Ekrem Hicazi
Arap Birliği'nin BM Güvenlik Konseyi'ne yönelmesi ve Suriye'deki gözlemcilerin görevini dondurduğunu duyurması ile birlikte, en büyük Arap devrimine ilişkin olayların yeni bölümleri başlıyor. Devrim, bedeli ne olursa olsun, ne şekilde olursa olsun, mümkün olan her yolla ve -Arap Birliği'nden başlayarak herkesin, gözlemciler heyeti başkanı, Suriye Ulusal Konseyi, bazı Arap ülkeleri ve "İsrail" de dahil "merkez"in siyasi partner rolü oynadığı- karmaşık senaryolara göre çözülmeye çalışılıyor.
Misyonsuz Piyonlar!!!
Hikaye, Arap Birliği, 6 Eylül 2011'de 'Suriye krizi'ni çözmek üzere girişimini başlattığında başladı. Ancak Arap Birliği ile Suriye rejimi arasında yaşanan diyaloglar, girişimin bizzat kendisinin değil, Arap girişimi protokolünün onayı ile sona erdi. Gözlemciler heyeti konusuna ilişkin müzakerelerde ise, -müzakerelere tam olarak ortak olan Rusya'nın da muvafakati ile- tümüyle Suriye'nin şartları kabul edildi. Ve buna göre, gözlemcilerin sayısı, Arap Birliği'nin önerdiği gibi, 500'den 200'ün altına düşürüldü. Arap Birliği de, raporlarını, birliğe teslim etmeden önce, Suriye Hükümeti'ne sunacağını taahhüt etti ve güvenlik güçlerinin heyet ekiplerine eşlik etmesini kabul etti. Ancak çalışması sürecince tek bir rapor yayınlamadı.
Daha da önemlisi, hiç kimse gözlemcilerin siyasi ve ideolojik kimliklerini ve de hangi uzman kuruluşlara tabii olduklarını bilmiyor. Ne görevlerinin mahiyetine, ne yeterliklerine, ne sahip oldukları teknik kapasiteye ne de seçilme şekillerine ilişkin bilinen kesin bir bilgi var. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Fadi El Kadi, bunu şu ifadesi ile teyit etmiştir: "Arap Birliği, gözlemcilerin seçilme yöntemini ve sahip oldukları deneyimi açıklamadı". Dolayısıyla, politik ve medyasal açılardan heyetin misyonu ve hedeflerinin hakikatinin anlaşılması mümkün değildir. Diğer taraftan Suriye rejiminin, heyeti kabul etmeden önce dilediğini şart koşması anlaşılabilir bir durumdur. Ancak makul olmayan, Arap Birliği'nin ekip hakkındaki herhangi bir bilgiyi kamuoyundan ve medyadan gizleme gibi bir davranışa başvurmasıdır. Bu durum, bazı gözlemcilerin kendilerini 'misyonsuz piyonlar' gibi hissetmelerinin ardından, heyette meydana gelen çatlakları açıklıyor. Heyetin gerekli tecrübeden yoksun olduğu mazeretine gelince; bu, Arap Birliği'nin hiçbir sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Cezayirli gözlemci Enver Malik ve onun diğer meslektaşları, ekip üyelerinin olayları görüntülerken kendi şahsi telefonlarını kullandıklarını tekit ederken, heyetin başkanı General Muhammed El Dabi, nasıl İngiliz Observer gazetesine (8/1/2012) 'Arap baharı devrimlerinin en kanlı bölümünü uzun süreli olarak gözlemlemek üzere hazırlandığı" şeklinde bir açıklama yapabilir. Ve bu açıklama, Katar Dışişleri Bakanı'nın heyetin performansının geliştirilmesi için Birleşmiş Milletler'in tecrübesinden faydalanılmasına ilişkin açıklamaları ile nasıl bağdaşır?
Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi, 6 Ocak'ta Halid Meşal ile birlikte düzenledikleri ortak basın toplantısında gözlemcilere ilişkin şu beyanda bulundu: "Suriye'deki gözlemciler oraya Arap Birliği'nin görevlendirmesi ile, gözlem ve tetkik görevini yerine getirmek üzere gittiler. Şiddetin ve akan kanın durması, mekanizmaların çekilmesi için çabalıyorlar. Halihazırda Suriye'de bulunan gözlemciler, kendilerinden istenenden daha büyük bir görevi yerine getirmek için orada bulunmaktadırlar." El Debi'nin ise daha farklı bir görüşü vardı. Zira El Debi, 23 Ocak'ta Kahire'de düzenlenen basın toplantısında heyetin görevine ilişkin şunları söylemişti: "Heyetin görevi, gerçekleri tahkik etmek ya da araştırmak değil, yalnızca Şam tarafından kabul edilen Arap Birliği protokolünün uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmektir." Bir diğer paragrafta da şöyle diyor: "Gözlemcilerin görevi, gözlemek ve Suriye hükümetinin protokole ne ölçüde bağlı kaldığını değerlendirmektir, cinayetleri ve yıkımı durdurmak değildir. Gözlemcilere verilen görev -siyasi görüş ve analizlerden uzak- cinayetlerin kesilip kesilmediğini söylemektir."
El Debi ya da El Arabi'ye kimin kiminle dalga geçtiğini sormayacağız. Ancak en azından her ikisine de heyetin Suriye'de bulunduğu zaman zarfında katledilen binlerce insanı ve rejim tarafından öldürülmeye aday kurbanların sayısını soracağız. Özellikle de El Debi, "uzun süreli bir gözlem"den bahsederken!!! Üç haftada yüzlerce insan ölüyorsa, 'gözlemin' faydası ne? Devrimi organize edenler ve insan hakları örgütleri, El Debi ile ekibi ve Arap Birliği olmaksızın görevi tamamlamaya güç yetiremezler mi? Elbette güç yetirebilirler. Ancak gerçek şu ki, aslında heyetin görevi ne 'tetkik' ne de 'gözlem' idi.
Uluslararasılaştırma çabalarının Vaftiz Babası
Diğer uluslararası insan hakları kuruluşları ve siyasi kurumlar ve hatta Arap devletleri ve liderleri gibi, Arap Birliği de Suriye'de olup bitenlerin hakikatini kesin olarak biliyor. Aynı şekilde gözlemci grubun başkanı Muhammed El Debi de Suriye'de yaşananların gerçeğini -ki bunu elit sınıftan gözlemcilerin, analistlerin, gazetecilerin vb. yanı sıra sıradan insanlar dahi biliyor- biliyor. Ancak buna rağmen şu beyanda bulunuyor: "Humus'ta ürkütücü bir şey görmedim"!!! Bu açıklamasını yalanlamasına rağmen, herhangi bir gözlemci, görgü tanığı ya da felakete uğramış biri tarafından arzedilen her tanıklığı inkar etti ve yalanladı. Ve muhalefete göre, hakkında hiç kimsenin malumatının olmadığı, "uydurma" bir rapor hazırladı.
Bunun da ötesinde bazı tanıklar, El Debi'nin, gözlemci ekiplere 'sıcak bölgelere gitmemelerini ve rejime yakın bölgeleri ziyaret etmekle yetinmelerini salık verdiğini'!!! ifade etti. Ekibin bir aylık çalışması boyunca, - El Debi'nin, rejim ile heyet arasındaki işbirliğinin, en üst düzeyde 'dürüstlük, şeffaflık ve tarafsızlık' boyutuna ulaştığı yönündeki resmi açıklamalarına rağmen- hiçbir gerçek ortaya çıkmadı. Daha da kötüsü, El Debi'nin heyetin çalışmalarda bulunduğu süre zarfında bin kişinin öldürülmüş olmasına rağmen, 'şiddetin azaldığı' yönünde açıklamalar yapması ve rejimin, katil ile kurban arasında fark gözetmeyen!!! anlayışını benimsemesidir.
El Debi, Reuters'a yaptığı açıklamada (28/12/2011) gözlemci heyetin Humus kentine yaptığı ilk ziyaretten bu yana "durumun sakin olduğunu, heyetin orada bulunduğu süre zarfında çatışmalar yaşanmadığını... sıkıntılı bölgeler olduğunu... ve şu ana kadar durumun güven verici olduğunu" ileri sürdü. Oysa Baba Amru sakinlerinden aktivist Ömer, şöyle diyordu: "Gerçekten gördükleri şeylerin farkına varmadıklarını hissettim. Belki duygusal davranmama yönünde emir aldılar. Ancak insanların hikayelerini dinleme konusunda da hevesli değillerdi!!! Ve ekliyor: "Boşluğa haykırdığımızı hissettik. Bütün umudumuzu Arap Birliği'ne bağlamıştık. Ancak görünen o ki, bu gözlemciler sistemin nasıl işlediğini bilmiyorlar. İnsanların maruz kaldıkları acı ve ölümlerle de ilgileniyor gibi görünmüyorlar. Yani... Gayretli değillerdi, acı ve ölümlerle de ilgili görünmüyorlar.!!!"
Rejim, heyeti -sineklerin dahi, içine girmek şöyle dursun, yaklaşamadığı istihbarat merkezine düzenlenen bombalı saldırı ile- karşıladı. Keza, 6 Ocak'ta Şam'ın Meydan Mahellesi'nde gerçekleştirilen saldırı ile de uğurladı. Her iki patlamada da onlarca insan, Suriye televizyonunun ve polis kuvvetlerinin önünde işlenen utanç verici suçlara kurban gitti. Nitekim rejimin heyeti karşıladığı o ilk günden uğurladığı güne dek, El Debi'nin Suriye rejimini nitelediği 'dürüstlük, şeffaflık ve tarafsızlık' ifadelerinin yer aldığı açıklamaları değişmedi. Peki kim bu El Debi?
Medyada, Korgeneral Muhammed Ahmed Mustafa El Debi'nin (63) özgeçmişine ilişkin birçok bilgi yer aldı. El Debi'nin, Sudan Devlet Başkanı'nın askeri ve güvenlik danışmanı ve Sudan Baas Partisi üyesi olduğuna işaret eden medya organları, generalin Darfur'da savaş suçu işlemekle itham edildiğini, Suriye rejimini desteklediğini ve gözlemci heyeti başkanlığı için rejim tarafından üç isim arasından seçildiğini aktardı...
O halde hiç şüphe yok ki, El Debi akıllı bir adam, profesyonel bir asker, tecrübeli bir siyasetçi. Cahil ve toy bir adam değil. Dolayısıyla Amerikan 'Dış Politika' dergisinin yazdığı gibi 'tarihteki en kötü uluslararası insan hakları gözlemcisi' olduğu doğru değil. Zira sahip olduğu yetenek ve vasıflarla ve en basit dijital teknoloji araçlarıyla, ziyaret ettiği bölgelerde olup bitenleri, güvenlik sistemlerinin gizlenme ve yanıltma yöntemlerini, rejimin utanç verici sahtekarlıklarını, sivillere karşı kullandığı gücün boyutunu ve türünü ya da rejimin başvurduğu hile ve ihanet yöntemlerini -ki bunu yalnızca Suriye halkı değil tüm dünya biliyor- öğrenebilirdi. Öyleyse El Debi, gerçekle uzaktan yakından alakası olmadığını yakînen bildiği halde, niçin bütün açıklamalarında ısrarla provokatif söylemlerde bulunuyor?!!!
Şüphesiz batılı, Arap ve Suriyeli kaynaklar tarafından yapılan resmi açıklamalara bakıldığında bu açıklamalardaki -özellikle de Arap Birliği'nin sembol isimleri tarafından yapılan açıklamalardaki- çelişkinin derinliği ve tutarsızlık göze çarpıyor!!! Her ne kadar yalanın ta kendisi değilse de, Suriye usulü açık yalan boyutuna ulaşmasına rağmen, politik kapsamda büyük bir aldatmacanın habercisidir. Zira halkın (yalan) haber bombardımanı politikası ile hedef alınmasının siyasette, birçok belirsizlikle birlikte karmaşa yaratmaktan ve yanıltmaktan başka bir amacı yoktur. Ki bu genelde, zihnin dağılması sebebiyle, ilginin olaydan sapmasına ve olay ile etkileşimin zayıflamasına sebep olur. Böylece olay, faili olan halkın elinden alınarak, onu diplomatik ve politik sahalarına doğru yönlendirmeye çalışan elit tabakaya teslim edilir. İlginçtir ki, Arap Birliği ile Suriye rejimi, hedefleri farklı olmasına rağmen, bu politikayı izleme hususunda hemfikir olmuştur. O kadar ki, her ikisi de sanki birbirinin dilini konuşur gibi!!!
Bu şu anlama geliyor. Sahadaki performansı ve basına yaptığı açıklamalar ile -zaman zaman sözlerinden geri adım atsa da- Arap Birliği'nin yanısıra Suriye'nin de hüsnü kabulüne mazhar olan El Debi, insan hakları gözlemcisi rütbesinde bir kurbanlık koç olmaktan ziyade Arap Birliği'nin siyasi ortağıdır. Şayet öyle olmasaydı, şahsına yöneltilen onca eleştiri ve saldırılardan sonra görevinden istifa eder ya da azledilirdi. Ancak o bütün bunlara rağmen, -heyetin görevinin dondurulmasından, gözlemcilerin başkent Şam'a nakledilmesinden ve Suriye dosyasının BM Güvenlik Konseyi'ne taşınmasından sonra dahi- görevinin başında kaldı. Bütün bunların tek anlamı, El Debi'nin gerçekten uluslararasılaştırma planının vaftiz babası olduğudur.
Sonuç olarak
Beşar'ın, uzun bir sessizliğin ardından yaptığı kanlı konuşmasının sebebi ancak, meselenin uluslar arası platforma taşınması halinde rejimini kuşatacak tehlikeyi hissetmesiydi. Netice itibariyle şunu söylememiz mümkündür. Şayet gözlemcileri oyuna getirmeyi planlamış biri var ise, bunu mükemmel bir şekilde başardı. Arap Birliği, girişimin değil, gözlemci heyet protokolünün onaylanması tuzağı ile Suriye rejimini düşürmeyi hedeflediyse, bu hedefine ulaştı. Ve Suriye Devlet Başkanı, -tam İngiliz Daily Telegraph gazetesinin öngördüğü gibi- belki de gerçekten böylesi bir 'siyasi kumara' girdiğine pişman oldu. Katar'ın sabrı tükenmişse bu, (1) 'BM'den faydalanılması', (2) 'Suriye'ye Arap kuvvetleri gönderilmesi' ve (3) 'Suriye dosyasının Güvenlik Konseyi'ne taşınması' önerileri, dikkat çekici bir hızla ardı ardına geldiği içindir. Belki de 'merkez'in elde etmeye çalıştığı şeyi gerçekleştirmiştir. Ancak sorulması gereken soru şudur: 'Merkez'in görüşü nedir?' Güvenlik Konseyi, Suriye devrimi için ne yapabilir? Uluslararası müdahale katilin vahşetini artırırsa, bunun yansımaları ne şekilde olur?
Press Medya için Arapça'dan çeviren Selda Bayrak