Yolcuyu bilirsiniz, hani çölde susuz kalmış bir adama rastlar, merhamet eder durur ve devesinden inip su ikram eder. Fakat su ikram edilen adam, suyu almadan deveye atlar ve kaçmaya başlar. Deve sahibi ardından seslenir:
'Sakın bunu kimseye anlatma!'
Hırsız merak eder, acaba devesini kaptırdığından mı böyle seslenmektedir ardından bu yolcu; döner ve sorar:
'Neden?'
'Eğer sen bunu anlatırsan, bir daha çölde susuz kalan birini gördüklerinde insanlar durmayacaklardır!'
Bazı şeyler vardır, ne hakkında eğitilmiştir insanlar ne de yaşamışlardır. Sadece bir haber, bir dedikodu bazan büyük toplumların bile hafızalarında silinmez hatıralar bırakır. Haklı ya da haksız birçok insan olayları bu kırık-dökük bilgilerle değerlendirir. Sonuçta ortaya çıkan ise, hoşgörüsüzlük ve merhametsizlik olur genellikle.
Muhataplarının farklı olabileceğini kabullenemeyenler ve bu tiplerin yoğun bulunduğu toplumlar karmaşanın, huzursuzluğun sıradan olduğu bir hayatı yaşarlar. Fertlerin birbirinin farklılıklarını hoş görmediği, düşene merhamet etmek bir yana 'düşenin dostu olmaz', 'bir tekmede sen vur', gibi tabirlerin türediği, tam da kapitalizmin arzuladığı bir topluluk...
Bir arada yaşamanın altın kuralı, farklılıkları kabullenmek ve hoşuna gitmeyenlere katlanabilmektir. Bunu iki insan ya da büyük bir insan topluluğu için düşünebiliriz. Bazı farklılıklar hoş görülür, bazılarına katlanılır. Masum ve başkalarına zarar vermeyen farklılıklar hoş görülmelidir. Toplulukları bozan farklılıklara ise katlanılmamalı bile bırakın hoş görmeyi.
Biraz daha açarsak; inandığımız değerlere tamamen ters bir hareketi hoş görmemiz mümkün olmazken, buna katlanabildiğimiz takdirde meyvesini alacağımız kesindir. Hoş görmenin sınırlarını iyi tayin etmezsek, bu kültür hayatlarımızı yağmalayan, nesillerimizi yok eden merhametsiz bir eşkıyaya dönüşecektir.
Her şeye rağmen kendimizi ve nesillerimizi yaşadığımız toplumların bilinçli ya da bilinçsiz bütün eşkıyalıklarına karşı muhafaza edebilmek için, sahip olunması gereken donanımlarla kuşatmamız şarttır. Özü olmayan meyvenin, sağlam kabuğu olması hiçbir şey ifade etmeyecektir. Yine özünün yokluğu bilinen bir meyvenin kabuğunun güzellik ve sağlamlığı takdir görmez!
Bir çekirdek bir koca ağacı içinde barındırır. Öyleyse öz denen temel yapı daha çekirdekken yüklenmelidir ki, ilerde ağaç olduğunda meyve beklenebilsin. İşte bu yüzden çocukken eğitilir insan ve nasıl eğitildiyse ya da eğitilmediyse öyle bir yetişkin olur.
Bulunduğumuz toplumun kültür yapısı, olaylara bakış tarzı bizim arzuladığımız gibi olmayabilir. Fakat özü sağlam bir tohum nerede toprağa düşerse düşsün yetişecek ağaç aynı olacağı gibi, meyveleri de aynı olacaktır.
Yetişkinler ve çocuklar birbirlerinin geleceğini biraz da böyle tayin ederler. Eğer yetişkinlerimiz bulundukları toplumda hayırla yad edilecek işler yapmamışlarsa, minik fidanlarımızı elbette kesmek isteyenler çıkacaktır. Yeni nesillerini idame ettiremeyen yetişkinlerin zaten gelecekleri de olmayacağından, unutulanlar silsilesine kayıtları yapılacaktır.
Baştaki hikâyeyi hatırlayalım. Eğer yetişkinlerimiz su içmek yerine deveyi kapma hevesinde olurlarsa; çocuklarımız çölde kalsalar bile, kimse bir yudum su vermek için zahmete girmeyecektir.
Önyargılar sebepsiz değildir... Büyük olan her şey küçük parçalaryn birleşiminden oluşur. Olaylar ve insanlar da böyledir. Hiçbir büyük olayı küçük ayrıntılar bilinmeden doğru anlamak mümkün olmaz. Büyük insanlar da öyle.
Net bir örnek verecek olursak:
Asr-ı Saadet yani mutluluk asrı olarak isimlendirdiğimiz kutlu zamanda yaşanan şu küçük ayrıntı bize bir şeyler anlatabilir. Medine'deki Peygamber Mescidi'ni her gün gelip düzenleyen ve temizleyen bir kadın vardır. Kimsenin tanımadığı ve ilgilenmediği, belki de fark etmediği sıradan bir kadın. Herkesin Efendimiz (sav) ve dostlarıyla meşgul olduğu ve onları takip ettiği bir dönemde bu garip kadının gözlerden kaçması da normal gibi sanki. Gün olur ve bu kadın vefat eder. Onun yokluğunu bir tek kişi fark eder. İnsanların merhamet, vefa ve erdem eğitmeni Peygamber (sav). Hemen araştırır ve vefat ettiğini öğrenince kabrine kadar gider ve orada cenaze namazını yeniden kılar, dualar ederek ayrılır.
Bu ayrıntı öyle çok bilinenlerden olmasa da bize Saadet Asrı'nın dinamiklerini öğreten muhteşem bir örnek olarak tarihe kaydedilmiştir.
Kıymetsiz bir tek insan yoktur! Hiçbir çocuk ihmal edilemez! Hiç kimse hatasız ve mükemmel olamayacaktır ama örnek topluluklar birbirlerine merhamet duyan, vefalı ve hatalarını hoş gören ya da katlanan insanlar tarafından kurulacaktır.
Kendini bilen ve sahip olduğu meziyetlerini insanların faydasına sunan kaliteli insanlar, nerede ve kimlerle yaşarlarsa yaşasınlar fark etmez. Bulundukları yerde ve zamanda hep parmakla gösterilenler olacaklardır. Sevilmeseler de nefret edilmeyecekler, sözleri ile hayrı ve iyiliği anlatmasalar da halleri ile kitaplar dolusu aktarımlar yapacaklardır.
Karga serçeyi taklit etmeye çalıştığı günden bu yana çirkin yürür, çakal aslanın artığını tükettiği için çakaldır... Aslan evladı olanlarımız, bu aslanlığın bir ömür sürmesi için ellerinden geleni yapmak zorundadır. Yoksa evrim denen yalan gerçek olur ve aslan evlatlarımız çakal sürüsünün içinde kaybolur gider.
Çocuklarımız bize emanettirler. En azından tatile giden tanıdığımızın çiçeklerinin bize emanet olduğu kadar hem de! O çiçekler solarlarsa bir kaç kişi üzülür, yerine yenisi konarak hemencecik geçiverecek bir üzüntüdür bu. Ama ya çocuklarımız solarlarsa?
Hatırı bütün hatırlardan üstün bir Zat-ı Zulcelal'e (cc) mahcup olmak bir iki çiçek için akrabaya mahcup olmaya hiç benzemez.