Kamuoyu hafta sonu Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşma ve anlaşma haberleriyle çalkalandı durdu.
Herkes anlaşmanın içeriği ve sonuçları üzerine farklı yorumlara girişirken hükümet kanadından konuyla ilgili açıklama AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik'den geldi.
Çelik: “Kesin bir anlaşma yok. Henüz imza atılmış bir şey söz konusu değil. Bir taslak üzerinde çalışılıyor. Kuşkusuz İsrail devleti ve İsrail halkı Türkiye'nin dostudur. Bizim şimdiye kadar ki eleştirimiz İsrail hükümetinin aşırı davranışlarına, meşru görmediğimiz davranışlarına dönüktür. Mavi Marmara saldırısı bir dönüm noktası olmuştur. Bunun neticesinde ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye 3 şart ileri sürmüştür. Özür dilenmesi, tazminat ve Gazze'den ambargonun kaldırılması. Birinci şartımız yerine geldi ama diğer iki şartımız yerine gelmedi. Böylesi bir taslağın bu parametreler etrafında şekilleneceği konusunda bir kuşku duymuyoruz. Türkiye'nin 3 şartı yerine gelmek kaydıyla baştan beri ifade edilen normalleşme süreci sağlıklı bir süreç olur. Ama bu şartlar yerine gelmediği takdirde sağlıklı bir süreç olmaz. İmzalama düzeyine gelinceye kadar görüşmeler devam edecek. Burada aranacak şart, bizim gözlemleyeceğimiz unsur bu 3 şartın yerine gelip gelmeyeceğidir” dedi.
Çelik'in İsrail devleti ve İsrail halkının Türkiye'nin dostu olduğunu söylemesi kişisel temennisi ve zannı olabilir, buna saygı duyarım lakin AK Parti Sözcüsü olarak bu ifadenin daha diplomatik bir kelime ile ifade edilmesi gerekirdi.
Yüzde 49.5'un acaba kaçı İsrail halkını ve devletini dost görüyor?
Bu tarz tartışmalı konuların zamansız gündeme gelmesi hiç hoş değil. Bu konuda daha dikkatli olunmalıdır.
Çelik'in kendi kişisel görüşünü, parti görüşü gibi sunması yanlış olmuştur.
Türkiye-İsrail anlaşmasının en önemli hassas olan iki şartı tazminat ve abluka meselesidir.
Burada bir konuya daha değinelim. Ambargo ve abluka aynı şeyler değildir, Gazze'de asıl sorun ambargo değil abluka meselesidir.
Ambargo İsrail'in kendi tarafından malzeme geçişi, abluka ise Gazze'ye denizden, havadan ve karadan şehrin işgalidir.
Ambargo ve abluka konularında kelime oyunlarına düşülmeden Filistin'e uygulanan ablukanın kaldırılmaması durumunda hiçbir anlaşmanın yapılmaması gerekiyor.
Tazminat konusuna gelince kamuoyunda gündeme gelen madde, uygulama olarak tazminatı içermemektedir.
İsrail'in söz konusu ettiği uygulamada oluşturacağı bir fondan mağdurların yakınlarına adeta bir lütuf gibi para dağıtılacağıdır.
Emsal durumlar göz önüne alındığında bedel hukuki karşılıkla hesaplanır ve emsali en az 1 milyar dolardır.
Oysaki İsrail'in vereceği söylenen miktar 20 milyon dolar gibi çok komik bir rakamdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hak sahipleri kanı akanlardır” diyerek Mavi Marmara davalarında şehit ailelerinin hak sahipliğini defalarca dile getirmiştir.
Mavi Marmara davası sadece Türkiye halkının değil Filistin halkı ve 37 ülke halkının davasıdır.
Öte yandan kamuoyunu en çok meşgul eden anlaşma konusunun doğalgaz üzerinden algılanması ayrıca üzücü bir durumdur.
Zira Doğu Akdeniz'deki doğalgaz Filistin halkının hakkıdır.
İsrail'in Akdeniz gaz havzalarının büyük bölümünün Gazze karasularında olduğunu unutmayalım.
Yasir Arafat döneminde gaz meselesi Ürdün üzerinden ihracı ve Gazze'ye pay verilmesi konusu gündeme gelmiş lakin hiçbir zaman ciddi bir şekilde masaya oturulmamıştır.
Türkiye-İsrail anlaşmaları umarız ki Kudüs'ün ve Gazze'nin maslahatına zarar verecek şekilde cereyan etmez.
Mavi Marmara yolcuları, yaralıları ve şehit aileleri tarafından; ödenen bedelin Filistinli kardeşlerimize uygulanan ABLUKA'nın kaldırılması amacıyla ödendiği ve tazminat dahil herhangi bir diğer sonucun öncelikli mesele olmadığını gerek mahkemelerde gerekse birçok platformlarda beyan etmişlerdir.
İsrail ısrarla ambargo diyor oysa, abluka kalkmadan Gazze ve Filistin'in özgürleşmesi çok zor.
Sonuç olarak Gazze ablukası kalkmadıkça, Filistin ve Gazze'nin sorunu asla çözülmeyecektir.