Şeyhler artıyor. Onların yanında kendinden menkul “şey”lerde artıyor.
İlim temeli üzerine kurulan tasavvuf yerine menkıbe temelli “şey” kullanılıyor.
Kürsü sahibi olanlar mevzu hadisleri aldıkları kitabın müellifi hürmetine kabul ediyor.
Eleştiri aldıkları zaman “tasavvuf düşmanı” oluyorsunuz.
Tasavvufa girmeden önce sessiz sakin ağabeyimiz sohbet halkalarından sonra diliyle insan onuru kemiriyor.
Reddiye menüsünde insan eti sunuluyor, her ağza her damağa uygun servis ediliyor.
İnce meseleler kitle politikasına uygun olarak servis ediliyor. İnsanlar anlamadıkları şeylere “vardır bir hikmeti” diyerek sarılıyor.
Önüne gelenin “ilmi” konuştuğu bir ortamda herkes ilim sahibiyken kime ders anlatılacak bilinemiyor.
Ve kargaşa başlıyor, suni gündem cabası.
Bir hocaefendi kitlesi olan bir hocanın yanlışını tashih eder etmez itibar cellâtları çalışmaya başlıyor.
Sosyalleşme için imkân görülen sohbet halkasının hocasına eleştiri gelince ortam elden gidiyor duygusu, şakaklarda ateşi yükseltiyor.
İş yapmak yerine iş üzerinde “şey” olanlar yüzünden ahlâk yerine önce cübbe giyiliyor.
Hatalı sarıklılar yüzünden sarıkları cübbeleri kenara atan insanlar doğuyor. Kenarda hazır bekliyorlar. Fikirlerini savunacakları zemin bulur bulmaz sahaya çıkıyor gösteri yapıyor ve iniyorlar.
Dergiler kitlesiyle buluşunca dergi tepeleme ilim doluyor. Sabahın nurunda işe giden adama gece boyunca zikir çektiriliyor. Adam işte uyuyor. Bizimkisi gece zikirde olduğu için “dinleniyor”.
Müntesibi olduğu hocaefendinin kerametlerini asıl meseleymiş gibi gündem yapıyor. Bu keramet dolu hâli insanların vicdanında çıban oluyor.
Yine kaos başlıyor ve bu yanlış tavır yüzünden sahne “keramet yoktur” diyenlere açılıyor.
Tarikat yoldu. Bu yol Şeriatımıza açılıyorken artık vakıf/dernek merkezlerinin kapısına açılıyor.
Ehli sünnet söylemi/kılıcı ile hocaların itibarları, kitlesinin boğazında kalmasın diye ince ince kıyılıyor. Aslında kendine kıyıyor. Fark etmiyor.
Yine kaos başlıyor. Ve Sahne. Geliyor, elinde pankart: Sünni değilim, Müslümanım.
Yanlış anlaşılmamak için cübbe, sarık, tarikat vardır demek zorunda hissediyorum. Çünkü bir kitle var. Kızgınlıkları hazır bekliyor.
Kurumuş sufi dalda duruyor; ne kokuyor ne açıyor. Onu gören sufi budur zannedip, sahneye çıkıyor. Sahne ideolojisini izah etmede hazır zemin olduğu için Cibril hadisindeki “ihsan” vurgusunun ulema tarafından nasıl okunduğunu görmüyor, duymuyor.
Aziz okuyucu,
Bir tarafımızda yanlışta zirve yapan sufiler bir yanımızda yanlışlar üzerinden tasavvuf kurumuna insafsız eleştiri yapanlar duruyorken meselenin hakikatini görebilmek adına emek harcamamız gerektiğini düşünüyorum.
Bir kardeşiniz olarak meseleye giriş olacağını umduğum Ebubekir Sifil hocamızın riyasetinde çıkan Rıhle'nin Tasavvuf-I ve Tasavvuf-II sayılarını temin etmenizi öneririm.
Netice olarak,
Her “şey”in bir şeyhi vardır.
Şeyh doğulmaz şeyh olunur.
Şeyh olunmak için yola çıkamazsın. Devlet dairesinde memur olmak için KPSS sınavına hazırlanmıyorsun.
Mürid olmak için kürsü sohbetlerinin daimi üyesi olman yetmez.
Susman lazım. Bir elinde tesbih, diğerinde sigara dilinde dedikodu ile şeyhini “şey” yaparsın. Şeyhi şey olanın şeyhi şeytandır.
Unutma!