Dolar

34,8957

Euro

36,6205

Altın

3.009,45

Bist

10.058,63

Dört eski Bakan ile ilgili Soruşturma Komisyonu Raporu (5)

Dört eski Bakan ile ilgili Soruşturma Komisyonu Raporu (5)

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-01-12 15:19:06

Dört eski Bakan ile ilgili Soruşturma Komisyonu Raporu (5)
Dört eski bakanla ilgili Soruşturma Komisyonu Raporu'nda eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın savunmalarına yer verildi.

Çağlayan savunmasında, şahsına yükletilen suçların tamamen gerçek dışı olduğunu, tarafından da asla işlenmediğini belirterek, şu ifadelere yer verdi:

"Hakkımda toplanan tüm deliller hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş olan delillerdir. Çünkü bir bakan hakkında TBMM Genel Kurulu'nca soruşturma açılmasına karar verilmedikçe soruşturmaya başlanamayacağı ve dolayısıyla da şüpheli sıfatını alamayacağından iletişiminin denetlenmesi tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izlenmesi mümkün değildir. Tarafımdan resmi belgede sahtecilik suçu işlenmemiştir. Her şeyden önce tarafıma yüklenilen bu fiil ve suçlarda hangi resmi belgeyi sahte düzenlediğim ya da içeriğini tahrip ettiğim veya değiştirdiğim ya da kullandığım hususlar fiil, zaman ve yer gösterilerek belirtilmediği için burada size somut bir savunmada bulunamıyorum. Tüm bunlarla birlikte soruşturma önergesinde benim Gana uçağıyla ilgili adli ve idari soruşturmaları engellendiğim iddia edilmektedir. Ancak konuyla ilgili belgeleri incelediğinizde göreceksiniz ki herhangi bir idari ve adli soruşturmaya engel olmam söz konusu olmamıştır. Tarafımdan rüşvet suçu işlenmemiştir.

Türk Ceza Kanunu'nun 252. maddesine göre, rüşvet suçunun failinin görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için kendisine veya bir başkasına menfaat sağlayan bir kamu görevlisi olması gerekmektedir. Suç teşkil ettiği iddia olunan işin Ekonomi Bakanı olarak benim görev alanıma giren bir iş olmaması nedeniyle böyle bir fiili de işlemem mümkün değildir. Ayrıca, ortada konuyla ilgili olarak savcılığın talebiyle Halk Bank tarafından yapılan bir teftiş ve soruşturma bulunmaktadır. Halk Bank tarafından aracılık edilen İran'la ilintili dış ticaret işlemlerine ilişkin iddiaların 4 müfettiş tarafından incelendiği bilinmektedir. Halk Bank müfettişleri tarafından yapılan 22 Ocak 2014 tarih ve 11406 görev kodlu raporda sahte belge kullanıldığı komisyon oranlarının banka zararına olacak ve müşteriler lehine düşük tutulduğu, müşteriler arasında ayrımcılık yapılarak bazı müşterilerin iş ve işlemlerinin kasıtlı olarak engellendiği savlarının gerçek dışı olduğu ve yapılan işlemlerin bankacılık mevzuat ve teamüllerine uygun olduğu, bu hususlarda herhangi bir usulsüzlüğe rastlanılmadığı belirtilmiştir. Tarafımdan Kaçakçılık Kanunu'na muhalefet edilmemiştir. Ben böyle bir iddiayı da kesinlikle huzurlarınızda reddediyorum. Bu konuda altın ticareti hakkındaki mevzuat, teftiş raporu ve kovuşturmaya yer olmadığına dair Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nın vermiş olduğu takipsizlik kararı muvacehesinde benim Kaçakçılık Kanunu'na muhalefet oluşturan herhangi bir fiilim de yoktur.

Bu bağlamda, soruşturma önergesinin dayanağını teşkil eden tüm bu iddialar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü iki ayrı soruşturmada ayrıntılı olarak değerlendirilerek sonucunda 'kovuşturmaya yer olmadığına' kararları verilmiştir. Suça konu saat tarafımdan sipariş edilmiştir. Daha evvel de bunu ifade etmiştim biliyorsunuz. İşlerimin yoğunluğu nedeniyle saati, ismi bilinen, benim tanımadığım Murat Yılmaz getirmiş ancak bedeli, defalarca ifade ettiğim gibi, tarafımdan ödenmiştir. Getirilen saat, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nca yolcu beraberinde getirilen, ticari amaç taşımayan zati eşya kapsamında değerlendirilmeyerek tahakkuk ettirilen vergi de tarafımdan ödenmiştir. Şirket hisselerini devrettiğim kardeşimin bana yapmış olduğu ödemeyle saatin ödemesini yaptım ve bu da mal bildirimimde çok net bir şekilde görülmektedir. Bedelini ödediğim saat dışında, bedelini ödediğim piyano dışında hiçbir hediye almadım. Rıza Sarraf aleyhine haber yapılmaması için Fatih Karaca ile bir görüşme yapmadım. Piyano konusu da konuşuldu. Bu piyano, tarafımdan satın alınmıştır, bunun bedeli de ödenmiştir ve yine muhatap, savcılık sorgusunda bunun bedelini benden tahsil ettiğini ifade etmiştir, bu mal bildirimimde de gösterilmiştir. Piyanoyu da, yine onu da söyleyeyim, hanımımın şahsi 47 bin eurosunun 40 bin eurosuyla ödedim."

- "Açık bir darbe girişimi"

Raporda, eski Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın savunmasına da yer verildi. Bayraktar, savunmasında, 17 Aralık operasyonunun, aslında adli bir vaka olmayıp özü itibariyle devlete, hükümete ve millet iradesine karşı yapılmış bir komplo ve açık bir darbe girişimi olduğunu ifade etti.

Bayraktar'ın raporda yer alan savunması şöyle:

"Hatta millet iradesinin temsilcisi TBMM'ye karşı yapılmış en vahim saldırı, en büyük saygısızlıklardan birisidir. 17 Aralık darbe girişimi dosyasını hazırlayan savcı kendisini açıkça TBMM Soruşturma Komisyonu yerine koyarak iddianame tarzında bilgi notu hazırlamış, suç isnadında bulunmuş ve fonksiyon gaspı yapmıştır. Açık bir fonksiyon gaspında bulunan savcı, önceden kolluk tarafından hazırlanmış ve anlamı bozulacak şekilde düzenlenmiş telefon görüşmelerini ve hukuken delil niteliği bulunmayan olayları sanki sübut bulmuş gibi kabul ederek adeta fezleke hazırlamıştır. Savcının hazırladığı fezleke tarzındaki bilgi notunun hiçbir hukuki niteliği yoktur. Bu görüşmelerin kırpılarak verilmesine rağmen yine de suça konu olabilecek bir görüşme oluşturulamamıştır. Belli ki çirkin emeller için bir senaryo yazılmış, bu senaryoya göre hayali bir örgüt kurulmuş ve de varsayıma dayalı olarak suç oluşturulmaya çalışılmıştır. Şahsımın da bu sözde örgütün yaptığı eylemlerden haberi olduğu gerekçesi ile suça iştirak ettiğim ima edilmiştir. Bakanlığımızla ilgili olarak süreç, 16 Eylül 2012 tarihinde isimsiz ve imzasız dedikodu niteliğindeki bir ihbar mektubuna istinaden hukuksuz bir şekilde başlatılmıştır. İhbar mektubu üzerine talep edilen iletişim tespiti İstanbul 16. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 24 Eylül 2012 tarihli kararla 'yeterli delil olmadığı' gerekçesiyle reddedilmiş ve yine bu ret kararına yapılan itiraz da İstanbul 40. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 1 Ekim 2012 tarihli kararıyla reddedilerek kesinleşmiştir. Bu kararda da 'mahkemeye sunulan delillerin kuvvetli suç şüphesini uyandırmadığı, e-posta ihbarını yapan kişinin tespit edilip ayrıntılı beyanının alınarak somut delillerin tespitinin gerektiği...' gerekçeleri özellikle belirtilmiştir.

Hal böyleyken ve esasen de bu ret kararından sonra yeni deliller elde edilmeden tekrar talepte bulunulması yasal olarak mümkün olmadığı halde, yeni delil elde edilmeden, birkaç gün sonra aynı ihbarla bu defa İstanbul 33. Sulh Ceza Mahkemesi'nden iletişim tespit kararı alınmıştır. Yani, iletişim tespit kararı hukuki olmaktan uzaktır ve açıkça hukuka aykırıdır. Bütün soruşturma bu minval üzere yürütülmüştür. Savcı hazırladığı fezlekede, sözde örgüt lideri H. Avni Sipahi ve oğlum A. Oğuz Bayraktar ile ilişki kurulmak suretiyle örgütsel bağlantının varlığından bahsetmektedir. Bir an için bu soruşturmaya konu sözde örgütün var olduğunu kabul edelim. Bu sözde örgüt ile benim aramda bir bağ olduğu örgüt lideri olduğu iddia edilen Hüseyin Sipahi ile aramda geçen özellikle iki konuşmaya dayandırılıyor. Nedir bu iki konuşma? Hüseyin Sipahi'nin Belediye seçimlerinde İstanbul Çekmeköy'den, CHP'den aday olup olmama konusunda benden habersiz karar veremeyeceğini söylemesi, benim Bakanlıkla hiç bir işi olmayan 80 yaşındaki bir dostuma yardımcı olması için Hüseyin Sipahi'den ricada bulunmam. Oğlum A. Oğuz Bayraktar ile örgütsel bağlantı içerisinde gösterilen tek telefon görüşmem darbe girişiminin vuku bulduğu 17 Aralık 2013 sabahı oğlumun telefonda 'Baba polisler evi bastı' şeklindeki ifadesinden başka bir şey değildir. Oğlumla başkaca hiçbir telefon görüşmem yoktur.

Bizimle ilişkilendirilen 17 Aralık dosyasına konu olan iddiaların en temelinde iş adamı Ali Ağaoğlu'nun devletten ucuza aldığı arazileri imara açtırması ve keyfi uygulamalar yapması gösterilmektedir. Böyle bir şey kesinlikle yoktur. Ali Ağaoğlu'nun özellikle TOKİ'den aldığı hiç bir arazi ucuza alınmış değildir. Hepsi açık ihaleler neticesinde sonuçlanmış ve piyasa koşullarına göre diğer tüm katılımcılardan çok daha yüksek teklifler verilmiştir. Nitekim Ali Ağaoğlu tarafından kazanılan Kartal ihalesi ile ilgili 25 Aralık 2012 tarihinde Emlak Konut Genel Müdürü Murat Kurum ile yaptığım görüşmemde, ihaleyi kazanan DAP Yapı firmasının Ağaoğlu'nun yan firması olduğunu öğrenmem üzerine, fazla sayıda iş alması Emlak Konutu bloke edebilir endişesiyle, tavsiyem üzerine Emlak Konutun yönetmeliğinde değişiklik yapılarak bir yüklenicinin aynı anda beşten fazla iş almasına yasak getirildi. Kendisine herhangi bir ayrıcalık tanınmadığı da buradan bellidir. Yine dosyada 17 adet imar planından bahsediliyor. Ancak bu planlardan sadece 6 tanesi Bakanlıkça sonuçlandırılmıştır. Diğer 11 tanesi henüz sonuçlandırılmamış ya müracaatta kalmış veya reddedilmiş işlemlerdir. Henüz sonuçlanmayan bu işlemler bile dosyada illegal işlemler olarak yer almıştır. Bu bile başlangıç soruşturmasının hukuksuz ve ne kadar art niyetli olduğunu açıkça göstermektedir.

Bakırköy'de bahsedilen yerde biz bir imar planı onayladık. Bu imar planını 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye istinaden onayladık ve burada yasaya aykırı bir durum kesinlikle yoktur. Yani şöyle bir durum olmuştur, çok samimi olmak gerekirse, bu şahıs, bu imar planını İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden onaylatmak için yaklaşık iki yıl mücadele etmiş, yapamayınca bize müracaat etti. Biz de inceledik, burada, kesintisi konusunda, yüzde 56 civarında -tam bilemiyorum- yüzde 40 kesinti yapılması gerekirken fazla kesinti yapılmıştı, biz de onu usulüne göre onayladık. Askı süresi var bunun, itiraz süresi var, gerekli yasal prosedürlerden geçerek onaylanmıştır. İstanbul'un, Şişli'nin backgroundunu artıracak, marka değerini artıracak şekilde buraya özel proje yaptık. Yasaya göre imar planı zaten geçmez, geçemez. Bu imar planı önce kurullardan geçiyor, sonra komisyonlardan geçiyor, sonra raportörden geçiyor, sonra şef, müdür yardımcısı, müdür ve daire başkanı imzalıyor, ondan sonra genel müdür yardımcısı ve genel müdür, müsteşar yardımcısı ve müsteşar imzalıyor, Bakana geliyor, ondan sonra askıya çıkıyor....Bir imar yaptı diye bir bakanı suçlamak veya bir belediye başkanını suçlamak, bir avukata 'duruşmaya girme' demek, efendim, görevi olan kişilere 'görevlerini yapma' demek anlamına gelir. 'Niye imar yaptın?' Ben bunun mantığını anlayamıyorum. Biz yapmışız, biz kamu kuruluşlarının...

Zorlu Center Özelleştirme İdaresi tarafından satılan yaklaşık 90 dönüm bir yerdir. İmarını Özelleştirme İdaresi yaptı. Buranın projeleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden ve Beşiktaş Belediyesi'nden geçti, ruhsatı Beşiktaş Belediyesi tarafından verildi. Burası bizim önümüze iskan safhasında geldi. Bize müracaat etti. Bu, bizden önceydi, bizim Bakanlık kurulmadan önce bu işler devam etti. Daha sonra, iskan safhasına gelince bizim kurullar Tabiat Varlıkları Komisyonu ve Kültür Varlıkları Kurulu şeklinde ikiye ayrıldı. Bunun yapıldığı yer de Boğaziçi bölgesinde geri görünümde olduğu için Tabiat Komisyonundan geçmesi gerekti iskan alması için. Bize bu saikle geldi. Gelince, biz de binayı oradan görünce, dedik ki, 'bu bina burada -affedersiniz- çok gavur ölüsü gibi duruyor. Yani bunu bir inceleyelim.' Yani bu bina böyle çok sakil duruyor. İnceleyince orada kademelendirmede birtakım hatalar gördüm, binayı çok büyük gördüm. Sonra baktık ki, bu bodrumlardan dolayı, İstanbul İmar Yönetmeliği'nin verdiği imkanlardan dolayı bodrumları yaparak, bodrumları şişirmiş binasını. Bundan sonra, bu önemli bir konu olduğu için bunu gerekli yerlerle paylaştım, böyle böyle, iskan alacak. Bizim inşaatın denetimiyle, kaçaklığıyla, iskanıyla, ruhsatıyla, imar planıyla uzaktan yakından bir alakamız yok.

Sadece iskan sırasında '26'sında benim açılışım var, ben buraya çok önemli kişileri davet ettim, bunu yetiştirin' dedi. Biz de arkadaşlara dedik ki adam doğru bir iş yapmışsa -'tapelerde var bu- eğer doğruysa, projesine uygunsa ve yaptığı şey Tabiat Varlıkları Komisyonu'ndan geçecek şekilde uygunsa bunun işini hızlandıralım, adam mağdur olmasın. Sonra dediler ki, 'bunu bir inceleyelim.' Bizim İstanbul İl Müdürlüğümüz tarafından incelendi. Kademelerinde birtakım sıkıntılar olduğunu tespit ettik. Daha sonra bu sıkıntıları Büyükşehirden sorduk, tolere edilebilir olduğu görüldü ve komisyondan geçirildi. Bana gelmedi, benim bir imzam yok burada. Sadece yardımcı olun diye...'Yardımcı olun' dedim. Çünkü yapılan önemli bir yatırım ve bize de geldi işi. 'Yasalara uygunsa yardımcı olun' diye ifade ettim. Onun dışında bizim orada ne bir yetkimiz var ne yaptığımız bir imar planı var ne verdiğimiz bir inşaat ruhsatı var ne temel üstü ruhsatı var ne iskân müsaadesi var, hiçbiriyle ilgili bizim yetkimiz yok. Zaten buradaki suçlamada da birtakım kaçak inşaatlara göz yumulduğu... Böyle bir yetkimiz yok bizim. Bu yetki tamamen belediyelere ait, bizim böyle bir tasavvurumuz, tasallutumuz olamaz, yasalarda böyle bir şey yok; yapmadık da zaten. Hangi inşaatı mühürlemişiz, hangi inşaata zabıt tutmuşuz, hangi inşaata ruhsat vermişiz, hangi inşaata iskân vermişiz, yok ki böyle bir şey."

Bayraktar'ın, Ataköy sahil şeridinin yaklaşık 1 milyon küsur metrekare bir arazi olduğunu, burasının imar planlarının 1992 ve 1996 yıllarında dönemin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapıldığını ifade ettiği raporda yer alan savunması şöyle:

"Biz oraya imar planı yapmadık ve emsali yüksek. Burasını ben TOKİ Başkanıyken işgalden temizledim. Emlak Bankası malları, Ziraat Bankası malları tahtında TOKİ'ye devredilen mallardan, arazilerden bir tanesi burası. Burası işgal altındaydı. Nasıl işgal altında olduğunu burada bilenleriniz vardır. Yani Rusya'yla bağlantılı, başka yerlerle bağlantılı, nelerin o sahil şeridinde yapıldığını...Biz burayı...Bize ne biçim tehditler yapıldı, nasıl ağır tehditler yapıldı. Biz 'vatan' dedik, 'millet' dedik, 'İstanbul' dedik, burayı işgalden temizledik. Ondan sonra da tabii ki ben burasını... İmar planı olan bir yerin imar planını iptal etsem bana zimmet çıkar. Gönül isterdi ki burasını biz yeşil alan yapalım, imarını durduralım ama buranın bir katma değerle bize geldiği, Emlak Bankası'ndan bize devredildiği...İmarı da vardı, biz imar yapmadık buraya, kesinlikle yapmadık. Dosyada bellidir bu araştırılırsa. Sonra biz bunların bir parçasını Kat Turizme sattık, az önce mevzu ettiğim bu Yeşilköy tarafında olan büyük bölümünü, bir ufak parçayı da bir otelci aldı, ismini bilmiyorum, Rönesans mıdır nedir, bir otelciye verdik, ufak bir parçayı sattık, beri tarafını da yine kat hasılat paylaşımı tarzında ihaleye çıktık, bir sefer çıktık, kimse buraya ihaleye girmedi. Bir daha çıktık, yine giren olmadı. Niye girmiyorlar? Bakırköy Belediyesi 'buraya ruhsat vermem' diye... Orada, Bakırköy'de oturan sakinler devamlı burayı şikayet ediyorlar. Bana geldiler birkaç sefer görüştüm, biz onlarla görüştük, oradaki derneklerle. Nihayet biz bunu gene ihaleye çıktık, ihaleye girmesi için de birilerini teşvik ettik, buraya gelin, ihaleye girin de burayı ihale edelim diye. İhale ettiğim zaman TOKİ Başkanıydım ve yüksek fiyatla ihale ettik burasını. Açık ihaleye gidildi. Ama, Bakan olunca 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de de vatandaş belediyeye müracaat edip belli bir süre içerisinde ruhsat alamazsa, eğer vatandaş da haklıysa valiye müracaat edecek, vali inceleyecek, inceledikten sonra haklı görürse Bakanlığa müracaat edecek. 'Bakanlık bu tip yerlere ruhsat verebilir' diye bizim kanunda var. Onun üzerine ben bunları bakan olduktan sonra çağırdım.

Bunlar çok acıdır. Yani, bunları siz, Komisyon burada... Tabii, ben sizin vaktinizi de alıyorum ama böyle bir ortam oldu, bunları paylaşmam lazım sizinle. Çağırdım bunları, bu iki ortağı, dedim ki, 'Allah sizden razı olsun, siz bu ihaleyi aldınız, devlete para vereceksiniz ama o zaman ben TOKİ Başkanıydım, şimdi Bakanım, ben size yardımcı olacağım, gelin bunun imarını biraz düşürelim. Bakınız, burada evvelden 20 metrekareydi sahil şeridi şimdi 50 metre kanunda. Plandaki haklarınızı boş verin, bunu da biz 50 metreye çekelim, emsali de 2'den 1,5'e düşürelim.' Bunlar orada, inanın, ortağıyla beraber... Dedim ki, 'Eğer emsali düşürürsek daha az para harcarsınız, daireleriniz daha kaliteli olur, daha pahalı satarsınız.' Nitekim öyle satıyor şimdi, 5 milyona mı, 6 milyona mı ne satıyormuş daireleri. 'Daha pahalı satarsınız, gelin bunu kabul edin, ben de size dua ederim' dedim. İnanın, hediyeler gelmişti bana. Bakanım, işte baklava, çikolata mikolata, onlar bana bir şey getirmediler, oradaki hediyelerin hepsini onlara verdim. Kabul ettiler, dediler ki, 'doğru diyorsun, haklısın.' Ben de sevindim. Niye? 'Oradaki millete de bir jest yapalım' dedim. Yani, biz hükümet olduk, orada oturan Ataköy'dekilere de dedik ki: Bakın, buranın katlarını düşürdük, sahilde size bant açtık, terk yaptırdık. Sonra, adam, ne olduysa, on beş gün sonra, yirmi gün sonra geldi "Benim emsalimi düşürdüğünüz kadar bana para iade edeceksiniz." dedi. Dedim ki: Devlet para iade eder mi ya? İstemiyorsan feshedelim sözleşmeyi, tasfiye edelim seni, zararını da verelim tasfiye edelim, yeniden ihaleye çıkalım. Ondan sonra bu adam böyle tezvirat yapa yapa, tezvirat yapa yapa bizi çok ciddi sıkıntıya... Şahittir, Mehmet Ali Kahraman şahittir, TOKİ'deki Ayşe Çalkan şahittir, onların yanında toplantı yaptık, 7- 8 kişiydi, kabul ettiler. Biz orada bir imar planı yapmadık. Ben onun imarını... Biraz azalttık, gene azalttık. Sonra gitti, nerelere gittiyse gitsin, ondan sonra bize çeşitli şekilde baskı yaptı ama biz gene onun imarını biraz azalttık ama 1,5'e düşüremedim. Yani, 1,5'e düşürüp katını... 2'den 1,5'e. Kabul ettiler önce. Dedim, 'ya, bak, şimdi Bakanlık arkanızda sizin, biz size yardımcı oluruz, gelin bunu düşürelim, etmeyin eylemeyin.' Orada belli o, konuşmalarda belli. Ama konuşmaların hepsini koymadılar ki. Konuşmadan dört tane cümleyi koymuş, öbürünü, alttakileri koymamışlar.

Durum bu, Ataköy'ün durumu yani içler acısı bir durum. Yaptığım bu. Belli zaten, incelense belli. İller Bankası bizim, yüzde yüzü devletin olan, kamu kuruluşu niteliğinde bir şirket. Yüzde yüzü hazineye ait ve benim Bakanlığımın ilgili kuruluşudur. Biz kaynak temini için böyle bir yer aldık. Tamamen rapor yasaya uygundur, rapor düzgündür. Orada yaptığımız her şey dört dörtlük, doğrudur. Yapılan iş kamunun işi ve yapılan işlerde raporu ben vermiyorum ki raporu bilirkişiler veriyor, bu işin uzmanları veriyor. Rapordan benim haberim olamaz Sayın Başkanım. Rapordan benim nasıl haberim olsun, nasıl ilgileneyim, nasıl bakayım, nereden bileyim? Diyoruz ki bu yer... Sit alanında imar verilmez diye bir şey yok ki. Eğer sit alanı uygunsa, üçüncü derece sitse, ikinci derece sitse, imar şartları da uygunsa, yasalar da müsaade ediyorsa oraya imar yapılabilir. Burada yapılan da, İller Bankası'nın yerine yapılan yer de -daha orada inşaat yapılmadı, eğer yanlışsa iptal edilir imarı. Beis yok. Boğaziçi ile ilgili biz Büyükşehir'e yazı yazdık, Boğaziçi Kanunu özel bir kanundur, yer ve mekan belli ediyor, ettiği için biz her ne kadar kanun çıkarsak bile sit bölgelerinde, bu kanuna göre bu bölgelerin imar planlarını sizin yapmanız lazım' dedik. Onlar hukuk müşavirliğinden 'Biz bunları yapamayız, sizin yapmanız lazım' diye bize yazı yazdılar, dosyada var bu yazı, onu da size takdim edebilirim.

Bana Başbakanın hiçbir konuda 'bu işi kesin yapacaksın' dediğini ben hatırlamıyorum. İstanbul'dan KİPTAŞ'tan beri beraber çalışıyoruz. Bize 'işi hızlandır, çabuklaştır, yanlış iş yapma' diye talimat verirdi. Biz de kendisine her konuda yani önemli konularda bilgi arz ederdik. Sayın Başbakanım, bunun konusu yanlış mıdır, doğru mudur diye tabii ki esas sorumluluğu olan o olduğu için... Yoksa, bize kesinlikle 'Ali Ağaoğlu'nun, yanlış işini yap' der mi? Böyle bir şey yok, var mı tapelerde? Olsa olurdu. Dosyada şahsımla ilgili telefon konuşmalarının bazı cümleleri konuşmanın anlamını bozacak şekilde çıkarılmış, bazı konuşmaların ön ve arka cümleleri alınmış, bazı önemli telefon konuşmaları ise dosyaya hiç konmamıştır. Bu konudaki soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısının 30 Nisan 2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında da delillerin yetersizliği, delil toplama ve iletişim tespitlerinin hukuki olmadığı, varsayıma dayalı olarak bir örgüt oluşturulduğu gerekçeleriyle adeta bir hukuk dersi verilmiştir.

Şahsıma isnat edilmeye çalışılan suçlar hukuken iştirak halinde işlenmesi gereken eylemleri içerip Türk Ceza Kanunu'na göre tek başıma işleyebileceğim suçlar değildir. Hal böyleyken şüphelilerin tamamına takipsizlik verilen bir soruşturmadan ötürü şahsımın suçlanamayacağı açıktır. Esasen soruşturma savcısı kurduğu hayali suç örgütüne tüm çabalarına rağmen beni dahil edememiş, bunun üzerine dosyayla ilişkilendirmek için telefon konuşmalarının anlamını tahrif ederek 'nüfuzumu bu sözde örgüt lehine kullandığım' şeklinde zorlama bir yoruma sığınmıştır. İlişkilendirilmeye çalışıldığım sözde örgüte yönelik yıllarca fiziki ve teknik takip yapılmış olmasına rağmen, ne ben, ne bürokratlarım ne de aile bireylerime yönelik maddi menfaat temini şüphesi uyandırabilecek en ufak bir bulgu dahi bulunmamaktadır. Sonuç olarak, yukarda arz etiğim hususlar, Komisyona verdiğim ifadelerim, ekte sunduğum bilgiler ve tarafımla bağlantısı olduğu iddia edilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30 Nisan 2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar birlikte değerlendirildiğinde şahsıma yönlendirilebilecek başka bir suç iddiası da bulunmamaktadır."

Komisyon raporunda, Bayraktar'ın malvarlığı incelemesine ilişkin, "malvarlığı araştırması için görevlendirilen bilirkişi tarafından yapılan tetkikat sonucu düzenlenen raporlardan da bakanlık sürecinde ilgili bakan ve yakınlarının malvarlıkları ile gelirleri arasında uyumsuzluk olduğuna ilişkin herhangi bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmıştır" denildi.

(Bitti)

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara