Suriye'de büyüklerin oyunu
İslam dünyasının sorunlarıyla ilgili yaptığı araştırmalarla tanınan Dr. Ekrem Hicazi, makalesinde Suriye devriminin uluslararasılaştırılmasının ‘ulusal bir felaket’ olduğunu bildiriyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-02-29 11:41:18
Ekrem Hicazi / TIMETURK
‘Suriye devriminin uluslararasılaştırılmasının yollarının’ ilk bölümünde Arap gözlemciler heyetinin Suriye’ye gönderilmesinin inceleme ya da gözlemlemekten çok, devrimin uluslararası kontrol altına konmasına hazırlık olarak uluslararası diplomatik sahalara taşınması için sağlam bir şekilde kurulmuş bir tuzak olduğunu söylemiştik. Sonuç olarak ‘Araplaştırılması’ ile ‘uluslararasılaştırılması’ arasında kurbanların sayısındaki çılgınca artış dışında bir fark bulunmuyor. Zira heyetin çalışmalarına başladığı ay içinde ve Güvenlik Konseyi’nin Arap girişimi hakkında istişare etmekte olduğu bir vakitte farklı yaş gruplarından binin üzerinde Suriyeli vatandaş öldürüldü. Çin ve Rusya’nın çifte vetosundan (04.02.2012) sonra ise günlük ölü sayısı yüzleri buldu. Bazıları vetonun Suriye rejimini Humus’ta ve diğer şehirlerde katliamlar işlemeye teşvik ettiği yorumları yaptı. Peki heyetin çalışması sırasında onu (rejimi) katliamlara teşvik eden kimdi? Şüphe yok ki aktör tek!! Ayrıca netice aynı olduğu sürece ‘Araplaştırma’ya da ‘uluslararasılaştırmaya’ da gerek yoktur. Sorulması gereken soru şudur: ‘Merkez’ Rus ve Çin vetosu hususunda masum mudur? Yoksa bu vetoya ortak mıdır? Görelim…
Avlar
Suriyeliler vahşi canavarlarla karşı karşıya olduklarını ve bu canavarları savuşturmanın şart olduğunu idrak ediyor. Ancak aynı zamanda kendi başlarına püskürtmekten aciz olduklarını da hissediyorlar. Öte yandan Arap halkları da Suriyelilerin yardıma ihtiyacı olduğunun farkında. Kendilerine yardım sunabilmek için şevkle hareket ediyor. Ama sunamadığı için de utanç ve hayal kırıklığı hissediyor. Bu gibi; ülke halkının kendini savunmaktan aciz kaldığı, aynı milletten kardeşlerinden yardım alamadığı durumlarda ‘uluslararasılaştırma’ talepleri, tüm yasal konumlardan ya da siyasi ve tarihi gerçeklerden uzak bir şekilde popüler bir yankı buluyor. Rejimin hiçbir inanç, ahlak anlayışı ya da insani prensip tarafından zaptedebilemeyen vahşeti sebebiyle ‘kendini savunma’ güdüsünün her türlü görüşün önüne geçmesi normaldir. Kurtuluş ve hayat sebeplerine sarılan halkın genelinde, görüşleri zıt ile zıt arasında değişen, devrimin üzerine, yemek kazanının üzerine üşüşen insanlar gibi üşüşen siyasi konum sahipleri kadar sorun bulunmuyor.
Doğrusu muhalefetteki rumuz isimler, rejimden en hızlı şekilde kurtulabilme umuduyla daha en baştan Suriye devriminin Arap ve uluslararası forumlara taşınması için çaba sarfetti. Her ne kadar Suriye rejimi muhalefetin içteki yapısını tamamen parçalasa, dışarıda kalanlarını dağıtsa ya da ‘çürüyene’ kadar üzerine hapishane kapılarını kapasa da rejimle kanlı çatışma gerçeğinden kaynaklanan, rejimin insan ruhunun tahammül etmesi imkansız vahşiliğinin bedelini ödeyen halksal yardım çağrıları ile ödenmesi gereken yüksek bedele bakmadan rejimden kurtulmayı arzulayanların talepleri arasında fark vardır. Suriye muhalefeti denen şeyin yapısına yakından bakarsak Suriye devriminin başkalarından önce kendi milletinden yana çektiği yetimliğin boyutu ortaya çıkar. ‘Merkez’ ve rejim bu durumdan beraberce en uç noktada faydalanmaktadır. Bu durumdan aynı şekilde ileride cihadi güçler ve boşluğu doldurmada başarılı olabilmesi mümkün herhangi başka bir güç de faydalanacaktır.
Muhalefette tek mevcut olan şey ise hayali siyasi bir panelin parçaları! Ne bir kimlikleri var ne de tadı ‘çingene yemeği’nin tadı dışında bir şeye benzer! Bir kısım var ki, en büyük İslami, ulusal ve milli davalardan birinin karşısında durması, kendisini rejimden daha ulusçu, hiçbir cezayı ve kendisini yakalayacak bedelin gerçeğini umursamaz görünür kıldı. Başka bir kısım ise Rusya ve Çin’in konumlarını övüyordu. Şimdi ise tamamen diğer tarafta oldu. Şimdi tüm konuşmaları liberallerin, laiklerin, kapitalistlerin hatta Siyonistlerin hanesine gidiyor. Üçüncü kısım ise rejimden kurtulmak için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu ifade etti… İşte öyle herhangi bir bedel! Aynı zamanda hiçbir kesime karşı düşmanca bir konumunun olmadığına işaret ediyor. Dördüncüsü rejimle diyalog ve uzlaşmaya hazır göründü. Beşinci kesimi rejim oluşturdu ve bu kesimle bazı muhaliflerin içine sızdı. Birinciden beşinciye en kötü olan kesim ise geçen beş kesimin içinde varolan altıncı kesimdir!!
Bunları ve diğerlerini bir inanç bir ideoloji görüşü bir araya getirmiyor. Bu şekilde konumları dayanaksız ve ölçüsüz görünüyor. Çeşitli ve çoklu, garip boyutları bulunan siyasi çerçevede toplanıyorlar. Her biri milliyetçilik, ulusçuluk, solculuk, İslamcılık, liberallik, laiklik, kapitalistlik ve aşiretçiliği kapsıyor. Hatta içlerinde, zihninde bunların (tümü) toplanmış ya da davranışları, politikaları ve inançlarıyla tüm bu felsefi farklılıkları ifade eden bir üye bulmamız mümkündür. Bu şekilde ‘Uluslararası Toplum’a benzer bir alt dejenerasyon oluşturdular. ‘Ulusal birliğin’ avantajları işte böyledir. Yoksa yok!
Bu içerikle muhalefet, kelimenin tam anlamıyla sadece bir ‘av’, Suriye devriminin uluslararasılaştırılması da ‘ulusal bir felaket’ oluyor. Öyle ki siyasi söylemin eksikliği, devrimi hatta muhalifin yetkin figürlerinin kendilerini, herhangi bir kesim tarafından üzerine tırmanılması mümkün müşterek bir mülkiyet haline dönüştürebilir. Aynı şekilde onu, en üst düzeyde rejimin kurbanı kılacaktır. Daha da kötüsü muhalefetin ‘merkez’den talebinden ‘uluslararası vesayet’ talebine benzer bir talep yapacak. Ancak bir taraftan da herhangi bir aşamada her ne şekilde olursa olsun müdahaleye ihtiyaç duyarlarsa mütevellilere yasallık kazandırmaktan bile acizler.
Şüphe yok ki defalarca yapılan Batılı açıklamaları gözlemleyenler ‘merkez’in taleplerinin muhalefetin birliği ve güçlendirilmesinin gerektiği yönünde olduğuna dikkat etmiştir.
Kurtlar
Ancak uluslararası müdahale üzerine bahse tutuşan ve gerçekleşmesi için ellerinden gelen her türlü çabayı sarfedenlere defalarca sorduğumuz en önemli soru şu: ‘Merkez’i Suriye halkının menfaati için müdahaleye mecbur kılan ve onu engelleyen nedir? Rusya ve Çin’i bu küçültücü utancı taşımaya iten ne oldu? Neden onurunu korumak adına Suriye rejiminin katliamlarının karşısında durmak yerine onun yanında durdu?
Vetoya verilen resmi tepkilerde ilginç olan ‘merkez’in liderlerinin kullandığı; ‘iğrenç’, ‘korkunç’ ve ‘kötü’ arasında değişen nitelendirmeler oldu. Daha da ilginci ise ABD başkanının 25.01.2012 tarihinde ‘birliğin durumu’ hakkında yaptığı yıllık konuşması sırasında söyledikleri idi. Zira şöyle dedi: ‘Suriye rejiminin günleri artık sayılı.’ Bu açıklama kurda kuzu teslim edenleri teşvik edici görünüyor. Özellikle de en güçlü devletin başkanından geldiği için! Aynı şekilde ‘günler’den bahsediyor. ‘Haftalardan’, ‘aylardan’ ya da ‘senelerden’ değil. Ancak bu açıklamada daha önceki onlarca açıklama gibi geçip gitti. Geride rejim bugüne kadar güven içinde ve güçlü bir şekilde kaldı. Bu acziyet mi? Yoksa tüketme ve aldatma mı?
Birçok analiz, katliam ve vahşetin korkunçluğuna rağmen ‘merkez’in müdahale konusundaki isteksizliğine veya Arap karar tasarısına karşı kullanılan; karar anı geldiğinde tüm yeryüzünde yankı bulan bir tokat olarak yanaklara inen ve rejimi tüm güç unsurlarından kurtaran ikili vetoya inandırıcı bir açıklama bulmaya çalıştı. Aynı şekilde sızan bilgiler de Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde ancak, Güvenlik Konseyi İsrail’i kınayan en basit bir karar tasarısını tartıştığı ve açıkladığında Batı’nın ortaya koyduğu küstahlığın yetişebileceği bir küstahlıkla aldıkları konumun gerçeğinin üzerinde durmanın öneminin azımsanmaması gerektiğini gösterdi. Sanki aç kurtların yemeğin üzerine üşüştüğü gibi milletlerin üzerine üşüşmesi ümmetin kaderi.
Önemli olan; bazı analizler Rusya’nın 19 milyar dolar değerinde çıkarlarını, bir deniz üssünü ve bölgedeki varlığını kaybetmekten korktuğundan bahsetti. Bazıları Putin’in seçim konuları ve Rusya’nın beklenen devlet başkanı hakkında konuştu. Bir diğer bazıları ise Putin’in tarihte genişlemeci, orada-burada ayak basacak yere ihtiyacı olan hücum devleti olarak bilinen Çarlık Rusya’sını canlandırma yönündeki gelecek projesine işaret etti. Ancak Çin’in vetosunun geçerli gerekçelerinden bahsedenler çok az oldu. Bu durum, bu gibi gerekçeleri her ne kadar geçici geçerliliği bulunsa da şüpheli duruma sokmaktadır. Vetonun hemen ardından haber siteleri (haberi bazıları France2 Kanalı’na bazıları ise France24 Kanalı’na atfetti) Katar Başbakanı Hamad bin Casim’in Güvenlik Konseyi’ndeki Rus temsilci Vitali Çurkin’i uyardığı konuşmayla ilgili ses kaydını yayınladı. Bin Casim ses kaydında şöyle diyordu: ‘Suriye’deki krize ilişkin veto hakkını kullanma hususunda sizi uyarıyorum. Rusya, kararı onaylamalıdır. Yoksa tüm Arap ülkelerini kaybedecek.’ Söylendiğine göre Çurkin gayet sakin bir şekilde Bin Casim’e şu cevabı verdi: ‘Eğer benimle bir daha bu tonla konuşursan bundan sonra Katar adlı bir şey kalmayacak.’ Ardından şöyle ekledi: ‘Sen Güvenlik Konseyi’nde konuksun. Saygınlığını koru. Hacmin kadar konuş. Benim aslında seninle konuşacak bir şeyim yok. Ben büyük Rusya adına yalnızca büyüklerle konuşurum.’
Doğrusu sızan bilgi, güvenilirliği bulunan hiçbir medya kesimi tarafından desteklenmiyor. Buna ek olarak bazı analizler de geniş noktalara yayılmasına, hemen ardından gerçekleşen ve işin gerçeğini ortaya koyan görüşmelere bakarak işin arkasında Suriyeli kaynaklar olduğuna işaret etti. Rus temsilci bir basın toplantısı düzenleyerek ses kaydını ve olayı ‘kötü niyetli ve kışkırtıcı iddialar’ şeklinde vasfederek yalanlamak zorunda kaldı. Ancak yine de Rus temsilcinin Güvenlik Konseyi’nde ‘büyük Rusya’, ‘sadece büyüklerle konuşur’ havasında konuşmuş olma ihtimali uzak değil. Zira bu mantığı The Guardian Gazetesi 8 Şubat 2012’de başka bir deyişle doğruladı. Gazete şöyle dedi: ‘Rus yetkililer, gizli bir şekilde muhalif liderlere çekişmenin kendileriyle değil ABD ile olduğunu söyledi!!’ Bu da Batılı tırmanışın Arap devrimlerini desteklemek için değil Rusya ve Çin’e karşı koyma bağlamında kendini gösterdiği anlamına gelmektedir. Türkiye dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Münih Güvenlik Konferansı’nda (05.02.2012) veto hakkında ‘bölgemizde soğuk savaşı sona erdirmek istiyoruz’ şeklinde yorum yaparak Putin’in Çarlık emellerine karşı bir düzeyde süren karşı koymayı ifade etmiş oldu.
Arapların devrimlerdeki sorunu muhakkak ki ‘soğuk savaş’ın ötesindedir. Davutoğlu’nun konuşmasında söylemekten kaçındığı nokta; aslında Arapların sorununun Osmanlı yönetiminin son dönemlerinde kendilerinin yaşadığı sorunla tamamen aynı olduğudur. Zira bugün Araplar zulümden kurtulmak için o vakit kendilerinin Osmanlı’nın despotizminden kurtulmak için izledikleri yolun aynısını izlemektedir!!! Her iki durumda da küçük düşürücü şekilde, inançsal, tarihi ve objektif açılardan hesabı yapılmadan yabancı güçlerden yardım isteme söz konusudur. Uluslararası müdahale üzerine bahse giren ve gerçekleşmesi için ellerinden gelen tüm çabayı sarfedenler acaba ‘merkez’in çıkarlarının ve ihtiyaçlarının farkında olduğu gibi Suriye devriminin boyutunu idrak edebiliyor, tarihten ders alıyor mu? Acaba zaman kaybetmenin gerekçesiz ve faydasız olarak daha fazla kan akıtılması anlamına geldiğini anlıyor mu?
Suriye devriminin uluslararasılaştırılması kurtlarla ‘büyüklerin oyunu’na girme anlamına geliyor. Bu durumda küçükler, ancak kan denizlerinde sönen yangınların yemi ya da yakıtı olmaktadır. Kapitalizm, hiçbir ahlak anlayışı olmayan bir piyasadır. Onu kazançtan başka bir şey ilgilendirmez. Bu piyasaya ancak güçlü sermaye sahibi girer. Kayıplar ise pazara istenilmediği halde gelenlerin nasibidir. Şüphesiz ki uluslararasılaştırma Suriye devrimini medya ve insan hakları kuruluşları, uluslararası kuruluşlar, açık ve gizli ihaleler arasında dolaşan bir ticaret metasına dönüştürecek. Öyle ise bu durumda veto kullanımı şaşırtıcı mıdır? Basitçe bir soru: Suriye devrimi neden bu uluslararası acımasızlığa maruz kaldı? Neden Batı müdahale etmekte isteksiz?
Yırtıcı hayvanlar
Mevcut uluslararası sistemin tarihsel olarak İslam dünyasının enkazı üzerine kurulduğu kesin olarak bilinmektedir. Başlangıçta İslam dünyası ülkelerinin büyük kısmı işgal edildi. Ardından en zayıf dönemini yaşıyor da olsa ümmetin tüm parçalarını içine alan siyasi bir düzen olan İslami hilafet sistemi yıkıldı. Daha sonra dünya güçleri, Arap dünyasındaki büyük ve etkin coğrafi yapıyı parçalamaya (Arap yarımadasını altı ülkeye ayırdılar) başladı. Zira Mısır’ın doğusu batısından ayrıldı. Şam ülkeleri de dört kısma ayrıldı. Kürtler de kendilerine hiçbir siyasi varlık verilmeden dört büyük bölgesel devlete ayrıldı. Türklerin ülkesi yedi, Hintlerinki iki, daha sonra da üç devlete ayrıldı. Buna tabi olarak da İslam dünyasında halkın birliği tahrip edilmiş oldu.
Ancak İslam dünyasının başına gelen tüm bu yıkımlar yeni uluslararası düzenin güvenliği ve istikrarı için yeterli gelmedi. İslam dünyasının tam kalbine ‘merkez’in acil vurucu gücü olarak ‘İsrail’ yerleştirildi. Buna karşın büyük hayati ve tarihsel önem taşıyan, siyasi, inançsal ve insani açılardan etkisi olan bölgede, yeni sistemle birlikte kırılgan bir bitki olarak kalacaktı. Bunun için ‘İsrail’ ve Arap dünyası; sonra da İslam dünyası arasında bir güvenlik tamponu olarak Ürdün tasarlandı. Ardından da Suriye’de bölgesel bir merkezi araç olarak her ne şekilde olursa olsun muhtemel isyanları, Arap ve İslami kurtuluş hareketlerini kontrol altına almak (engellemek) dışında bir görevi bulunmayan mezhepsel rejimin temel taşı oluşturuldu. Bu nedenle nesilden nesle Suriyelilerin zulmü tattığı ya da İslam dünyasının özellikle de Arapların uzun yıllar boyunca yerel despot rejimlere boyun eğdiği gibi Filistinlilerin de gaspı tatması garipsenecek bir hal değildir.
Öyleyse Suriye uluslararası sistemin tümünün stratejik denge düzeninin denge taşıdır. Prensipler, ahlak, insani değerler, özellikle de Suriyelilerin özgürlüğünü aslında hiç önemsemeyen merkezin tarihini ve uluslararası çıkarlarını görmezden gelemeyiz. Onun tüm derdi çıkarları ve uluslararası düzeninin istikrarını Suriye halkı ya da başka halkların istedikleri şekilde değil de kendisinin razı olduğu şekilde sağlamaktır. Aynı şekilde ‘merkezin’, sistemin istikrarı açısından hiç de güvenilir sonuçlar doğurmayacak olan ayarlamalara girmesi de makul değildir. Aksine bugün o, varlığını tehdit eden bu gibi şoklara karşı sistemini güçlendirmeye çalışmaktadır. İşte uluslararası müdahaleyi yöneten denklem budur. O nedenle uluslararası düzenin bugün sürpriz bir şekilde, büyük stratejik bir etken olarak, diktatör ya da demokrasi vasfından ötürü değil de; insani yaşantının şeklini ekonomik, kültürel, güvenlik ve askeri açılardan egemenliği altına alan bir yönetimin yetkilerini ifade ediyor olması nedeniyle rejimlere saldırmak için ortaya çıkan halk hareketinin kabusunu yaşadığını söylemek hiç de abartı olmaz.
Batı’nın İran’la çatışmasına gelince bu çatışmanın hiçbir dini özelliği olmadığını vurgulamak gerekir. Bir yandan İran Fars uygarlığını canlandırmaya çalışıyor. Bu hedef için artık 12 imamcı Caferi mezhebinin dayandığı takiyyeye gerek duyulmamaktadır. Tüm planlar, İran gazeteleri, vurucu yayınları, açıklamalar, araçlar ve İslam dünyasında görülen aleni Şii hareketliliği yolunu kaybetmişler için işaret olmuştur. Tüm bunlar, İran ile Batı arasındaki çatışmanın, Arap dünyasındaki egemenlik kavgasının aksine bölgede siyasi nüfuz kavgası olduğunun göstergesidir. Bununla birlikte Batı, İran’la uyumlu bir şekilde yaşayabilir, onu anlayabilir ve ortak çıkarları karşılıklı değişebilir.
Ancak İran’la Batı arasındaki problem, Yahudilerle Batı arasındaki problem kadar büyük değil. Kendilerine ihtiyacın bitmesiyle rollerinin zayıflamaya başladığını hisseden Yahudiler, açık bir şekilde İsrail’in akıbetini tartışır oldu. Siyasi varlıklarının son aşamasını temsil eden getto aşamasına girme yolunda adımlar atılması çağrısında bulunuyorlar. Bu, korkunun ve kendini sağlama alma ihtiyacının arttığı bir evredir. Son iki yılı takip eden herkes, Filistinlilerin devletin Yahudiliğini kabul etmeleri hususunda ısrarları, çıkarılan korkunç ırkçı yasalar silsilesi ve Filistinlilerin ülkelerinden göç etmeye itilmeleri için uygulanan ciddi kısıtlamalar karşısında hayrete düşer!!! Bu nedenle İran’ın nükleer programının korunaklı evresine girmeden önce vurulmasına teşvik edenler –rekabet adına- ile Batı’yı İran’a daha fazla yaptırımlar uygulamaya itenler, ‘merkez’in ve müttefiklerinin karşı karşıya kaldıkları büyük mali ve ekonomik krizlerin acısından faydalananlardır. Bu bağlamda İran’ın maruz kaldığı zayıflık, sosyal gerilimler hatta devrim mutlaka İsrail’in lehine olacak, ‘merkezin’ zihninde ve kalbindeki konumunu koruyacak. Özetle İsrail ve İran arasındaki rekabet ilişkileri şu anda ikisi adına da tehlikeli çatışma ilişkileridir.
Dün; soğuk savaşın gölgesinde Rusya ve Çin uluslararası forumlarda Arap davalarını savunuyorlardı. Amerika, İngiltere ve Avrupa ise (İslam’ın) en büyük düşmanlarıydı. Bugün sahne tamamen değişti. Bazıları Amerika’nın konumunu halkları savunan ve cesur bir konum olarak görüyor!!! Bu sahne bizlere Arapların, uluslararası sistemi tehdit eden bir tehlikeye dönüşmeden, İran’ınsa bir dost hatta bir müttefik haline dönüşmesinden önce doğu kapısının bekçisi olarak görülen eski Irak başkanı Saddam Hüseyin’e bakışını hatırlatıyor.
Konumlardaki bu değişiklik eğer çıkarların değil de inançların gereği olsaydı kabul edilmezdi. Yoksa İran da Sünni dünyasına nüfuz edemez ve doğruluğunu tehdit edemezdi. Müslüman toprakları da tüm günahkar yalancılara yem olmazdı.
Sözün özü; yırtıcı hayvanlar, vetoyu sadece Suriye devrimine karşı değil aynı zamanda tüm ümmete karşı kullandılar. Ancak neden? Çünkü Rusya ve Çin bugün, Arap devrimlerinin Batı’ya uzanmasının önlemesi için kuşatılması yolunda tüm gücüyle uğraşan ve halklardan bir kurtuluş ya da ‘merkez’e karşı çıkma yolu olarak bu yolu benimsemek isteyenlere maliyetinin çok yüksek ve dayanaksız görünmesi için çaba sarfeden mevcut uluslararası düzenin ilk savunma hattını oluşturur oldu. Bu nedenle de Rusya ve Çin, merkezle ortak paydayı paylaşan, varlığının ve istikrarının temsilcisi olan kurulu uluslararası düzenin şeklinde muhtemel tehlikeli çözülmeden korkan Batı’nın kurnaz önderliğindeki hakimiyet ilişkilerinin yapısal aracı gibi davranıyorlar. Büyüklerin oyununda garip olan nokta ise Batı’nın, liderlerinin, entelektüellerinin ve kendileriyle beraber İran’ın bu gerçekten sıkılmıyor ve aynı zamanda da Arapları kandırmak için koşuyor olmalarıdır.
Bu makale www.timeturk.com.tr için Ahmet Yılmaz tarafından tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara