Türkçe dersinde; Türkçe hocası sınıfa girdi, merhaba diyerek selam verip kendini tanıttı ve hadi tanışalım dedi… Ahmet Suriye'den, Abdurrahim Azerbaycan'dan, Basil Filistin'den, Hale Irak'tan, Osman Türkistan'dan...
Hoca, “Türkmenistan” dedi, Osman; “Hayır, inşallah bağımsız batı Türkistan.”
Osman'ın yüzüne bakarak daha önce İstanbul'da onlarca Uygur öğrenciyle buluştuğumu hatırladım. Yüzlerinde hüzün okunuyordu. Türkiye'de farklı farklı bölümlerde okuyan onlarca öğrenciydi. İçlerinden bir kız bana şunları anlattı:
“Biz 400'e yakın öğrenciyiz, Mısır'da okuyorduk ancak Sisi rejimi bizi sınır dışı edip bazılarımızı Türkistan'ı işgal eden Çin hükümetine teslim etti. Çin'e gönderilenler hapse atıldılar ancak bazıları Türkiye'ye kaçmayı başardı. Burada Türk devleti onlara üniversitede okuma hakkı tanıdı. Ancak ilginç olan çoğunun hafız olması ve Arapçayı çok iyi bilmesiydi."
Kız şöyle devam etti: çoğumuz mezun olup vatanımıza dönmeden önce aldığı diplomayı yırtıp atıyor, aldığı ilim kendisinde saklı kalıyor. İşgalci Çin'in gözünde Kuran-ı Kerim'i ezberleyen ve İslami bir devlette İlahiyat okuyan kimse haindir. Hapis cezasına çarptırılabilir hatta hainlik suçundan idam edilebilir. Çin'de bu tür İslami ilimler yasak. Orada yaşayan Uygurlar İslam dininin en basit ibadetini bile yapamıyor. Hatta Çin polisi gündüzleri insanları dolaşıp özellikle Ramazan'da oruçlu olmadıklarından emin olmak için Müslümanlara zorla yemek veriyor. Camiler açık ancak camiye giden hemen tutuklanıp hapse atılıyor.”
Diğer bir öğrenci ağlayarak bir amcasının olduğunu duyduğunu ancak yıllardır ihanet suçundan Çin hapishanelerinde olduğunu söyledi, başka arkadaşı ise babasının yıllardır hapiste olduğunu ve bu sebeple babasını tanımadığını ancak kendisinde gelen bir mektupta dinlerine sımsıkı bağlanmalarını ve bağımsızlık ilan edilene kadar davalarından vazgeçmemelerini istemişti. Bir başka öğrenci ağlayarak şunları söyledi: “Türkiye'de olduğum için 3 yıldır ailemle konuşamıyorum, çünkü eğer iletişime geçersem aileme zarar gelmesinde korkuyorum.”
Uygur öğrencilerle görüşmemden büyük bir şok ve hüzünle ayrılmıştım. Dahası kendimden utandım; biz bu davanın neresindeyiz? Neden hiç bir şeyden haberimiz yok? Biz bu gerçeğin dışında bırakılıyoruz, medya bu insanların acısını örtbas ederek bizi uzak tutuyor. Uygur halkı aslen Türkmendir. Hz. Ömer'in döneminde yapılan fetihler sırasında İslam'a girdiler ve Ukbe Bin Nafi döneminde ülkeleri fethedilerek İslam orada yayıldı. İtiraf etmeliyim ki ben bu halk hakkında ve çektikleri ile ilgili haberdar değildim, yeni öğrendim. Kendi kendime şunu söyledim: Sessizce acı çeken, zulme uğrayan ve bihaber kaldığımız başka Müslümanlar var mıdır? Bizim onlara karşı sorumluluklarımız nelerdir, diye sordum.
Bu arkadaşlarla görüşmemden sonra hıçkıra hıçkıra ağlayarak onlara sarıldım ve çektikleri acılar hakkında duyduğumu, gördüğümü aktarabildiğim kadar aktaracağıma söz verdim. Osman da bana bu sözümü hatırlatmış oldu. Hemen Osman'ın yanına giderek Arapça konuştum çünkü Osman'ın diğer Uygur arkadaşları gibi Arapça bildiğinden emindim… Ve evet Arapça biliyordu. Osman ise şöyle demişti: Evet biz inşallah bağımsız bir devletiz, zulüm ve zalim Firavun, Neron, Beşşar gibi zalimler gidecek. Bu hak dine karşı ne kadar savaş açılırsa açılsın zafer İslam'ındır. Biz Müslümanların da inançlarımızla özgürce yaşamaya hakkımız var ve bu bizim en basit haklarımızdan bir tanesi.
Osman kardeşim Rabbim seni ve Uygur halkını korusun… Türkistan devleti Allah'ın iziyle bağımsız olacak.