Modern tarih, Avrupalıların Müslümanları Endülüs'ten sürmeleri, İslâm'ın kökünü kazımalarıya başladı.
İber Yarımadası'nda Müslüman Arapların yaşadıkları “endülüs” (tarihten sürülme ve yok edilme) felâketi, Avrupalıların kendilerini toparlamalarını, tarihe girmelerini sağlayan atılımlarını, entelektüel, bilimsel, siyasî ve iktisadî devrimlerini borçlu oldukları, tarihten silme saldırganlığı gösterdikleri inanılmaz bir barbarlık örneğidir.
Düşünsenize... Her şeyinizi borçlu olduğunuz bir medeniyeti yerle bir ediyorsunuz, o medeniyetin çocuklarını katlediyorsunuz barbarca; engizisyon mahkemeleri kurarak -deyim yerindeyse- afrodizyak bir zevkle soykırım yapıyorsunuz!
Belçikalı şehir tarihçisi Henri Pirenne'in Muhammed ve Şarlman başlıklı kitabında “Şarlman olmasaydı, Avrupa kurulamazdı; Muhammed olmasaydı, Şarlman olmazdı” çarpıcı gözlemiyle özetlediği Avrupa'nın kurulmasında ve tarihe kışkırtılmasında kilit rol oynayan Müslümanları saygıyla ve şükranla anacağınıza, elinize geçen ilk fırsatta, tarihten silmekte bir an bile tereddüt etmiyorsunuz!
TÜRKLER, İKİ ENDÜLÜS / YIKIM TECRÜBESİ YAŞADILAR!
Oysa o Müslümanlar, hiç bir medeniyetin kökünü kazımadılar; karşılaştıkları bütün medeniyetlerden -vahyin filtresinden geçirerek- beslendiler; ölmekte olan kültürlere âb-ı hayat iksiri sundular; kendilerinden önceki medeniyetleri hem hayırla yadettiler hem korudular hem de insanlığa takdim ettiler.
Buna rağmen Avrupalılar, İber Yarımadası'ndaki Müslümanlara bu dünyada cehennemi yaşattılar; oysa o güzel Müslümanlar Avrupalı barbarlara bu dünyada cenneti armağan etmişlerdi.
Yetmedi, Avrupa'daki Arap Müslümanlara yaşattıkları bu “endülüs” (katliam, tarihten sürme) felâketini Müslüman Türklere de yaşattılar, Moğollar'la birlikte.
Haçlı saldırıları ile Moğol saldırıları, Müslüman Türklere yaşatılan yeni bir endülüs (katliam ve tarihten sürülme) felâketiydi.
Müslüman Türkler, kendilerine yaşatılan bu ilk endülüs felâketini Anadolu, Balkanlar ve Arap dünyasına açılarak gerçekleştirdikleri Selçuklu ve Osmanlı medeniyet atılımlarıyla aştılar.
Ya da şöyle söyleyeyim: Haçlı ve Moğol saldırıları, Müslüman Türklerin devletlerini, maddî kazanımlarını yerle bir etti ama turkuaz ruhu olarak özetlediğim ruhu yok edemedi.
Özetle: Müslüman Arapların İspanya'da yaşadıkları “endülüs” (“yıkım”) tecrübesi fiilen gerçekleşmişti; Türkler ise iki endülüs / yıkım tecrübesi yaşadılar; birincisi İspanya'da olduğu gibi fiilen gerçekleşti; -Türkiye Türkleri de dâhil bütün Türklerin yaşadıkları- ikinci “endülüs” tecrübesi ise zihnen!
Turkuaz ruhu, Türkistan-Horasan havzasındaki birinci “endülüs” / yıkım tecrübesini aşmamızı sağladı; o yüzden ikinci endülüs fiilen değil, zihnen hayata geçirildi: Bunu da püskürteceğiz inşallah önümüzdeki bir-iki asır içinde.
TURKUAZ RUHU: ÖNCE İNSAN, SONRA NİZAM
Turkuaz ruhu neydi, peki?
Turkuaz ruhu, mavi ile yeşil'in, yani gök ile kök'ün buluşmasıydı.
Turkuaz ruhu, Maveraünnehir medeniyet havzasının bir ucu Horasan'a, diğer ucu Türkistan'a açılan çift kanatlı ruhuydu.
Gök'le yer'in buluşması, gök ekini bir meyvenin yerde köksalmasını sağlıyordu.
Bunun en güzel, en silkeleyici örnekleri Horasan ve Türkistan coğrafyasının turkuaz ruhlu şehirlerinde görülüyordu: Semerkand ve Buhara bu şehirler arasında turkuaz ruhunun en fazla yansıdığı, en fazla yakıştığı iki kurucu şehirdi.
Turkuaz ruhu, melekût âleminden (fizik ötesinden,) süt emerek, mülk âlemini yeşile boyama, deyim yerindeyse, cennetten bir köşeye dönüştürme, insanın meleksi melekelerini yeşertme ruhuydu.
Turkuaz ruhu, önce insan, sonra nizam ilkesi üzerine inşa edilmişti.
İşte bu turkuaz ruhu, Mekke ve Medine'nin izdüşümleri Semerkand ve Buhara'nın merkezini oluşturduğu sadece İslâm tarihinin değil dünya tarihinin bin yılını şekillendiren Ehl-i Sünnet Omurga'yı inşa etti, buna bir de her dem diriltici bir ruh üfleyecek irfanî derinlik nakşetti.
Ehl-i Sünnet omurga, akīdevî ve fikrî sütunları dikti; bu toprakların mayasını karan ve Bursa'ya, Osmanlı'ya kadar uzanan derin bir nefes üfleyen irfanî tecrübe ise ruh kattı bu yolculuğa.
Ehl-i Sünnet omurganın akîdevî, fikrî dinamizmi, irfanî tecrübenin rûhî derinliğiyle birleşince, bin yıllık İslâm tarihi şekillendi, dünya tarihinin akışı buna göre değişti.
Dün bin yıllık tarihi inşa eden bu turkuaz ruh, gökle kök arasındaki kopan irtibatı yeniden kurabilirsek, önce insan, sonra nizam ilkesini harekete geçirerek gelecek bin yılı da bizim inşa etmemizi sağlayacak bir diriliş, oluş ve varoluş imkânı sunacaktır bize -Allah'ın izniyle.
Vesselâm.