Dolar

34,9530

Euro

36,6303

Altın

3.015,58

Bist

10.017,36

Türkiye’nin Rus-Ukrayna savaşındaki rolüne Balkanlardan bakış

Priştine Üniversitesi Filoloji Fakültesi Medya Enstitüsü kurucusu ve gazetecilik ile edebiyat alanında dersler veren Prof. Dr. Milazim Krasniqi’nin, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki rolünü tarihsel ve bugünün perspektifiyle ele aldığı “Türkiye’nin Rus-Ukrayna savaşındaki rolüne Balkanlardan bakış” başlıklı yazısını ilginize sunuyoruz.

3 Yıl Önce Güncellendi

2022-06-07 16:55:45

Türkiye’nin Rus-Ukrayna savaşındaki rolüne Balkanlardan bakış

Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda güttüğü orijinal ve dinamik siyasetiyle, geçmişte savaşan taraflardan sadece birini tutup daha sonra onların ortak Osmanlı karşıtı komplolarının kurbanı olmuş bazı Osmanlı padişahlarının düştüğü tuzağa düşmemeye çalışıyor. Evet, 19. ve 20. yüzyıllardaki bazı Osmanlı padişahları yanlış ittifakların ve aralarındaki rekabetlere ve çatışmalara rağmen, hepsi Osmanlı Devleti'nin yıkılışını ve Osmanlı topraklarının sömürge düzeni içinde paylaşımını hedefleyen Düvel-i Muazzaman'nın kurbanı olmuşlardır. Rusya Osmanlı'dan Kırım'ı koparmakla kalmadı, Kafkasya'yı da isgal edip oralardan milyonlarca Müslüman'ı soykırıma uğratıp sürdü. Bazen Avusturya-Macaristan'ın, bazen Britanya ve Fransa'nın yardımıyla Rusya Balkanlar'da Ortodoks veya İslav mahiyetli uydu devletler kurdurup (Yunanistan, Karadağ, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan) Osmanlı Devleti'ni parçalamak için takoz olarak kullandı. Rusya'nın ve Rusyacı uydu devletlerinin gerçekleştirdikleri işgaller soykırımla sonuçlandı. Justin McCarthy 1821-1923 arasında işgal edilen Osmanlı topraklarında beş milyon Müslüman'ın katledildiğini gösteren belgeler sunar. Sürülenlerin sayısı ise bunun birkaç katıdır.

Öte yandan, Britanya ve Fransa, gizli Sykes-Picot Anlaşmasıyla Osmanlı idaresi altındaki Arap topraklarını parçalayıp ganimet gibi aralarında paylaştılar. Büyük bir Arap devletinin başında halife yapacakları vaadiyle kandırıp Osmanlı'ya karşı savaştırdıkları Şerif Hüseyn'i de aldattılar.

Aslında Birinci Dünya Savaşı'nda Britanya ve Fransa'nın hedefi Osmanlı Devleti'nin sadece topraklarını paylaşmak değil, kendisini de tamamen ortadan kaldırmaktı. Bunun için de Rus Çarı 2. Nikola'yı İstanbul Anlaşması (1915) çerçevesinde İstanbul'u işgal edip Boğazlar'ı ele geçirmeye ikna ettiler. Bu uğursuz anlaşma sağlandı sağlanmasına, fakat Bolşevik Devrimi bu planları bozdu ve Çar Nikola Panslavist hırslarını hayatıyla ödedi. Lenin ise Çarlık Rusyası'nın imzaladığı komplo anlaşmalarından çekildi. Türklere karşı son komplo, barış görüşmeleri esnasında dahi Yunanistan'ı Anadolu topraklarını işgale ikna eden Britanya Başbakanı Lloyd George tarafından denendi ve Yunanların hezimetiyle sonuçlandı.

Bir ulus devlet olarak hayatta kalmasına rağmen, Türkiye'ye kurulan komplolar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da bitmedi, bir o bloktan bir bu bloktan devam etti. Bunların sonuncusu bazı Batılı istihbarat teşkilatlarının da parmağı olduğunun anlaşıldığı 15 Temmuz 2016 darbe girişimiydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan belli ki Osmanlı Devleti'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşadıkları bütün trajik vakaları iyi biliyor ve bunun için de tek kağıtla oynamıyor. NATO ile birlikte, fakat Rusya'ya embargo koymuyor. Rus savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişine izin vermiyor, fakat en güvenilir arabuluculardan biri olarak görülüyor. Ukrayna'ya Bayraktar TB2'leri veriyor, fakat Rusya'dan gaz alımına da devam ediyor.

Siyasetinin insani tarafında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın barış için çokça çabaladığı görülüyor. Oysa egoist bir yaklaşımla savaş Türkiye'ye barıştan çok daha fazla fayda sağlayabilir. Neden? Çünkü Rusya Türkiye için her zaman potansiyel bir tehlike olup, zayıflaması Türkiye'nin stratejik çıkarlarına daha uygundur. Fakat Batı'nın Rusya'ya karşı kesin bir zaferi de Türkiye için istenen bir sonuç değil gibi görünüyor, çünkü geçmişteki acı tecrübelerini düşünürsek, böyle bir durumda istikrarsızlaştırma sırası Türkiye'ye gelebilir. Bunun mantıksal bir öngörü mü yoksa acı tecrüblerin beslediği bir paranoya mı olduğu pek açık değildir. Her halükarda son yıllarda Almanya ve özellikle Fransa, duruma göre de ABD, Türkiye'ye karşı ilkeleri çiğneyen istikrarsızlaştırıcı baskılara başvurmuşlardır. Türkiye'nin AB'nin dışında tutulması, dışlayıcı bir strateji olarak öngörülmüştür, fakat istenen sonuçları vermemiş gibi görünüyor çünkü Türkiye AB'nin dışında kalarak da ekonomik bir dev ve önemli bir jeostratejik aktör olmayı başarmıştır.

Son olarak: Türkiye'nin Ukrayna ve bölgedeki mevcut siyaseti Kosova'ya yardımcı mahiyette mi? İşte bu, tabir-i caiz ise, milyonluk sorudur. Benim mütevazı cevabım şudur: Eğer Rusya ve Batı bu savaştan tükenmiş olarak çıkarsa, Türkiye'nin güçlenmiş durumu Kosova'nın devlet olarak hayatta kalmasına yardımcı olacaktır çünkü Rus baskısı bu durumda zayıflamış olacaktır. Eğer Rusya'nın Ukrayna topraklarını işgal ve ilhak etmesine izin verilirse, o zaman Bosna'daki Republika Srpska'nın Sırbistan'a katılmasına ve Sırbistan'ın Kosova'nın kuzeyini ilhak etmesine izin verilmesi beklenebilir ki bu durumda Türkiye'nin bu senaryoyu engelleyemeyecektir. Demek ki Rusya Ukrayna'da aynı zamanda AB ve NATO bedeninde metastazlar tetikleyebilecek Büyük Sırbistan için de savaşmakta. Fakat Rusya Ukrayna'da kaybederse, (içinde Türkiye'nin de olduğu) NATO Balkan'ın tamamını şemsiyesine alacak ve bu durum Kosova'da yeni bir Sırp-Arnavut savaşı tehlikesini bertaraf edecektir. Sonuç olarak, Türkiye'nin Rus-Ukrayna Savaşı'nda bir barış faktörü olarak, NATO içinde istikrar faktörü olarak ve, oynadığı rol günün birinde Brüksel tarafından doğru takdir edelirse, AB içinde bir reform faktörü olarak güçlenmesi Kosova'nın stratejik çıkarına uygun bir durumdur. (2 Haziran 2022).

Milazim Krasniqi kimdir?

Milazim Krasniqi (1955) Priştine Üniversitesi'nde gazetecilik ve edebiyat profesörüdür. 2004 yılında Filoloji Fakültesi Gazetecilik Bölümünde doktora derecesini almış, 2006-2019 yılları arasından aynı bölümün başkanlığını yapmıştır.

Priştine Üniversitesi Filoloji Fakültesi Medya Enstitüsü kurucusu ve Media adlı derginin ilk editörüdür. Prof. Krasniqi, 2001-2009 yılları arasında Kosova Radyo Televizyonu Yönetim Kurulu Başkanlığı, 2008-2010 yıllarında ise Priştine Üniversitesi Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır.

Şiir, roman, piyes, araştırma ve yayıncılık alanında yayımlanan kırkın üzerindeki kitaplarından bazıları şunlardır: Letërsia dhe besimet fetare (Edebiyat ve Dini İnançlar), Soneti në poezinë shqipe Arnavut Şiirinde Sone), Islami i keqkuptuar dhe fatkeqësia botërore (Yanlış Anlaşılan İslam ve Dünyanın Felaketi), Fotografitë e kujtimeve (Hatıra Fotoğrafları), Rulet rus për Ali Pashën (Ali Paşa İçin Rus Ruleti), Monedha e Gentit (Genti Sikke), Nacionalizmi shqiptar (Arnavut Milliyetçiliği), E kujt është kjo kulturë (Bu Kültür Kimin). Krasniqi ayrıca yükseköğrenime yönelik şu kitapların müellifidir: Hyrje në Gazetari (Gazeteciliğe Giriş), Ekskomunikimi si histori e fshehur (Gili Tarih Olarak Aforoz).

Krasniqi, eşi Edibe Krasniqin hanımefendiyle Priştine'de yaşar ve üç çocuk babasıdır.

Haber Ara