Dolar

34,8774

Euro

36,7330

Altın

3.039,84

Bist

10.113,81

Osmanlıda Cadılık Kavramı ile Avrupa’da Cadılara Uygulanan Cezalar

Cadı, birçok din ve mitolojide kötü amaçlara hizmet eden ve doğaüstü güçleri olduğuna inanılan kişidir.Siyah pelerinli, Orta boylu, sivri başlıklı, korkunç yüzlü, süpürgesiyle uçan bir kadın figürü resmedilir.Azınlıkta da olsa erkek cadıların varlığından da söz edilmektedir.Afrika'dan, Avrupa'ya; Hindistan'dan, Orta Doğu'ya; neredeyse tüm dünyada büyücülerin ve cadıların pek çok kültürde mevcut olduğu görülmektedir.

2 Yıl Önce Güncellendi

2023-02-03 16:32:05

Osmanlıda Cadılık Kavramı ile Avrupa’da Cadılara Uygulanan Cezalar

Cadı kelimesinin pek çok anlamı olmakla beraber; bilinenen eski hali Avrupa'da Almanca içerisinde görülmektedir. Kelime“hagazussa” kelimesinden türemiştir. Bu kelimeye anlamcaen yakın olan kelimeler “tunripa, zunrite ve waliderse”dir.Türkçe'ye ise“cadı” Farsça “câdû” kelimesinden geçmiştir. Türkiye'de farklı ağızlarda "cazı", "cazi" ya da "cazi kari" olarak da bilinir.

Cadıların tam olarak ne zaman ortaya çıktığı belirsizdir. M.Ö. 10. yüzyılda, İsrail'in ilk kralı Şaul'a savaş esnasındaöleceğini söyleyen Endor tarihte bilinen ilk cadıdır. Tarihi derinliğibu kadar gerilere giden cadılığın, akıl ve felsefenin önplana çıktığı eski Yunan'da dahi izlerine rastlanmaktadır.

Genel görüşe göre cadılar geceleri ortaya çıkan, kötü işler yapan, insanların zararına çalışan kişiler olarak bilinmektedir.Topluma zararı dokunan bu kişiler tabii ki cezasızbırakılmayacaktır. Cadılık inancının en yaygın şekilde görüldüğü ve en ağır şekildecezalandırıldığı toplum Orta Çağ zamanı olarak adlandırılan devirde Avrupa kıtasıdır.

  1. yüzyılda Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Kafkaslar ve Kırım taraflarında bizzat kendisinin şahit olduğunu söylediği cadılık olayları ile karşılaşmıştır. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre ne olduğunu sorduğunda Çerkezler “Vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur, Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar” şeklinde cevap vermişlerdir. Çevresindekiler ile beraber havada yaşananları hayretle izlemeye başlayan Evliya Çelebi olayı şöyle aktarır: “Büyük ağaçlar, küpler, tekneler,hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalarabinmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerinebinmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarısavaşa tutuşur. Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulaklarısağır eden bir gürültü ortalığı kaplar. Havadan yere keçe, sırık,küp, tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayetat, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaktadır. 7 Abazaoburu ve 7 Çerkez oburuyla sarmaşıp yere düşünce, Çerkez cadılarıhemen 2 Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölüleriniateşe atarlar. Horozların ötmesiyle biten savaşın ardındanoburlar (cadılar) da giderler.” Kafkas ve Kırım bölge nüfuslarının yoğunlukla Müslüman olduğu ve Avrupa kültüründen daha farklı kültürlere sahip oldukları düşünülürse cadılık gibi doğaüstü olayları sadece kültür ile açıklamanın mümkün olmadığı anlaşılacaktır.

Aydınlanma Çağında Karanlık Devir

Aydınlanmanın çağı ile beraber halk üzerindeki eski gücünü kaybetmeye başlayan kilise, iktidarını pekiştirmek için bünyesinde bulunan din gücünü sonuna kadar kullanmayı amaçlamıştır. Bunu gerçekleştirebilmek için halka; kıyametin yaklaştığını, şeytanın serbest kaldığını ve şeytanın yardımcıları olan cadıların çalışmaları sayesinde ilahi güçlerin çöküşünün başladığını empoze etmişlerdir. Bu sonu engellemek için şeytanla ve yardımcıları ile mücadele etmek gerekiyordu. Bu sebeple de kilisenin kurduğu engizisyon mahkemeleri ile cadı olduğuna inandığı kişileri en ağır şekilde cezalandırdığı bilinmektedir.

Bilinen cezalandırma şekillerinden en yaygın olanı işkenceden geçirilerek kazığa bağlanıp diri diri yakma olsa dahi bunun ile beraber verilen başka cezalara da rastlanmıştır. Suçun işlevine göre vücudun parçalandıktan sonra yakılması, kızgın demirler üzerine yatırılması gibi cezaların verildiği de bilinmektedir.

Osmanlıda Cadı kavramına ideolojik yaklaşım

Takvîm-i Vekāyi‘nin 21 Cemâziyelevvel 1249 (6 Ekim 1833) tarihlinüshasında Bulgaristan'ın Tırnova kazasında yaşanan bir cadı avı haber konusuedilmiştir. Tırnova Naibi Ahmet Şükrü Efendi tarafından merkeze iletilenhaberde, bazı görünmez yaratıkların evleri basarak ortalığı karıştırdığından,insanların üzerine saldırdığından bahsedilmektedir. Olup bitenlerden dolayıkorkuya kapılan Tırnovalılar'dan iki mahalle dolusu insan evlerini başka yerleretaşımak zorunda kalmışlardır. Nihayet bu görünmez yaratıkların “cadı”, ya dagünümüzdeki daha popüler adıyla “hortlak” olduğuna karar verilmiş vehortlakların yattığı yeri bulmakla meşhur Nikola denen bir gayr-i müsliminyardımına başvurulmuştur. Tırnova mezarlığında cadı avına çıkan CadıcıNikola'nın tespit ettiği mezarlar iki eski yeniçeriye aittir. Mezarlar açıldığında

karşılaşılan manzara ise yeniçerilerin çürümemiş cesetleridir. Bedenleribüyümüş, saçları ve tırnakları uzamış, gözleri ise kan dolmuş vaziyettedir. Bütünbu alametler her iki yeniçerinin cesedinde kötü ruh barındığını ispatlamaktadır.Kötü ruhlardan kurtulmak için Nikola'nın salık verdiği ilk yöntem cesetlerinkarınlarına kazık saplanıp yüreklerine kaynar sudökülmesidir. Ancak yöntemişe yaramamıştır. Bunun üzerine Cadıcı Nikola, cesetlerin ateşe verilmesigerektiğini bildirmiştir. Şer‘an uygun olduğunun onaylanmasından sonra cesetleryakılmış ve böylelikle Tırnova halkı cadı belasından kurtulmuştur. Bu olayda Uygulanan cezanın Avrupa ile benzerlik göstermesi de dikkat çekicidir.

Yukarıda, Osmanlı İmparatorluğu'nun resmî yayın organı olan Takvim-i Vekâyi'denalıntıladığımız pasajdaki olayın örüntüsünden çok devletin ve halkın gözünde yeniçerilerin

imajı ya da onlara ilişkin nasıl bir imaj yaratılmaya çalışıldığı konusu da dikkatleri çekmektedir.

Tarihte öldükten, hattagömüldükten sonra canlanan insanlara ait pek çok hikâye bulunabilir.

Günümüzde dahi hemen hepimiz aile büyüklerimizden, ya da etrafımızdaki

görüp geçirmiş kimselerden buna benzer hikâyeler dinlemişizdir. Konuhakkında hazırlanmış bilimsel bir çalışmada, er-Râzî, İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd gibibüyük İslam alimlerinin, damar tıkanması ve inme neticesinde ölen kimselerinüç günden önce gömülmemesini önerdiklerinden; onların bu önerisinin geçenyüzyıla kadar Avrupalı doktorlar tarafından da uygulandığındanbahsedilmektedir. Özellikle bu iki sebepten dolayı gerçekleşmiş bazı ölümvakalarında insanlar, saatler sonra tekrar hayata dönebilmektedir.

Osmanlı Devleti'nde yaşanan cadı vakalarından biri de1896 yılında meydana gelmiştir. 17 Mayıs 1896 tarihinde İşkodraValisi Ferik Abdullah'ın İçişleri Bakanlığı'na çektiğitelgrafta ifade ettiği üzere bugün Arnavutluk'a bağlı bir şehirolan İşkodra'da ilginç bir cadılık vakası yaşanmıştır. İşkodra'yabağlı Boyıça köyünde ortaya çıkan bir kişi cadı olduğunu çevredeki

Malisör halka ilan etmiştir. Adını dağ anlamına gelen‘malisya' kelimesinden alan Malisörler yani dağlılar Arnavutluktoplumunun önemli bir unsurudur. Kendi menfaati uğruna halkın arasında fitne fesat çıkaranAnko isimli bu kadının yakalanması merkezi yönetim tarafından

istendiği gibi, halka nasihatte bulunacak memurlarda gönderilmiştir. Bu memurların yaptığı tahkikata göre bahsigeçen Anko isimli kadın cadı olduğunu itiraf etmekle kalmamışaynı zamanda çevresinde kendi gibi cadı olan kişilerin debulunduğunu, zaman zaman bu cadıların büyük insan ve çocukları,hayvanları yediklerini beyan etmiştir.Köyhalkı toplanarak cadı olduğu söylenen bir kişinin evine gitmişlerdir. Sabah erken saatlerde gidilen evde cadı olduğunu itirafetmesi için baskı yapılan ev sahibesi, gelini Avili'nin cadıolduğunu söylemiştir. Avili, el ve ayakları bağlanıp iki ateşarasında yakılmaya başlanınca mecburen cadı olduğunu itirafetmiştir. Ancak bu mecburi itirafla bazı organları yanmışhalde kendini kurtarabilmiştir. Ahalinin vahşi cezalandırma yöntemlerini uygulayarak daha kötü olaylara kapı aralamamasıadına devlet tarafından bu tür vahşilikler yasaklanmıştır.Bu çerçevede fitneye sebebiyet vermiş olan adı geçen cadıAnko ve oğlunun yakalanmasına çalışılmış, sadece Anko yakalanmışve merkez vilâyette hapsedilmiştir. Bu kişinin bölgedenuzaklaştırılmasının daha uygun olacağı düşünüldüğündengelecek olan ilk vapurla İzmir'e gönderilerek bölgeden uzaklaştırılması teklif edilmiştir.

Osmanlı'da yaşanan cadı vakalarını, o zamanın siyasî ve sosyal şartlarıdoğrultusunda değerlendirmeye yönelik bir fikir de Osman Saygı'dangelmiştir. Çoğunlukla Balkanlar sahasında ortaya çıkan buhadiselerin, Türkleri Balkanlar'dan uzaklaştırmak için düşmanlar tarafındanhazırlanmış birer tuzak olabileceğine işaret etmiştir.

Bir başka görüşe göre çeşitli sebeplerle bulunduğu bölgeden göç etmek isteyen insanların, bunu devletin takibine uğramak endişesinitaşımaksızın, meşru bir şekilde yapabilmek için sağlam bahanelere duyduklarıihtiyacın, Osmanlı tarihinde yaşanan cadı vakalarının ortaya çıkışında etkiliolabileceği düşüncesini uyandırmıştır.

Osmanlı tarihindeki cadı vakalarının tamamını göçe bağlayamayız. Farklısebeplerden kaynaklanan veya herhangi bir özel sebebi bulunmayan cadıvakaları da yaşanmış olabileceğini hatta, vampirler gibi yaşayıp onlar gibi yokedilen Osmanlı cadılarının, Türklere ait batıl inançların Rumeli'degayrimüslimlere ait batıl inançların etkisi altında şekillenmesi neticesinde,gelenekselleşmenin birer ürünü olarak ortaya çıktıklarını kabul etmek gerekir.

Ancak, kendisine intikal eden hemen her cadı vakasında mezarların açılmasınaizin verilmesini devletin göçü engelleyici politikası ile açıklayabiliriz. Cadılarhakkında sahip olduğumuz Ebussuud dönemine ait ilk veri, cadılarla mücadeleiçin şer‘an öngörülen yöntemde esas noktanın göç olduğunu kuvvetli bir şekildeortaya koymaktadır.

Sonuç Olarak Osmanlı İmparatorluğu'na baktığımızda, cadılık mefhumuna ilişkin fazla örnek yoktur buna mukabil, büyücülükle iştigal edenlerin Avrupa'da korkunç cezalarla cezalandırılmak yerine Osmanlı'da daha çok sürgün edildiklerini görüyoruz. Örneğin Nuruosmaniye'de üfürükçülük yaparak halkı dolandıranCezayirli Hacı Mehmed hakkında kanuni işlem yapılması ve dolandırılanların hakkınınalınması öngörülüyordu. Yine Aksaray'da sihirbazlık yaptığı anlaşılan Bağdatlı Abdülvahabisimli şahsın, usulü dairesinde Dersaadet'ten uzaklaştırılmasına karar verildiği görülmektedir.

Haber Ara