Dolar

32,2098

Euro

34,7405

Altın

2.444,47

Bist

10.218,58

Dinin özü ahlak mı?

Prof. Dr. Şinasi Gündüz “Dinin özü ahlak mı?” başlıklı aşağıdaki yazısında, din ve ahlak ilişkisine dair güncel tartışmaları değerlendiriyor ve yaşanan ahlaki sorunlarla hastalıklı din ve dindarlık algısı arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-08-15 16:40:19

Dinin özü ahlak mı?

Günümüzde din ve ahlak ilişkisine dair tartışmalarda iki husus ön plana çıkıyor. Bunlardan biri, dinin özünün ahlak olup olmadığı diğeri ise ahlak için zorunlu olarak bir dine ihtiyaç olup olmadığı hususunda…

Din ve ahlak kavramları arasında yakın bir ilişki olduğu bir vakıadır. Benzer şekilde dindar kişilik ile “güzel ahlak” olarak tanımlanan olumlu ahlaki karakter arasında da doğrudan bir ilişkinin olması beklenir.

Bütün dinlerde ahlak, iman ve ibadet/muamelat alanıyla birlikte dini öğretilerin üzerine bina edildiği üç temel alandan birisini oluşturur. Dolayısıyla ahlak, dini öğretinin ayrılmaz bir parçası olarak görülür. Bu nedenle her inanç sisteminin bir ahlak anlayışı vardır ve bu anlayış metafizik, teoloji, insan, evren, hakikat ve kurtuluş gibi dinin diğer öğretileriyle de yakından irtibatlıdır.

Bu doğrultuda yalnızca İslam açısından değil bütün dini gelenekler açısından bakıldığında, ahlak ile iman ve ahlak ile makbul ibadet arasında ayrılmaz bir ilişki vardır.

Günümüz toplum yapısında kendisini dine bağlı ya da dindar olarak tanımlayan insanların bireysel ve sosyal yaşantılarında ortaya koydukları ahlak dışı tutum ve davranışların,din, dindarlık ve ahlak arasındaki ilişkininsorgulanmasına yol açtığı bilinmektedir. Bunun yanı sıraahlakın temel referansının ne'liği ve din ve ahlak ilişkisi tartışmalarında ahlakın evrensel anlamda yeniden ele alınıp tanımlanmasına yönelik bazı yaklaşımların dillendirildiği de görülmektedir. Özelikle dünya genelinde egemen paradigma haline gelen seküler ve liberal dünya görüşü, ahlak için zorunlu olarak bir dine ihtiyaç olup olmadığı konusunu tartışmaya açmıştır. Bu görüşü dillendirenlerce, ahlakın dinden tamamen bağımsız olduğu ve ahlak için zorunlu olarak bir dine ihtiyaç olmadığı savunulmaktadır.Böylelikle bazı çevrelerce, Tanrı'ya ve ahirete imandan bağımsız olarak seküler değerlere dayalı evrensel bir ahlak sistemi öngörülmektedir.

Aslında bu durum, moderniteyle birlikte geleneksel dini yapılara, metafiziğe, teolojiye biçilen rol doğrultusunda dini değerlerin sosyal yaşamda görünürlüğünün ve belirleyiciliğinin sınırlandırılması kapsamında bir tavırdır. Metafiziği ve teolojiyi sadece iman alanı olarak tanımlayıp Tanrı ve ahiret inancının ekonomiden hukuk sistemine siyasetten eğitime sosyal yaşamdakibelirleyiciliğine karşı çıkan modernite, sosyal yapıya yönelik insan davranışlarıyla ahlak kavramını insan merkezli liberal ve seküler perspektif doğrultusunda dizayn etmektedir.

Bir üstün güce, Tanrı'ya, hesap, yargı ve yapılanların karşılığının görüleceği bir öte dünya inancına yer vermeyen bir yapının nasıl bir ahlak sistemi üreteceği ve bunun teorik ve şekli yönü bir tarafa ne kadar tutarlı ve sürdürülebilir olacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Toplumsal yapıda katı sekülerizmi esas alan ülkelerle halkların gerek kendi toplum yapılarında gerekse dünya genelinde nasıl bir ahlaki sistem inşa ettikleri, güce dayalı haklılık ve meşruiyet algısının günümüzde nasıl genel geçer bir değer haline getirilip zulmün ve sömürünün meşrulaştırıldığı göz önünde bulundurulduğunda bu tartışma daha da dikkat çekicidir.

Bu noktada, ünlü Rus yazar Dosteyevski'nin,“Tanrı yoksa her şeye izin vardır” şeklindeki meşhur sözüyle, ancak Tanrı ve Tanrı'nın hesap soracağına dair bir imanın insanı ve toplumu kaostan, başıboşluktan ve keyfilikten alıkoyacağına dair yaklaşımını hatırlamakta yarar vardır.

Ancak geçmişte de sıkça örneklerine rastlandığı gibi bugün de Allah'a ve ahirete iman ettiğini söyleyen birçok çevrenin ele geçirdiğiekonomik, siyasal, askeri ya da bürokratik güç ile zulmü, yolsuzluğu, haksızlığı ve bencilliği adeta yaşam tarzı haline getirmiş olduğu da bir gerçektir. Hatta bu gayri ahlaki tutum ve tavırların dindarlık kisvesi meşrulaştırılıp perdelenmeye çalışıldığı de bir vakıadır.

Bu tarz tutum ve tavırların bir dine bağlılıkla tanrı ve ahiret inancının zorunlu olarak ahlaki tutumlar üretmediğine dair görüşlere malzeme yapıldığı görülmektedir. Dahası dinden kaynaklı ahlakın sorunlar üretmekte olduğu, dolayısıyla ahlakın kaynağının din, dini referanslar ya da metafizik varlıklar olmaması gerektiği tartışılmakta ve böylelikle seküler ahlak fikri temellendirmeye çalışılmaktadır.

Ancak gerçekte burada sorun din, dini inanış ve ahlak ilişkisi değil, kendisini dine bağlı ve dindar diye tanımlayan kişi/kişiler ile ahlaki tutum ve tavırlar arasında ilişkidir. Asıl sorun; insanların hastalıklı din ve dindarlık anlayışlarındadır.

Bir başka ifadeyle örneğin Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğini, Müslüman olduğu söyleyen bir kişinin İslam'ın öngördüğü ahlakın gereklerinden uzak olması, onun Allah'a ve ahiret gününe imanının ve Müslümanlığının sorunlu olduğunu göstermektedir. Zira İslam'ın temel referansları olan Kur'an'da ve Hz. Peygamber'in Sünnetinde sıkça vurgulandığı gibi iman etmek imanın gereklerine bağlı kalmakla yakından ilişkilidir. İmanın bireysel ve sosyal yaşamdaki insan tutum ve davranışlarını yönlendirmesine dair gereklerine riayet etmemek imanı boş bir iddia haline getirir; kişinin kendisine yönelik Müslümanlık nitelemesini anlamsızlaştırır. Bu nedenledir ki Kur'an'da bazıları iman ettikleri söylüyorlar oysa onlar iman etmemişlerdir denilmektedir. Benzer şekilde Hz. Peygamber'in, komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir hadisinde olduğu gibi, Müslüman kimliğin ayrılmaz parçası olan tutum ve tavırlara vurgu yaparak şunu şunu yapmadıkça iman etmiş olmazsınız şeklinde sayısız uyarısı vardır.

Hz. Peygamber, iman bakımından en mükemmel olanın ahlakı en güzel olan olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla iman ile güzel ahlak arasındaki yakın ilişkiyi vurgulamaktadır. Bu durumda mümin, güzel ahlakı yaşamında esas almış olan bireydir.

Hz. Peygamber, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğini vurgulamaktadır. Güzel ahlakın temeli Allah'ın kitabıdır. Nitekim, kendisine Peygamberin ahlakından bahset diyenlere Hz. Aişe, siz Kur'an okumuyor musunuz, Hz. Peygamber'in ahlakı Kur'an'dı diyerek Peygamberin ahlakının temelinin Kur'anolduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda düşündüğümüzde İslam'da ahlak, din ve dinin temel referansı olan Kur'an ile iç içe olan bir kavram olarak karşımıza çıkar.

Peki İslam açısından baktığımızda din ile dinin temel referansı olan Kur'an ile iç içe olanahlakıntemle ilkesi ya da özü nedir?

İslam ahlakının temeli ve öncelikli ilkesi hukukullah, yani Allah'ın haklarının gözetilmesidir. Bunun öncelikli şartı ise Allah'a hakkıyla gereği şekilde iman etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, O'nun belirlediği tüm sınırlara yani doğruya ve yanlışa, harama ve helale ve iyiye ve kötüye dair kurallara gönülden bağlı kalmak, bunları içselleştirmek ve riayet etmektir.

İslam'da Allah'ın sınırlarına, hududullaha riayet; Allah'ın kulları üzerindeki hakları arasında değerlendirilmiştir. Kur'an'da, “İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, sakın bunları aşmayın. Kimler, Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerdir” denilmektedir. Bir hadisi şerifte de Allah Resulü, Allah'ın kulu üzerindeki hakkı nedir, diye sorduğunda, Allah ve Resulü daha iyi bilir denilmesi üzerine “Allah'ın kulu üzerindeki hakkı kulun Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamasıdır” demektedir.

Kur'an başta adalet, doğruluk ve iyilik gibi değerler olmak üzere tüm ahlaki değerleri güzel ahlakın temeli olan bu temel ilke yani hukukullaha ve bunun gereklerine riayet etmek ile ilişkilendirir. Bu doğrultuda iman edenleri adalete sımsıkı bağlanma ve kendileri ya da en yakınları aleyhine bile olsa adaletten asla ayrılmamaları gerektiği konusunda uyarır. Benzer şekilde iyiliğin lafla olmaması gerektiğine bireysel ve sosyal tutum ve davranışlarla içinin doldurulması gerektiğine dikkat çeker. İyiliğin yüzün doğuya ya da batıya çevirmekten yani sözden/şekilden ibaret olmadığı hatırlatılıp, asıl iyiliğin başta Allah'a ve ahirete iman olmak üzere tüm iman esaslarının hakkıyla kabulü, yoksullara, ihtiyaç sahiplerine yardım etmekle, infakta bulunmakla, namazı ikame etmekle, zekat vermekle, verilen söze bağlılıkla ve sabretmekle gerçekleşeceğine vurgu yapılır.

Tüm bunları dikkate aldığımızda dinin temel bir ifadesi olarak güzel ahlak, bireysel ve sosyal yaşamda imanın sorumluluklarının yerine getirilmesi halidir. Bu yönüyle ahlak, bireysel tutum ve tercihlerimizden sosyal ilişkilerimize tutumlarımıza kadar tüm yaşantımızı kuşatan bir kapsama alanına sahiptir. Bunun özü ise Allah'ın haklarına riayettir. Allah'ın hakkına riayetin gözetilmemesi, bireysel ve toplumsal yaşamda ahlaki umdelerin göz ardı edilmesi, bireysel ve sosyal yaşamın ifsadının temel nedenidir.Bu ifsat,kişinin tutum ve tavırlarında bencillik, zulüm, hırs, tamahkârlık, kibir, riyakârlık, açgözlülük, kıskançlık, cimrilik ve çıkarcılık gibi ahlaki zafiyetler şeklinde ortaya çıkar; toplumsal alanda zulme, haksızlığa, hırsızlığa ve fesada yol açar. Böylesi bir tavır ve tutum içinde olan kişinin Allah'a hakkıyla imandan, O'nun belirlediği sınırları gözetiyor olmaktan ve Allah'a teslim olma yani Müslümanvasfından uzaklaşmış olduğu aşikardır.

Son olarak,din ve ahlak ilişkisini İslam'ın temel referansları bağlamında ele aldığımızda,dini iman ve ibadet kavramlarından soyutlanmış birahlaka indirgemeye dayalı seküler perspektifin yanlışlığı ortadadır. Zira ahlakın iman ve ibadetle ayrılmaz bir ilişkisi vardır. İman ve ibadet kavramları ahlaktan ayrı düşünülemeyeceği gibi ahlak da bunlardan ayrı değildir.Günümüzün hastalıklı din ve dindarlık anlayışının arka planındaki temel sorun, iman ve ibadet ile ahlakın birbirinden ayrı düşünülüp değerlendirilmesidir.

Haber Ara