Şeyh Said soruşturması 3
Köklü Değişim Dergisi yazarı Cevher Kara'nın katılımıyla Islah Haber Şeyh Said Soruşturmasının birinci bölümünün üçüncü cevabı...
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-07-11 11:37:08
Unutulmamalıdır da!
Unutulmamalıdır diyoruz; çünkü Şeyh Said ve kıyamının unutulması demek bizi kuşatan sistemin 1923 yılından şu ana değin yaklaşık bir asırlık zaman diliminde İslami kimliğimiz ve bu kimliği yaşatma kaygısına sahip kardeş etnisiteler üzerindeki zulüm, haksızlık, baskı ve katliamlarını unutmak demektir.
Şeyh Said olayını unutmak kendimize, öz değerlerimize, yakın tarih ve ondaki köklerimize yabancılaşmak demektir.
Şeyh Said ve kıyamını unutmak mücadele mirasımıza ihanet ve dedelerimizin celladı olan resmi ideoloji ve bekçilerinin değirmenine su taşıma basiretsizliğine düşmekle özdeştir.
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ KİMLİK SORUNLARI BAĞLAMINDA ŞEYH SAİD OLAYI
KÜRT MESELESİNİN MİLADI ULUS-DEVLETTİR
1. Cumhuriyet rejiminin Kürt sorunu namına devraldığı miras nasıldı? Rejimin kuruluş aşaması ve sonrasında soruna karşı yaklaşımı nasıl olmuştu? 1925 Şeyh Said kıyamının rejimin oluşum ve gelişim tarihine etkileri nelerdir?
Burada 'miras' derken muhatabımız Osmanlı ise böyle bir tevarüs olmadığı kanaatindeyim. Yani Osmanlı herhangi bir miras devretmemiştir T.C.'ye Kürt meselesi hakkında. Bütün aksayan yönlerine rağmen Osmanlı Hilafet Devleti, hiçbir zaman ulus temelli bir bakış açısı edinmemiş ve bünyesindeki kavimlere bu nazarla bakmamıştır. Ama Osmanlı'nın Osmanlılıktan çıktığı son bir asrını düşünürsek, batıcılığın ve doğal olarak ulusçuluğun entelektüel ve bürokratik kadrolara sızmaya başladığı o süreci düşünürsek; bir fitne tohumu serpilmiştir bu topraklara. Yeni rejim (T.C.) ise bu tohumu gayet mürekkez bir çabayla yeşertmeye gayret göstermiştir. Ki bugün dahi bu çabayı ve neticelerini gözlemleyebiliyoruz. Tek kelimeyle Kürt meselesinin miladı ulus-devlettir.
Kuruluş aşamasında rejim, evini başına yıktığı hane halkına, 'Patron benim ve ben ne dersem o olacak ve siz hiçbir şeysiniz!' demedi tabi. Bu hanenin kıymetli bir mensubu olan Kürtlere de özerklik benzeri bir statü teklif etti. Tabi bu, konjonktürel bir tavırdı ki akabinde artık güç tamamen ellerindeydi ve bundan böyle Kürtlerin desteğine ihtiyaçları yoktu.
Aynı şey Anadolu'nun batısında dindarlara karşı sergilendi. Hutbe irad etmek, Halife'ye iltifatlar dizmek gibi davranışlar bir yere kadardı ve o yer iktidar koltuğuydu. Yalnız burada 'Kürtler' ve 'dindarlar' gibi iki bağımsız kesim mevcut değildir. Belki Kürtler, Batı Anadolu ahalisinden daha dindardı ama mesele Kürtlere 'Kürtsünüz ve pissiniz!' deyip saldırılacaktı! Böylelikle Kürtler de rejimin Türkçülüğüne karşı refleksif olarak Kürtçü bir tepki verecekti. Plan buydu. Bunun için gerçekten çok uğraşıldı halen de uğraşılıyor. Zira buraların sömürülmesinin önündeki en büyük engel ümmet mefhumuydu. İşte bu mefhum imha edilmek isteniyordu ki aynı noktaya yönelik vuruşların Araplar ve Türkler üzerinde de gerçekleştirildiği malumdur.
ŞEYH SAİD KIYAMI TAMAMEN TEFEKKÜRE VE SİYASAL BİLİNCE DAYALIYDI
Ama Şeyh Said (Rahmetullahialeyh)'in kıyamı, bu sınıflamaya girmez. Zira o, ümmetin; batısında, güneyinde, kuzeyinde gerçekleşemeyen bir şey yaptı: Tamamen tefekküre, siyasi bilince dayalı bir uğraş sonucu kıyam etti! Ve bu kıyam, rejim sahiplerinin ödünü kopardı, yapılan askerî sevkiyatın büyüklüğü ve kıyamın ertesinde gerçekleştirilen canavarlık bu korkunun en beliğ göstergesidir.
REJİMİ TEDİRGİN EDEN, KÜRTLERİN KÜRTLÜĞÜNDEN ZİYADE İSLAMLIĞI İDİ
'Genç Cumhuriyet' için böyle bir karşı koyuşla karşılaşmak elbette tedirgin edici bir durumdur. Bundan böyle adımlarını daha müstahkem atmak zorunda kalmış ve baskılarını arttırdıkça arttırmıştır. Tabi manipülasyondan da kaçınmamıştır. İlerleyen bölümdeki İngilizciliğe/Kürtçülüğe dair sorular bu manipülasyonun etkisi ile alakalıdır. Fakat burada onu tedirgin eden Kürtlerin Kürtlüğü değil İslamlığıdır. Batı Anadolu'da kıyamın destek görmemesi için yaptığı kara propagandayı kıyam sonrasında da farklı üsluplarla icra etmiştir. Şu an dahi ayrıştırmaya hizmet eden bütün fiiller, katliamlar hep Türk ve Kürt kavimlerinin ümmet bilincini yitirip kavgalı ve kolay lokma olmaları içindir.
Çünkü Şeyh Said Kıyamı rejime, 'Tek düşman İslam'dır!' fikrini daha derinlemesine kavratmıştır. Bu, devlet hafızasında öyle bir yer etmiştir ki PKK'nin silahlı eylemlerinin en yüksek oranda gözlendiği yıllarda bile MGK kararlarında birinci tehdit olarak 'irtica' gösterilmiştir.
KIYAMIN SEBEBİNİ FARKLI SAİKLERE BAĞLAYANLAR ÇOĞUNLUKLA SPEKÜLATİF YORUMLARA DAYANMAKTALAR
2. Şeyh Said'e isyan ettiren nedenler nelerdi? Neden kıyam edildi?
Aslında bu soruya verilecek cevap, bünyesinde ikinci ve üçüncü bölümde hazırladığınız bazı soruların içeriğini de barındırıyor. Ama ben sınırlandırmaya çalışayım inşallah.
Bizi bu konuda aydınlatacak temelde iki kaynak var. Bunlardan ilki Şeyh'in kendi ifadeleri (vaazlar, mektuplar, mahkeme ifadeleri); ikincisi ise canlı tanıkların beyanatlarıdır. Bu kaynaklara baktığımızda görürüz ki, Şeyh Said Kıyamı'nı tetikleyen şey, Cumhuriyetçi kadroların Hilafeti ilga etmesi ve bunun evvelinde, beraberinde ve neticesinde gerçekleştirilen yoğun İslamsızlaştırma faaliyetleridir.
Mesela 4 Ocak 1925 tarihinde Şuşar'ın Gökoğlan bucağının Kırıkhan köyünde kendisini ziyarete gelen bölge eşrafıyla bir toplantı yapar ve Arapça olarak aşağıdaki fetvayı kaleme alır:
"Kurulduğu günden beri Din-i Mübin-i Ahmedî'nin temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kur'an'ın ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve peygamberi inkâr ettikleri ve Halife-i İslam'ı sürdükleri için gayrı meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerine farz olduğunu, Cumhuriyet'in başında bulunanların ve Cumhuriyet'e tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı gara-yı Ahmediyye'ye göre helal olduğu…"
Şeyh Said, bu fetvayı bitirdikten sonra meclise dönerek; 'dinsiz yönetimin' varlığına karşı yapılacak bu cihadın Saadet Asrı'nda yapılmış gazalardan daha önemli ve ecirli olduğu; cennetin cihad ve şehadet sayesinde tüm muvahhidlerin ayaklarına geldiği; birkaç günlük fani dünyada zelil, şerefsiz ve kâfir olarak yaşamaktansa, din ve Allah yolunda ölmenin daha hayırlı olduğu yolunda kısa ve coşturucu bir konuşma yapar. Orada bulunanlar bu konuşma karşısında duygulanmış, içlerinde ağlayanlar olmuştu.' [M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Sf.198]
Bu ifadeler O'nu harekete geçiren saikleri gayet sarih bir şekilde ortaya sermektedir. Ki bunu destekleyen başka ifadeleri de mevcuttur yine. Örneğin Genelkurmay'ın hazırlatıp, daha sonra toplattığı bir eserde şu ifadeler geçmektedir:
''Medreseler kapandı. Şer'iyye ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı. Medreseler milli eğitime bağlandı. Gazetelerde bir kısım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat cihada başlar, dinin yükselmesine gayret ederim." [Em. Kurm. Alb. Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, Sf.8]
Mahkeme heyeti önünde de Şeyh, bu tutumunu sürdürmüştür:
"Bazı risaleler gördüm. Ahmet Cevdet mi, Abdullah Cevdet mi bilmiyorum bir risale gördüm. Mesela Sebilürreşad'da görüyorduk ki 'Musa mağrur iken, İsa meşhur iken, Muhammed emin iken bunlar birer din çıkarmışlar da bu kadar ukala (akıllı adam] bir din çıkaramazlar mı?' gibi şeyler okur, canımız sıkılırdı. Sebilürreşad'da yazıyordu ki İzmit muharriri Kılıçzade Hakkı, Fahr-i Kâinat Efendimiz hakkında itale-i lisanda (kötü sözde] bulunmuştu. Hasan Fehmi namında bir müftü mahkemeye müracaat etmiş, yüz lira ceza-i nakdiye mahkûm edilmiş sonra Temyiz Mahkemesi ise beraat ettirmiş. Mesela Meşihat-ı İslamiyye'i şimdi kız mektebi yapmışlar.
Talibattan (öğrencilerden] birisi piyano çalmış biri de keman çalmış sabahlara kadar müsamere yapmışlar, bunları okuyunca müteessir oluyorduk. Muş Mebusu İlyas Sami ve iki kişi 'Reddiye' diye bir kitap çıkarmışlar, 'Müçtehitler zaman-ı sabıkta hulefanın dalkavukluğunu yapmışlar.' Bu da canımızı sıktı. Sebilürreşad'ın her nüshasında bir şey vardı ve benim üzerimde tesirat ika ediyordu. Farmasonluğu tarif ediyordu… Hükümet İslamiyet'ten ayrılıyor, İstanbul'da Beyoğlu'nda bazı İslam kızları şapka ile geziyorlar… Abdullah Cevdet İçtihad Dergisi'nde yazdığı bir yazıda neslin düzelmesi için Macaristan'dan damızlık (erkek] getirilmesini istiyordu.
Ben cibilliyet-i islamiyemle (İslami özelliğimle] mahzun oluyordum… Şeriat ahkâmını hükümetimiz tarafından uygulanmasını sağlamak düşüncesi benim kafamda bir fikir ve gönlümde yatan bir arzuydu. Bizim hadiseye katılmaktan maksadımız şeriat hükümlerinin uygulanmasını rica yoluyla hükümete arz etmekti; imam, şeriat ahkâmını icra etmezse bu ayaklanmanın meşruluğuna, cevazına delildir. İçki yasağı uygulayacaktım. Orada kısas uygulayacak, kadınları açık gezdirmeyecektim." [Altan Tan, Kürt Sorunu; Ya Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik, Sf. 213, 214.]
Sanırım bu anekdotlar ve kayıtlar açık ve net bir tablo sunuyor bizlere. Özelikle alıntılara ağırlık vermek istedim. Zira Şeyh'in kıyam sebebini farklı saiklere bağlayanlar çoğunlukla spekülatif yorumlara ve dayanaksız mantıksal çıkarımlara dayanmaktalar. Meselenin ne denli aydın bir şekilde İslam'ı işaret ettiğini göstermenin gerekli olduğuna inanıyorum. Kıyamın nedenini bunun dışında bir sebebe bağlamak ancak temennilerdir. Basit ifadeyle söylersek 'Keşke Şeyh Said'i kıyama iten şey, onun Kürdlüğü olsaydı'; 'Keşke kıyama, İngilizlerin kışkırtması sebep teşkil etseydi!' gibi dilekleri hakikatmiş gibi sunmaktır.
ŞEYH SAİD KIYAMININ ÖNCEKİLERDEN FARKI İDEOLOJİK ÖZELLİĞİ İDİ
3. Şeyh Said kıyamı, kendisinden önceki Kürt isyanlarının tıpkısının aynısı mıydı?
Önceki hareketlerin detayına vakıf değilim. Bu kıyamdan önce gerçekleşen hareketlerin Şeyh Said Kıyamı'na benzeyen yönleri olabilir. Fakat Şeyh'in kıyamı şu yönden müstesnadır ki; o, 'ideolojik' bir kıyamdır. Tanzimat'la başlayan batılılaşma sevdası, hız kazanarak devam etmiş ve Hilafetin lağvıyla zirve yapmıştır. Bu, artık İslam'ın 'değer ölçüsü' olmayacağı, yerine batı düşüncesinin; siyasetten kadın erkek ilişkilerine, iktisattan hariciyeye değin bütün ilişkileri düzenleyeceği anlamına geliyordu. Bir dünya görüşü mübadelesine karşı gerçekleşen bir mücadele olması hasebiyle Şeyh Said Kıyamı, kendisinden önceki bütün isyanlardan, kıyamlardan ayrılır.
BAŞARISIZLIĞIN EN ÖNEMLİ NEDENİ ERKEN DOĞUMDU
4. Kıyamın başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açan faktörler nelerdi?
Başarısızlığın en büyük sebebi kıyamın erken doğum yaşamasıdır kuşkusuz. Şeyh Said Efendi'nin kendi beyanatlarında da bahsettiği üzere kendisinin planı farklı bir şekilde ilerleyecekti. Şeyh'in niyeti, gidişattan duyduğu rahatsızlığı ilkin neşir ve başka vasıtalarla yönetime ve halka ulaştırmaktı. İşe böyle başlamayı planlıyordu.
"Risale yazıp, şeriat ahkâmını tasrih ederek kanunları da şeriata mutabık bir şekilde talep etmek istedik, Meclis-i Mebusan'a göndermek istedim…
…Evvela bu fikri kitabetle halletmek için gidip münakaşa-i ilmiye yapayım dedim ve bazı rüfaka bulmak istiyordum…" [M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Sf. 200]
Eğer bu sözlü ve yazılı ikaz bir netice vermezse ancak o zaman silaha davranacağını, İslam'ın da bu yolu emrettiğini beyan eder:
"'İmam Şeriat ahkâmını icra etmezse' dedim. Bu, kıyamın cevazına delildir. 'Vaktaki vuku buldu işte şeriat da 'vaciptir'. diyor." [M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Sf. 200]
İKİNCİ NEDEN: DÜZENİN PROVOKASYONLARI
Görülüyor ki o, kıyamını iki aşamadan geçirmek istiyordu. Belki nihai olarak silaha başvurmak zorunda kalacağını görmüştü fakat yine de üzerinde bir mesuliyet kalmasın diye önce 'nasihati' seçmiştir ki bu şer'î tavırdır. Dört bucağa gönderdiği mektuplar, vaaz ve gezilerinde halkı bilinçlendirip örgütlemeye çalışması… Tüm bunlar onun bir hazırlık içinde olduğunu gösterir.
Belki de sistem bu hazırlıkları görüp Piran'da bir erken patlama sağlamak suretiyle kıyamı başarısız kılmak istedi. Binbaşı Kazım gibi bir ajanı ile rejimin bunca hazırlıktan haberdar olması ve böylelikle Piran'da bir provokasyon düzenlemeye girişmesi gayet mümkün bir şey. Dediğimiz gibi kıyamı akamete uğratan en büyük sebep bu ani patlamadır. Kaldı ki T.C. geçmişten günümüze bu tür operasyonlara imza atmaktadır. Hakeza Menemen Olayı da buna bir örnektir. Menemen olayı, İslam'a saldırmanın adı olan irtica kavramının altını doldurmak adına yapılan ciddi bir operasyondu. 28 Şubat sürecinde de bu türden birçok provokasyon hayata geçirilmiştir.
BAŞARISIZLIĞIN DİĞER NEDENLERİ
Tabi gönderilen mektupların bir kısmının olumsuz cevaplar alması, devletle işbirliğine giden bazı aşiretlerin varlığı, Şeyh Said'in yakınlarından bazılarının devlete ajanlık yapması ve kıyamı kendi emellerine alet etmek isteyenlerin çıkarcı davranışları da başarısızlığı besleyen sebepler arasındadır. Mesela Xormek aşireti kıyama destek olmadığı gibi kendilerine gönderilen mektubu devlete ihbar etmişlerdir. Seyit Rıza'nın ise destek talebine red cevabı verdiğini, tarafsızlık tavrını takındığını da biliyoruz. Keza Binbaşı Kazım gibi bir hain de var. Şeyh'in hazırlıksız bir şekilde kıyama doğru sürüklenmesinin bir neticesi olarak her türden ve meşrepten adamın da kıyam saflarına sızması var. Mesela başlarda tamamen kıyam mensuplarının elinde olan Elaziz, bir kısım yağmacının kötü davranışlarına, pisliklerine kızıp, devlet saflarına geçmiştir. Oysa yağma yapılmaması hususunda Şeyh, bir uyarı metni yazmış, yağmacılara ceza uygulanacağını duyurmuştu.
ŞEYH SAİD EFENDİ'YE GÜNAH KEÇİSİ MUAMELESİ YAPMAK, LAİK KADROLARI HİÇ Mİ HİÇ TANIMAMAKTIR
5. Şeyh Said kıyamı sonrasında Takrir-i Sükûn, İskân kanunu, İstiklal Mahkemeleri vb. sonuçları oldu. Toplum üzerindeki vesayeti arttırmak için rejim Şeyh Said olayını bir bahane olarak mı kullandı?
"Aslında rejimin zulmetmek için bir 'bahaneye' ihtiyacı var mıydı?" diye sormak lazım. Böyle bir ihtiyaçları hiçbir zaman olmadı. Zira Cumhuriyetçi kadrolar, kendilerine Avrupalarda İngilterelerde vazife verildikten bu yana, bu ümmetin canına kastetmişlerdir. Yoksa Necip Fazıl'ın da iddia ettiği gibi Şeyh, rejime 'zulmetme bahanesi' vermiş değildir. Kur'an okutmayı bile suç sayıp halkı üzerinde bir sürek avı başlatabilecek kadar ona düşman kesilmiş bir devletten bahsediyoruz. Şeyh Said Efendi'ye günah keçisi muamelesi yapmak, laik kadroları hiç mi hiç tanımamaktır. O rejim ki İskilipli Atıf Hoca gibi Kılık Kıyafet İnkılâbı'ndan önce yazmış olduğu bir eserden dolayı idam etmiştir. Mezarlıklardan adam çıkartıp asmıştır.
Ama bizler, bizi biz eden şeylerden vazgeçip, gelen ağam giden paşam ayarında olsaydık her şey kolaydı. Yoksa bizden istenen bu mu?
'Ben Hazreti Muhammed'in ümmetine mensub bir âlim olarak, İslam'ı saf dışı eden bu harekete karşı sessiz kalamam. … Bahaedin, Bahaedin! Ben bu işe elimdeki tek değnekle de olsa karşı çıkacağım!' [Abdulmelik Fırat, Dava Dergisi, Temmuz 1991, 16. Sayı, Sf.16]
Şeyh bu sözleri kardeşi Bahaeddin Efendi'ye hitaben sarfediyordu. Aslında İslam'a ve onun vazettiği Hilafet nizamına bağlı her mü'minin sarfedeceği sözlerdi bunlar. Rejim, kıyam vesilesiyle pabucun pahalı olduğunu gördü ve hamlesini yaptı. Olan budur.
6. İstiklal Mahkemeleri zabıtları halka açılmış durumda. Şeyh Said olayını İstiklal Mahkemeleri üzerinden inceleyen çalışmalar oldu mu?
Sanırım bu uygulama geçtiğimiz yıl yürürlüğe girdi. Kendim bu uygulamadan istifade etmedim. Ama Şeyh'in ve arkadaşlarından bazılarının mahkeme ifadeleri, kendisi hakkında yazılmış hemen hemen bütün eserlerde yer almaktadır. Kıyamı anlama açısından da başvurulması gereken bir kaynaktır şüphesiz. Hele Mahkeme Savcısı Ali Saip'in müstehzi ve müstağni edası vardır ki şahsında rejimin halka bakışını da simgelemesi açısından önemlidir.
DÜZENİN KESİNTİSİZ UYGULAMASI: YAKIP YIKMA POLİTİKASI
7. "Yakılma yılları" şeklinde de literatüre geçen olayların Şeyh Said kıyamı ve sonuçlarıyla bağlantısı var mıydı? Sonraki yıllarda da yakma-yıkma politikasının tezahürleri oldu mu?
'Yakma' en kesin yok etme, yok kılma yöntemidir belki de. Doğada bile böyledir bu. İstenen şudur: Düşmanı elden geldiği kadar takatsiz ve desteksiz bırakmak. Tabi rejimin isteği yalnız yok etme değildi. Sanki düşmanını daha bir kışkırtmak ve böylelikle iradesiz bırakmak istiyor gibidir. Bunu yaparken koşullamaya da çalışır, 'Siz Kürtsünüz ve ölmelisiniz!' der adeta. Ben bugün Uludere katliamının dahi, sistem tarafından bu bakış açısıyla işlendiğini düşünüyorum. Bu topraklarda ulusçuluğa dair yapacağınız her katkı (ister tolere etmek isterse de baskı uygulamak suretiyle olsun) ümmet olma bilincini yok edecek, buraları daha kolay lokmalar haline getirecektir.
Bundan dolayı 'yakıp yıkma' adeta bir süreklilik kazanmıştır memleketimizde. Mesela Şeyh Said Kıyamı'ndan sonra gerçekleşen Ağrı İsyanı'nda sistemle bir süre işbirliği yapmış kişiler dahi vahşice katledilmiş, köyler tarumar edilmiştir. Bu isyanda Şeyh'in kıyamına katılanlar da vardır ayrıca.
İSYANIN BASTIRILMASINDA İNGİLİZLERİN HAVA DESTEĞİ VAR!
8. Bu kıyamın bastırılmasında uçakların da kullanıldığı ifade ediliyor. Hatta TC'nin ilk defa uçaklarını bu kıyam sürecinde kullandığı söyleniyor. Bununla ilgili tarihi vesikalar ve somut bilgiler mevcut mu?
Bu konuda benim ulaşabildiğim yegâne kaynak, tarihçi Ayşe Hür'ün 22.11.2009 tarihli yazısıdır. Ki zaten Hür de 'Türk arşiv belgelerine ulaşmak, malum nedenlerle henüz mümkün değil.' diyor. Sistem, pisliğini örtmek için belgeler üzerinde müthiş bir perdeleme uyguluyor ve bizim gibi acizler bu perdelere çarpıp geri dönüyoruz. Ama Ayşe Hanım'ın yazsını sunabilirim:
"13 Şubat 1925'te patlak veren Şeyh Said isyanını bastırmak için, THK'nın uçakları da seferber edilmişti. Bu müdahalede kaç uçak kullanıldığına dair Türk arşiv belgelerine ulaşmak, malum nedenlerle henüz mümkün değil, ancak Robert W. Olson'un incelediği 27 Nisan 1925 tarihli bir İngiliz istihbarat belgesine göre, Mardin'de bulunan yedi veya sekiz uçaklık filodan sadece iki uçak çalışır durumdaydı. Fransızların 1921'de geri çekilirken bıraktıkları dört uçakla birlikte Mardin'de müdahaleye hazır sadece dört uçak vardı. Yakıtları trenle İstanbul'dan getirilen bu uçaklar günde iki kez uçuyor ve isyan bölgesini bombalıyorlar; olası bir sabotajdan korunmak için de Mardin'e gece dönüyorlardı. Aynı rapora göre, pilotlardan üçü daha önce Almanlarca eğitilmiş Osmanlı ordusundan gelen asker, diğer üçü ise sivil pilotlardı.
Türk Hava Kuvvetleri'nin isyanı bastırmakta yetersiz olduğunun açıkça görülmesi üzerine Ankara Hükümeti bu konuda adım atması gerektiğini anlamıştı. Bu iş için seçilen ortak çok ilginçti. 5 Haziran 1925 tarihinde Britanya İmparatorluğu ve Türkiye arasında imzalanan bir antlaşma uyarınca, İstanbul'daki İngiliz Askerî Ataşesi Binbaşı R. E. Harene ile İtalyan Ataşesi Deniz Yarbayı Neyroni'den oluşan bir ekip Türk Hava Kuvvetleri'ni yetkinleştirmek için bir dizi rapor hazırlamışlardı. (Resmi tarihe göre Şeyh Said İsyanı'nın arkasında Britanya'nın olduğu söylendiği halde, Türkiye'nin isyan sürerken, Türk Hava Kuvvetleri'ni geliştirmek için Britanya ile askerî işbirliği yapmasının ne anlama geldiğinin yorumunu okurlara bırakıyorum.)
Türk Hava Kuvvetleri'nin uçakları ilk olarak 1927 yılı sonbaharında, Şeyh Said'in kardeşi Şeyh Abdürrahim'in güçlerine karşı kullanıldı. Bir Fransız istihbarat raporuna göre, Palu ve Malatya'dan kalkan uçaklarla, Diyarbakır'a götürülmek üzere 25 Ekim 1927'de trenlerle Mardin'e getirilen beş uçak isyancıları bombalamıştı. Rapora göre, bölgede 24 uçak müdahaleye hazır bekliyordu." [Ayşe Hür, Taraf Gazetesi, Türk Hava Kuvvetleri'nin Staj Alanı: Kürt isyanları, 22.11.2009] (IslahHaber)
Şeyh Said soruşturması 1
Şeyh Said soruşturması 2
SON VİDEO HABER
Haber Ara