Faizsiz Dünya Vakfı olarak yürüttüğümüz çalışmalar, yalnızca teknik bir finans faaliyeti değil; iktisadın, ahlâkın ve toplumsal yapının buluştuğu bir adalet arayışıdır. Amacımız, faizin birey, piyasa ve toplum üzerindeki sosyo-ekonomik tahrip edici etkilerine karşı bilinç oluşturmak; bunun yerine paylaşımı, güveni, üretimi ve fıkhın özündeki adaleti merkeze alan finansal modelleri geliştirmek. Bu doğrultuda toplumun farklı kesimleriyle buluşuyor, ilim ve fikir dünyamızın öncü isimleriyle istişarelerde bulunarak hem teorik çerçeveyi hem de pratik uygulamaları güçlendirmeye çalışıyoruz.
Bu yaklaşımımızın bir gereği olarak hem sahadaki tecrübeyi derinleştirmeyi hem de ilmî geleneğimizin köklü birikimini modern ekonomik gerçekliklerle yeniden buluşturmayı önemsiyoruz. Bu kapsamda yakın dönemde, ülkemizin yaşayan en önemli İslâm hukukçularından biri olan Prof. Dr. Hamdi Döndüren Hocamızı Bursa'da ziyaret etme bahtiyarlığını yaşadık. Hoca'nın tevazu dolu karşılayışı, ilmî vakarından süzülen sükûneti ve samimi misafirperverliği, daha ilk andan itibaren derinlikli bir sohbetin kapısını açtı.
Nitekim kısa süre içinde konuşmamız, klasik anlamda bir “faiz meselesi” değerlendirmesinin çok ötesine geçerek, İslâm iktisadının kadim metinlerinin bugünün karmaşık ekonomik yapıları karşısında nasıl yeniden yorumlanabileceğine dair zengin, katmanlı ve ufuk açıcı bir ilmî-fikrî müzakereye dönüştü.
İmam Ebu Yusuf'tan Günümüze: Paranın Değeri ve Değer Kaybının Tazmini
Kendimizi ve vakfımızı kısaca takdim etmemizin ardından, Hocamız söze doğrudan paranın mahiyetini açıklayarak başladı. Altın ve gümüşün—yani içsel değere sahip, sabit kıymetli maden paraların—fazlalıkla alınıp verilmesinin ittifakla ribâ olduğunu hatırlattı. Ardından görüşlerini, hicrî ilk asırlardan sonra tedavüle giren ve fels adı verilen bakır–nikel–kalay karışımı paralara taşıdı. Bu paraların, maden kıymetinden bağımsızlaşarak tamamen arz-talep dengesine göre değer kazanıp kaybetmesinin, klasik hükümlerin yeniden yorumlanmasını zorunlu kıldığını ifade etti. Zira bu tür paraların değeri artık “maden değerinden” değil, bütünüyle piyasa arz–talep dengesi üzerinden belirlenmekteydi. İşte bu yeni şartlar, klasik fıkhın yeni bir yorum ihtiyacını gündeme getirmişti.
Hocamız burada, kendisinden asırlar sonra bile fıkıh tarihinin en derin kavrayışlarından biri kabul edilen İmam Ebu Yusuf'un içtihadını hatırlattı. Buna göre:
- Para zaman içinde değer kaybediyorsa,
- Değeri altın–gümüş gibi başka bir kıymete veya fiyat endeksine bağlanabiliyorsa,
- Temerrüt (borcun gecikmesi) halinde ortaya çıkan fazlalık, ribâ değil, “değer kaybının tazmini” sayılır.
Döndüren Hoca'ya göre modern kâğıt para sistemi tam da bu niteliktedir. Çünkü itibarî para: Herhangi bir maden karşılığı bulunmayan, Devlet güvencesine ve piyasa şartlarına bağlı olarak değer kazanan veya kaybeden, altın ve gümüş gibi “İçsel değeri olmayan” bir değişim aracıdır. Dolayısıyla enflasyon sebebiyle ortaya çıkan fark, fıkhî olarak ribâ değil, “kaybolan değerin (tazmini mahiyetinde) geri verilmesidir.”
Enflasyon, İtibari Para ve Katılım Bankalarının Gecikme Uygulamaları
Sohbetimizin ilerleyen kısmında konu tabiatıyla enflasyona geldi. Hocamız burada son derece net bir ifade kullandı: “Kâğıt para basıldıkça değer kaybeder; ölçü kaçar. O zaman onu bir şeye endekslemek gerekir.”
Devletin hâlihazırda fiyat endekslerini (TEFE-TÜFE) düzenli aralıklarla ölçerek ilân ettiğini hatırlatan Hocamız, İmam Ebu Yusuf'un temerrüt halinde alınabilecek farkla ilgili ictihadının dönemsel fiyat seviyeleri üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti. Döndüren Hoca, bu bağlamda günümüz katılım bankalarının gecikme uygulamalarını şu ilkeye oturttu:
Temerrüt (gecikme) halinde alınan fark, enflasyon oranını aşmadığı müddetçe, ribâ değil, paranın değer kaybının (tazminidir) karşılanmasıdır.
Katılım bankalarının gecikme cezalarını sosyal fonlara aktarmasının sebebini de bu çerçevede açıkladı. Enflasyonu aşan her fazlalık, reel faiz niteliği taşıdığı için “arındırılmakta” ve sosyal amaçlarla kullanılmakta olduğunu söyledi.
Karz-ı Hasen, Mikro Kredi ve Toplumsal Güvenin Aşınması
Vakıf olarak yürüttüğümüz Karz-ı Hasen ve Mikro Kredi projelerimizi Hocamıza arz ettiğimizde, Hoca'nın ilk vurgusu şu oldu: Karz-ı Hasen'in fıkıhtaki asli yeri, darda olana destek olmaktır.
Bu noktada Hoca, Bakara Sûresinin 280. âyetini “Borçlu dara düştüyse, ona yakası genişleyeceği ödeme gününe kadar mühlet verin. Eğer daha da ödeyememe durumuna düştüğü belli ise bağışlamanız (tasadduk edivermeniz) sizin için daha hayırlıdır. Alacağınızdan vaz geçin.” okuyarak darda kalana mühlet vermenin ya da borcu bağışlamanın faziletine dikkat çekti. Ancak mikro kredide durumun farklı olduğunu, çünkü verilen paranın ticari bir faaliyetle geri döneceğini ifade etti.
Bu ilahî yönlendirmenin, karz-ı hasenin özünü teşkil ettiğini; dolayısıyla burada amaçlananın ticaret değil, saf bir infak, bir kulun yükünü hafifletmek ve toplumsal dayanışmayı ayakta tutmak olduğunu vurguladı. Buna karşılık mikro kredide ise hedefin üretim ve gelir oluşturmak olduğu yani verilen para ticari bir faaliyetle geri döneceği için değerlendirme ölçülerinin farklı olması gerektiğini belirtti.
Tam bu noktada bir arkadaşımızın “Zaten borç alan ödemediği için toplum karz-ı haseni bitirdi, artık kimse kimseye ne borç verebiliyor ne borç da alabiliyor; çünkü güven kalmadı.” cümlesi, içinde bulunduğumuz toplumsal atmosferi çarpıcı şekilde ortaya koydu.
Hocamız da bu tespiti teyit ederek, güven erozyonunun karz-ı hasen kültürünü zayıflattığını, toplumsal dayanışma temelli finans mekanizmalarının gelişmesini de olumsuz etkilediğini ifade etti.
Teşvik Kredileri, Enflasyon ve Reel Faiz–Ribâ Ayrımı
Gündem, devletin tarım, hayvancılık ve ihracat sektörlerine verdiği teşvik kredilerine geldiğinde, hocamız şu önemli tespiti yaptı:
Devletin tarım, hayvancılık ve ihracat için verdiği %10–15 oranındaki krediler, yıllık %35–40 enflasyon ortamında, klasik anlamda faiz değildir; Çünkü nominal artış, paranın gerçek değer kaybını bile karşılamamaktadır.
Bu noktada yine İmam Ebu Yusuf'u hatırlattı: “Bu fark, ribâ değil değer kaybının tazminidir.”
Bir arkadaşımızın “Azı da çoğu da faizdir.” şeklindeki itirazına, Hoca şu net karşılığı verdi: “Hadislerde haram kılınan, reel faizdir; yani enflasyonun üstündeki fazlalık.”
Murabaha, Vadeli Satış ve Akit İradeleri
Hocamız, vadeli satışların fıkhî mahiyeti üzerinde durulurken, İmam Serahsî'nin görüşüne atıf yaparak şu değerlendirmelerde bulundu:
- Pazarlık aşamasındaki farklı fiyat söylemleri geçersizdir.
- Akit hangi fiyat üzerinden kurulduysa, o esastır.
- Dolayısıyla vadeli satışta malda vade farkı almak caizdir.
Bu çerçevede murabahanın fıkhî temelinin oldukça sağlam olduğunu ortaya kondu. Öte yandan, konvansiyonel bankacılıktaki sözleşmeye dayalı faizin, enflasyonun altında dahi olsa faizliğini koruduğu vurguladı.
Tasarruf Finansman Sistemleri, İpotek ve Mülk Ortaklığı
Sohbetin sonuna doğru tasarruf finansman sistemi üzerine değerlendirmeler yapıldı. Döndüren Hoca, sistem dikkatle işletildiğinde faizsiz şekilde çalışabileceğini, ancak yanlış uygulamaların bazı mağduriyetlere yol açabildiğini ifade etti.
Ben ise tasarruf finansman şirketlerinin enflasyon karşısında alacağın erimesine ciddi bir çözüm üretmemesinin önemli bir problem olduğunu ifade ettim. Hamdi Hoca, eski “evim sistemi”nde enflasyon kaybının hiç telafi edilmemesinin gerçekten büyük bir zaaf olduğunu vurguladı.
Bu noktada müşâreke-i mütenakısa temelli “mülk ortaklığı” modelinin daha sağlam bir alternatif sunduğu görüşünde mutabık kaldık.
Gelenekten Kopmadan, Değişen Dünyanın Sorunlarına Çözüm Üretmek
Hamdi Döndüren Hoca ile yaptığımız bu kapsamlı müzakere, İslâm iktisadının klasik fıkıh metinlerinin bugünün karmaşık ekonomik problemlerine karşı hâlâ ne kadar güçlü bir referans noktası olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Asırlardır değişmeyen ilke şu: Adalet korunacak, haksız kazanç engellenecek, paranın değeri muhafaza edilecek.
Modern kâğıt para sistemi –itibarî para düzeni– klasik dönemin altın ve gümüşe dayalı para anlayışından tamamen farklı bir zemine oturuyor. Bu yeni zeminde ortaya çıkan enflasyon, değer kaybı ve fiyat istikrarsızlığı gibi olgular, kadim fıkhın yeniden yorumlanmasını zorunlu kılmaktadır.
İşte burada İmam Ebu Yusuf'un asırlar önce yaptığı ictihadın bugün hâlâ geçerliliğini koruyor oluşu da fıkhın dinamizminin en çarpıcı göstergesidir.
Kâğıt paranın (itibari paranın) kendi başına bir kıymeti olmaması nedeniyle, enflasyonist ortamda ortaya çıkan değer kaybının "ribâ" değil, enflasyon oranında paranın alım gücünü korumadır, İmam Ebu Yusuf'un içtihadına göre, “zamanında alınamayan alacaklarda eklenmesi, “paranın değer kaybının tanzimi” sayılıyor.
Bu anlamda Döndüren Hoca'nın vurguladığı temel çerçeve şudur:
- Enflasyonun altındaki fark: Paranın değer kaybının tazmini → ribâ değildir.
- Enflasyonun üzerindeki fark: Reel faizdir ve → haramdır.
- Karz-ı Hasen: Ticari olmayan borçlarda kutsal bir iyilik akdidir; zorda kalanlara kolaylık esastır. → ticaret konusu yapılamaz.
- Ticari akitler: Vade farkı caizdir; ticaretin tabii gereğidir.
- Temel hedef: Adaleti sağlamak, tarafları korumak, haksız kazancı engellemek.
Kâğıt paranın içsel bir değeri olmadığı için, enflasyon sebebiyle ortaya çıkan kaybın telafisi ribâ değil, alım gücünün yeniden sağlanmasıdır.
Kadim Prensipler ile Modernin İnşâsı
Modern finans araçları ne kadar karmaşık hâle gelirse gelsin, İslâm hukukunun temel gayesi değişmez: İnsanı korumak, adaleti tesis etmek ve toplumsal güveni diri tutmak.
Faizsiz Dünya Vakfı olarak bizim hedefimiz de budur: Kadim fıkıh prensiplerini, çağımızın iktisadi gerçeklikleriyle buluşturan; adil, sürdürülebilir adaleti, paylaşımı, insanı ve güveni merkezine alan, insan onurunu koruyan finans modellerini yaygınlaştırmak.
Bu müzakere bize bir kez daha şunu göstermiştir: Asıl mesele yeni bir şey icat etmek değil; yeni sorunlar karşısında kadim bilgiyi doğru okumak, doğru uygulamaktır.
Dr. Murat Ergüven \ Timeturk