Şer; dinin ve örfün en hafif tabiriyle hoş karşılamadığı, en ileri ifadesiyle ise düşman bildiği fikir ve davranışları tarifte kullanılan ıstılahen meşhur olmakla birlikte halk arasında kullanımı bile tedavülde kalmayan bir tabirdir. En basit örneğiyle; insanların geçtiği bir yola ya da sokağa onları rahatsız edecek bir taşı atmak şerdir ve yine en büyük şer ya da şerrin başlangıcı ise insanın şeytanlaşması ve Kadir-i Mutlak olan Allah(cc)'i inkar ve O'na isyan etmesidir.
Mihenk, her konuda olduğu gibi temel hayat kuralı olan din ve onun kabul ettiği maruftur. Ancak hepimizin her konuda hakkı ve doğruyu kolayca tespit etmesi ve ona tabi olması her zaman mümkün olmuyor, olamıyor. Bu noktada ise devreye farkında olmadan desteklenen şer giriyor ve destekçisinden başlayarak zarar vererek büyüyor.
Ne yazık ki insanız ve olayların arka planını görme imkanımız yok, ateş ile suyu ayırt ettiğimiz gibi kolaylıkla hayır ve şerri ayırt edemiyoruz. Hayır sandığımızdan şer, şer sandığımızdan hayır ortaya çıkınca da şaşırıp kalıyoruz. Bu da fıtri bir sonuç olduğundan mazur görülebiliriz. Asıl mesele hayrı ve şerri net olarak gördüğümüz halde yanlış duruş ve davranışta bulunmak gibi bir hataya düşmememizdir.
Şüphesiz hayırların en hayırlısı şerlerin ortaya çıkarılması ve engellenmesidir; şerlerin en şerlisi de bir hayra mani olunmasıdır ki şerrin temeli de zaten hayra mani olmaktır.
Tarihimiz boyunca en büyük sıkıntı ve kargaşaları hep hayır diye sunulan ve kendisinden hayır sadır olacak diye beklenirken şerre hizmet eden birtakım itikadi, fikri ya da siyasi akımlardan çekmişiz. Zira temsil ettiğimiz ilahi ve haliyle üstün hayat düsturu sebebiyle karşı akımların bize set olma şansı olmadığından ancak bizden yani içimizden birtakım sapkınlıklarla mahvımızın yolu açılmıştır.
Dönem dönem birileri neredeyse birbiriyle aynı konularda ve benzer yaklaşımlarla ortalığı bulandırmış ve cana, mala ve nesillere mal olan faturalar bırakıp silinip gitmişler. Ne gariptir ki, gidenlerin ardından biraz farklı süsler ve malzemelerle benzer sapmalar yien yaşanmış, yine yıpranmış ve yine badireler atlatarak kıyamete kadar sürecek yolculuğumuz devam etmiş...
Bugün birçoğumuzun ilk duyduğumuzda şaşırdığımız ve belki de ‘acaba' diye doğru olma ihtimaline bile kapıldığımız fikir ve akımlar aslında ‘iyi' birer kopyadan ibaret gibi tekrarlanıp duran birer fitne sarmalı olabiliyorlar.
Mesela İmam Buhari'nin nadir eserlerinden Halku Ef'ali'l-İbad'ında reddiye yazdığı fikirlerin başında Kelamullah olan Kur'an'ın yaratılmış olduğu iddiası, kulların fiillerini önceden Allah'ın bilemeyeceği ve kader hakkındaki sapkınlıklar bugün de karşımızda çıkmaya devam ediyor.
Bizim kitabi tartışmalar sandığımız bu temelde itikadi ama pratikte siyasi malzeme olan sapkınlıklar tarihimizin geriye dönüm noktalarını oluşturan ağır darbeleri temsil ediyor. Nasıl ki geçmişin Haşhaşileri ile bugünün Fetösü birbirine benziyorsa; dünün Haricileri ile bugünün Daişi de birbirine öyle benziyor.
Mevzu din olunca sapkınlığın temel kullanım argümanlarından biri doğal olarak din dışına atmak oluyor. Yani ıstılahi tabiri ile tekfir ve ardından gelen kanını ve canını helal sayma rahatlığı!
Ne hikmetse bahsettiğimiz azgın ve sapkın grupların tamamı en doğru din anlayışına kendilerinin sahip olduğunu yüksek sesle ilan ederlerken, kendileri dışındakileri genelde tekfir ederek ya da sıkışınca en azından sapık ilan ederek dinen ezmeye ve yok saymaya çalışıyorlar.
Bu sapkınlığın ilk örneğinde görülen Harici mantığın sahabe tekfirinde bile mahsur görmediğini düşünürsek; nasıl kontrolsüz, kuralsız ve sınırsız bir kitle ile karşı karşıya olduğumuzu anlamamız kolaylaşır. Öyle ya; dini kendilerinden aldığımız, öğrendiğimiz ve önder bildiğimiz sahabeyi dinden ihraç edebilen için başka kimin bir değeri kalır ki? Bunun son örneği olan Daiş'te gördüğümüz de geçmiş haricilerinin güncellenmiş ve çağdaş imkanlarla donatılmış halidir.
Yine şaşırtıcı bir benzerlikle, Haşhaşi hareketinde gördüğümüz siyasi ihanetlerin ve devletlerin idaresine sızılarak ve nihayetinde bir talimatla işine gelmeyenleri yok edebilen bir yapı olarak karşılaştığımız Fetö'nün de güncellenmiş bir versiyon olduğunu söylemek zor olmayacaktır.
Devirleri ve coğrafyaları farklı da olsa bütün bu grupların ortak sapma noktası; dini en doğru onların anladığı ve en iyi dini hizmeti de onların yaptığı şeklinde özetlenebilir. Mensuplarının derin bir hipnozla inandığı bu vahim hata, yapılan ve yapılacak herşeye kılıf olabilmektedir.
Ancak bu hareketler dinin temel hedeflerine hizmet bir yana, en büyük zararı yine İslam'a ve müslümanlara veriyorlar. Sebep oldukları dünyalık kayıpların yanısıra ahiretini mahvettikleri kitleler yine bizim nesillerimizden eksiliyor. Oysa, ne herkesi hatta yahudi ve hristiyanları bile cennetlik sayarak aldatan Fetö, ne de herkesi hatta müslümanları bile cehennemlik sayarak aldatan Daiş, İslam'ın sahih yolunu temsil etmiyorlar.
Ve kaderin bir garip tecellisi olarak, kendileriyle hakkıyla mücadele edilmeyen şer yuvalarının bela ve musibetleri hepimize bulaşıyor ve hepimizin dünyasına da ahiretine de zarar veriyor.