'Ben de büyüyebilecek miyim abla?'
Yönetmen Tülay Gökçimen Suriye savaşını, çocukların gözünden aktaran bir belgesel çekti. Gökçimen, çocukların savaşı en yalın ve gerçek haliyle anlattığını söyledi.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-12-19 12:40:18
Tülay Gökçimen sekiz yıldır belgesel film çekiyor, şimdiye kadar yedi belgesel çekti. Son üç belgeseli Suriye'de yaşanan savaş üzerine. "Haykırış" adlı belgeselinde Suriye savaşını kadınların gözünden anlattı. Ardından Suriye cezaevlerinden çıkan kadınlarla konuşarak ‘Suriye zindanlarında 24 saat’ belgeselini çekti.
Yeni çalışmasında ise Suriye savaşını çocukların gözünden ekrana taşıyor. Belgesel, Ocak ayında "Savaşın Çocukları" adıyla gösterime girecek.
Gökçimen 55 dakikalık belgeseli için Suriye'deki Atme kampında, sınırda Reyhanlı’da, hastanelerde ve İstanbul’da çekimler yaptı. Özellikle Suriye içinde yaptığı çekimler sırasında çok zorlandığını söylüyor. 10-15 kişilik muhaliflerden oluşan bir güvenlik ekibiyle Hatay'dan Suriye'ye geçtiğini, 45 dakikalık zorlu bir yolculuktan sonra İdlib’in Atme kasabasına gittiğini anlatan Gökçimen, "Güvenlik ve saldırı tehdidi nedeniyle çekimleri birkaç saatte yapmak zorunda kaldık. Hava kararmadan Türkiye'ye girmem gerekiyordu" diyor. Bu yüzden çekimler kısa sürede ve saldırı tehlikesi altında tamamlandı.
En küçüğü 4, en büyüğü 12 yaşında, 15 çocukla konuşan Gökçimen, "Suriye savaşını sosyal ve psikolojik yanına çocuklardan öğreneceğimizi düşünüyorum. Çünkü çocuklar yalansız konuşuyorlar. Yani yaşları gereği hiçbir şey katmıyor, ne gördüyse onu anlatıyorlar. Hayatta tek başına ortada kalmış sahipsiz çocuklar aslında şu anda dünyanın en önemli meselesi. Ben de bu belgeselle göz göre göre dünyanın sırtını döndüğü ve bu karmaşada kaybolan bir nesli anlatmak istedim" diyor.
‘Anne babalarını neden kaybettiklerini anlamıyorlar’
Çocukların, savaşın nedeninin çok farkında olmadıklarını, anne babalarının neden öldüğüne anlam veremediklerini anlatan Gökçimen, şöyle devam diyor:
"Aslında her şeyden habersizler. Anneleri ve babalarıyla ortada kalmışlar. Kimi onları da kaybetmiş. Bir anda dünyaları değişmiş. Onlarla konuşurken savaşa dair dillerinde sadece öğretilmiş şeyler olduğunu gördüm. Kimisi 'Biz özgürlüğümüz için savaştık' diyordu. Beş yaşındaki çocuk bile 'Şehadet için savaştık, zulme sessiz kalmadık' diyordu. Ama gerçekten başlarına neden bunların geldiğinin farkında değiller."
‘Her şeyi savaşa bağlıyorlar’
Çocukların çoğunun savaş öncesi hayatları hatırlamadıkları ya da yaşadıkları travmadan dolayı hatırlamak istemediklerini söyleyen Gökçimen "Onlara eski hayatlarını sorduğumda çoğundan 'Bilmiyorum, hatırlamıyorum' cevabını aldım" diyor:
"7 yaşında Halepli Muhammed’e de 'En çok hangi yemeği seversin?' diye sorduğumda 'mulihiye' dedi. Sonra 'Ama biz mulihiye yerken annem öldü' dedi. Bir başkası 'Biz amcamın oğluyla oyun oynardık. Kuzuların peşinden koşardık. O gün patlama oldu, uzaktan kumandalı arabamız da kırıldı' dedi. Bir tanesi, mesela, annesinin ölüm anını, başının nasıl düştüğünü gösterdi. Çocuğun beyninde kalan son kare bu olmuş annesiyle alakalı. Ne sorarsanız sorun, bir şekilde savaşa bağlıyorlar. Hatırladıkları geçmişe çok büyük özlemleri var."
‘Hepsi doktor olmak istiyor’
Gökçimen, çocuklara "Büyüyünce ne olmak istediklerini" sorduğunda hep aynı cevabı aldığını söylüyor:
"Hepsi doktor olmak istediğini söyledi. Bir çocuk, “Suriyeli çocukları güven içinde tedavi edebilmek için onların da tedavi olmaya hakkı var” diye cevap verdi. Biri önce doktor sonra inşaat mühendisi olacağını söyledi. Önce Suriyeli çocukları tedavi edeceğini sonra da ülkesini yeniden inşa edeceğini söyledi."
Hastanelerde de varil bombası ya da diğer bombalar sebebiyle yaralanmış, uzuvları kopmuş veya yanmış çocuklarla konuştuklarını belirten yönetmen Gökçimen burada intihara kalkışan çocuklar bile olduğunu söylüyor:
“Bir çocuk vardı; babası bir yıl önce 'İş aramaya gidiyorum' diyerek evden çıkmış, bir daha haber alamamışlar ondan. Annesi bir gün evde onu yıkıyormuş, bir bomba düşmüş. O bomba sobayı patlatmış annesini bir odaya kızı bir odaya fırlatmış. Çıplak olduğu için bütün vücudu yanmış çocuğun. 12 kere falan ameliyat olmuştu. Kendini beğenmiyordu. Yedi yaşında yedi kere intihara teşebbüs etmişti. Aslında baktığınızda çok hayat dolu bir kıza benziyor ama psikolojik olarak çok kötüydü. En büyük hayali güzel bir kız olmaktı. Bize resim yaptı. Ama, çok karmaşık bir resim çizdi. Resmi, psikologlara tahlil ettirdiğimizde, 'kendinden nefret ettiği' anlamına geldiğini söylediler.”
‘Büyüdüğümde bana kim bakacak?’
Uzuvları kopmuş çocukların gelecek kaygısı yaşadığını belirten Gökçimen kiminin büyüyebileceğine dahi inanmadığını, uzuvları kopmuş olanların ise “Bana kim bakacak?” endişesiyle yaşadığını söylüyor:
"Atme kampında konuştuğum 12 yaşındaki Yusuf’a 'Büyüyünce ne olmak istersin?' diye sorduğumda “Acaba büyüyebilecek miyim abla?” diye cevap verdi. Sürekli silah sesi duyan ve ölümle burun buruna yaşayan çocuklar gelecekten umutsuz. Varil bombasında kollarını ve 3 kardeşlerini kaybeden 8 yaşındaki Ahmet’in en büyük gelecek kaygısı; kendisine kimin bakacağı. 'Ben şimdi küçüğüm, protez kollarımı kardeşlerim bana takıyorlar. Bana büyüyünce kim bakacak? Ben delikanlı olacağım. Delikanlı olunca bu kollar bana olacak mı?' diyordu. Tek dileği gerçek bir kola sahip olmak. Bir gün 'et kolların' icat olacağına inanıyor. Kollarının gökyüzünde olduğunu düşünüyor. 'Gökyüzüne kadar çıkayım, bulutların üstünden o kollarımı alayım, kimseye muhtaç olmayayım' diyor.”
Kampta yaşayanlar gelecekten umutsuz
Kampta, sınırda, hastanede ve İstanbul’da çekimler yapan Gökçimen bu dört mekânda yaşayan çocuklar arasında büyük farklılıklar olduğunu anlatıyor. İstanbul’daki çocukların bir şekilde şehir yaşamına adapte olduklarını belirten Gökçimen kampta yaşayanların ise daha umutsuz ve mutsuz olduğunu söylüyor:
‘Çocukların hepsine resim yaptırdık. Bizimle konuşmayan bir çocuk bile aslında neler hissettiğini resmine aktardı. Sonra psikologlarımız o resimleri değerlendirdiler. Mutlu çocuklar; sınırdakiler ve İstanbul’dakiler. Mülteci kampındaki çocukların hepsi uçak çiziyor. Uçaktan bombalar düşüyor ve yere düşen insanların ağzını kırmızı çiziyorlar.’
‘Türkler bizi neden sevmiyor?’
İstanbul’da günlerce ev arayan 8 yaşındaki Ahmet, belgeselde Gökçimen'e Türklerin kendilerini sevmediğini düşündüğünü ise şöyle anlatmış:
“Burada ev bulmak için çok uğraştık. Oruçluydum. Bize yardım eden ablanın ısrarına rağmen bozmadım orucumu. Yazın sıcağında ev aradık ama kimse bize ev vermek istemedi, neden anlayamadım. Neden bizi sevmiyorlar, bize ev vermiyorlar anlamadım."
Kamplarda kalan çocukların aktiviteye ihtiyaçları olduğunu fark eden Gökçimen'in yeni planı, mülteci kamplarında dağıtılacak dergi çıkarmak.
Sümeyye Ertekin / AL JAZEERA
SON VİDEO HABER
Haber Ara