barbarlık biçimleri, neo-seküler kapitalist kültürel formlar aracılığıyla hayatımızın her alanına derinlemesine nüfûz ediyor. Ve dünyamızı yaşanılamaz bir çatışma, işgal, sömürü, zulüm ve tecavüzler arenasına dönüştürüyor…
Çıkış yolu olarak da insanlığı hızın, hazzın ve tüketimin kölesi hâline getirmekte buluyor: İnsanlığın nihilizmin eşiğine sürüklenmesi demektir bu: Güle-oynaya intiharı yani!
İşte tam böylesi bir ontolojik felâket çağında, her tür putu yere seren, insana gerçek özgürlüğünü veren Kur'ân'a ufuk ve zihin açıcı bir gözle bakmamız gerekiyor bir kez daha.
Bugün daha önce burada yayımlanan bir yazımı gözden geçirerek yeniden paylaşıyorum sizlerle.
İNZÂL HÂDİSESİ: RUBÛBİYET KUDRETİ
Bu kutlu gecede iki şeye dikkat buyurmamız isteniyor bizden: Birincisi, Kur'ân'ı bize bir nimet, hidayet ve sırat-ı müstakîm nimeti olarak inzal eden Rabb'ül-Alemîn'in inzal fiilininin kendisine; yani Allah'ın hayatımıza bilfiil müdahalesine; ikincisi de inzâl fiiliyle gerçekleştirilen bu müdahalenin eserine yani Kur'ân'a.
Allah'ın yüce kudretinin en önemli tecellisi ve tezahürü, Kur'ân'ın sadece tenzîl edilmesi değil, aynı zamanda inzâl edilmesidir. İnzâl ile tenzîl aynı şeyler değildir.
Meselâ biz “Kur'ân bize Allah tarafından indirilmiş veya gönderilmiş bir kitaptır” demekle yetinebilir miyiz?
Yetinemeyiz; çünkü Kur'ân'ın “indirilmesi”, “indirilmiş olması”, gönderilmesi”, “gönderilmiş olması” gibi ifadeler, Kur'ân'ın nasıl vahyedildiğini, vahyin muhatabını, vahyedilen şeyi ve mahiyetini anlamamıza, kavramımıza, idrak etmemize, gerekli tedariklerle donanmamıza yani hakkıyla mümin (Allah'a güvenen, kendisine güvenilen, herkese güven veren insan) olmamıza yetmez.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için medeniyet dilimize, medeniyet dilimizin ruhunu oluşturan vahyin lugatçe'sine ihtiyacımız olduğunu görmemiz gerekiyor.
İnzâl ve tenzîl kelimelerinin, nasıl zihnî ve fiîlî bir güce sahip olduğunu, bu kurucu “kavramları” yok ettiğimiz zaman, müminlerin sahip olmaları gereken kuvvete, kudrete, “iktidara” sahip olamayacaklarını, Allah'ın kuvvetini, kudretini ve iktidarının kudsiyetini kavramakta zorlanacaklarını özenle vurgulamak isterim.
Evet, Kur'ân, hem inzâl edilmiş, hem de tenzîl edilmiş, Sünnet-i Seniyye ile gerçeğe dönüştürülen bir kitap, bir hitaptır, bir hayattır.
Peki, inzâl ile tenzîl kelimelerini değil de “indirilmiş, gönderilmiş” kelimelerini kullandığımızda, inzal ve tenzîl kelimelerini sözlüklerimizden, hatta Kur'ân meallerimizden, tefsirlerimizden, kitaplarımızdan çıkardığımızda kaybedeceğimiz şeyin ne kadar hayatî bir şey olduğunu idrak edebiliyor muyuz, bilmiyorum doğrusu.
İnzâlin anlamı şudur: Kur'ân, bir bütün olarak Kadir Gecesi'nde bir anda Levh-i Mahfuz'dan dünya Sema'sına indirilmiş bir kitaptır; dolayısıyla, ğayb âleminden şehâdet âlemine yapılan bir hitaptır.
Tenzîl'in, inzâlden farklı olan en önemli yanı, inzâl gibi bir ânda değil, zamanla, zamana yayılarak, peyderpey, ardı arkası kesilmeden süregiden bir süreye ve sürece işaret etmesidir: Sünnet-i Seniyye'de gerçekleştirilen bir hayatın vasat'ının temellerinin atılmasıdır.
TENZÎL HÂDİSESİ: UBÛDİYET ŞUURU VE HÜRRİYET ŞİİRİ
O hâlde, İnzâl, vahyin, Allah'ın kudret ve kuvvetinin tecellini ettirdiği fiilin kendisi, Tenzîl ise Allah'ın takdirinin, kudret, kuvvet ve ilâhî iktidarının adım adım tercüme ve tezahürünün Sünnet-i Seniyye ile gerçekleşme sürecidir.
Kadir Gecesi, sadece Müslümanların böylesine ulvî bir nimete sahip oldukları, Allah'ın kuvvet, kudret ve ilâhî iktidarını, sınırsız hâkimiyetini hissettikleri, rahmetini, bereketini gördükleri eşsiz, benzersiz, o yüzden de bir ömre bedel muazzez, “sınırsız” bir zamandır.
Müslümanların gücü, Allah'ın hem bu gecede olduğu gibi insanlığa, varlığa hitap ederek doğrudan hayata müdahale etmek, hem de Kur'ân'ı tenzil ederek kitap göndermek suretiyle bütün alemlerin Rabbi, rahmet ve merhamet kaynağı, müminlerin ise velisi / dostu olduğu hakikatine sadece Müslümanların sahip / dost ve layık olmalarından kaynaklanıyor.
Bunu hakkıyla idrak edebildiğimiz zaman bugün iliklerimize kadar yaşadığımız iki ontolojik meseleyi, teslimiyet ve temsiliyet meselelerini de hakkıyla idrak edebilmemiz imkân dâhiline olabilir.
O hâlde kadir gecesinde inzal ile tecellî eden, tenzîl ile Fahri Kâinât Efendimiz (sav) vasıtasıyla ve sîretinin tahakkuk ettiği İslâmî vasat'ta / sünnet-i seniyye'de tercüme ve tezahür ettirilen ilâhî kudret ve iktidarın, biz müminlere emrettiği, takdir ettiği, teklif ettiği ulûhiyet ve rubûbiyet kaynaklı ubûdiyet “iktidar” ve kudretinin hayata dönüştürülen hakîkatinin, bizi bütün beşerî, dünyevî, maddî, şehevî, dolayısıyla arızî ve sürekli arızalar üreten nevzuhûr güçleri putlaştırarak, bizi bunların kulu-kölesi yapan hakikat ihtarının ve bu ihtarın sunduğu muhtariyetin (hakîkî hürriyetin) sırrını idrak etme şuuruyla yaşamanın bize vereceği nimetin farkında olalım, hatırlatmasında bulunuyorum.
Kadir Geceniz mübarek olsun. Kur'ân her dâim hidayet ve hayat rehberimiz olsun.