Hayat bizimdir, ölüm de en az onun kadar bizim.
Herbirimiz kendi hayatlarımızı yaşar ama başkalarının ölümlerine şahitlik ederiz. Kendi ölümümüze şahit olacağımız gün artık şahitlik etme imkanımız kalmamış ancak lehinde ya da aleyhinde şahitlik edilecek konuma gelmişiz demektir.
Hayat ve ölüm, ilahi takdirin tayini ile; ‘hangimiz daha güzel ameller işleyeceğiz' (Mülk 2) sorusunun cevabı için vardır. Bu fermandaki ‘daha iyi' mukayesesinin bir ayrıntısı, adeta başka bir ihtimal yokmuş gibi hayatı algılamak olduğu gibi, daha iyiden başka bir şekilde hayatı tüketenlerimizin ve ölenlerimizin daha baştan bu mubtela edildiğimiz serüvenin kaybedenleri olduğudur. Yaşamamış, bu aleme gelmemiş gibi...
Zaten ahirette onların pişmanlığının ifadesi de buna benzer:
Biz sizi yakın bir azap hakkında uyardık. O gün insan kendi eliyle yaptıklarına bakar, kafir de 'Keşke toprak olsaydım' der. (Nebe 40)
Hayatı sonlandıran daha net ifadesiyle bizi öldüren şeyler hayata bakışımızla ilgilidir. Kimimizi para öldürür, kimimizi toprak; bazımız trafik kazasında can verir, bazılarımız kansere yenik düşer. Sebepler farklıdır sonuç aynı, bu bizİ kendimize getirmeye pek yetmez. Her ölümün ardından bir sebep konur ortaya ki onunla meşgul olunsun.
Bir de canını Azrail'in aldıkları vardır. Onları ne kurşunlar, ne bombalar öldürebilir. Dahası hastalıklara yenilmedikleri gibi, kazalarda da can vermezler. Zaten savaşmadıkları bir ölüme yenik düşme ihtimalleri de yoktur.
Onların canını Aziz ve Celil olan Allah, bir melek eliyle alır!
Canını sebeplere değil de Allah'a verebilene ne mutlu...
Ölümün öldürülme ihtimaline inananların bir gün ölümü öldürme umutları da var olacaktır. Asıl ölümü yenenler işte bunlardır. Biz onlara dünyada şehid olduklarını umduklarımız deriz. Bunlar ölümü yendikleri için artık ölümsüzler olurlar. Can verdikleri halde yaşar, ölmeden ahir aleme geçerler.
Biz bunu pek idrak edemeyiz, bilemeyiz. (Bakara 154) Fermanı ilahi böyle buyurmuşken esasen bilmeye, anlamaya çalışmakta neyin nesi? Doğanın anne karnında karanlıklar içinde ve bizim hayatın devamı için olmazsa olmaz bildiğimiz nefesi almadan yaşadığına inanır, dünyaya gelince yaşamaya devam edebilmesine şaşırmayız da; hayatı ve ölümü yaratan Allah'ın ölümü yenmelerine izin verdiği adamları ölümsüz bir geçişle diğer aleme alışına mı şaşarız?
Sebeplerle teselli bulmak bir yoldur, lakin sürekli o yoldan gidildiğinde yolu kaybetmemek zordur. Zira iman; sebeplerle onların Rabbi arasında kalmamak ve Alemlerin Rabbi'nin sebeplerinde Rabbi olduğundan emin olmak, kesin olarak bilmek ve öylece kabullenmektir.
Bir ince halatın ucunda salınırken, halatın sağlamlığı hakkındaki bilgimizle hayatı ve ölümü elinde bulunduran Allah'a olan imanımız yanyana geldiğinde imanımız bilgimizden daha tatmin edici ise meseleyi çözmüşüzdür.