Türkiye'nin dört başı mamur, ipe sapa gelir, efradını cami ağyarını mani çok ciddi bir ıslah, necat, kurtuluş, i'tila (yükselme) plan ve programına ihtiyacı vardır. Böyle bir programı Ahmed Cevdet Paşa çapında bir kimse kaleme alabilir; beş kişiyi geçmeyecek bir Âqiller Meclisi düzeltmeler, ilaveler yapar, kontrol eder, son şeklini verir. Ülkemizde böyle bir plan program yapabilecek on kişi çıkmaz sanıyorum. Yani on milyonda bir kişi... Türkiye'nin gerçek gündeminin birinci maddesi budur. (Programı yapacak kimselere para ödenmeyecektir. Böyle bir şey para ile yapılır işlerden değildir.)
**
Bin kere yazsam azdır... Edebî zengin, kültür Türkçesi elden giderse Türkiye elden gider. Bugünkü Türkçe ile bir yere varamayız. 1920'lerin güzel ve zengin Türkçesine dönmemiz gerekir. Adnan Menderes bunu yapmıştı ama o menfur ve menhus 27 Mayıs darbesinden sonra kaldırıldı, lisanımızı yitirdik. Bazıları bu konuştuğumuz Türkçe, Türkçe değil midir diyecekler? Değildir cevabını vereceğim. Bugünkü üç-beş yüz kelimelik çarşı pazar iletişim diliyle köy olmaz kasaba olmaz. Yaza yaza bıkmıyorum. İngiliz Geoffrey Lewis'in “Trajik bir başarı: Türk dil devrimi” kitabını okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.
***
Türkiye'yi kurtarmak için yapılacak birinci iş eğitimi ıslah etmektir. Eğitim ıslah edilmezse hiçbir iş düzelmez. Eğitim nasıl ıslah edilir? Bugünkü bitmiş, çökmüş, iflas etmiş eğitimin ıslahı ve tamiri mümkün değildir. Milli kimliğimize, milli kültürümüze, aklıselime, mantığa uygun yepyeni bir eğitim sistemi geliştirmeliyiz. Japonlardan ibret almalıyız, o ülke güçlü eğitimi ile ayakta duruyor.
***
Fransa'da liseyi bitirmiş bakalorya imtihanına girmiş her genç gerçek ve gerçeklik konusunda ciddi bir kompozisyon yazabilir. Türkiye'de bu kadar lise var, üniversite var, akademisyen var, aydınımsı insan var, acaba kaç kişi bu konuda 10 üzerinden 7 alabilecek bir kompozisyon yazabilir? Bence on kişiyi geçmez. Seksen iki milyonluk bir ülke için ne küçük rakam. Gerçekten de gerçeklikten de kopmuş bir toplum.
***
Japonlar Boğaziçi Baltalimanı'nda küçük bir Japon bahçesi yapmışlar, bize hediye etmişler. 23 Nisan'da hava almak için oraya gittim. Bahçe kapısında köpek sokulmaz yazılıydı. Orta yaşlı bir beyefendi, tasmalı lüks köpeği ile fütursuzca içeriye daldı. Teessüf ettim. Medeni insanlar böyle yasaklara riayet eder, çiğnemez. Bahçedeki Japon kiraz ağaçları, çiçek açmıştı, harika bir manzara oluşturuyordu. Küçük havuzlar vardı. Yapraklarla, yosunlarla dolmuştu. Havuzun kenarında bir kaplumbağa güneşleniyordu. Havada çığlıklar atarak uçan yeşil ve gri papağanlar gördüm. Çıkarken Hanife Duralioğlu isimli bir hanımefendi ile ayaküstü sohbet ettik. Ahşap sanatkârıymış. Sanatkârlara büyük hürmetim vardır.
Japon bahçesinden sonra büyük bir markete gittim. Alışveriş yaptım. Marketin önündeki cafede çay içtim. Her masanın üzerinde lütfen sigara içmeyiniz yazısı olduğu halde, elli-altmış yaşlarında bir hanımefendi kahvesini yudumlarken sigarasını tüttürmekte hiç tereddüt etmedi. Buna da teessüf ettim. Medeni insan ne yapar? Kurallara uyar.
***
Boğaziçi'nde gemiyle bir tur yapma zamanı. Gemi yerine vapur demek isterdim ama bacalarından buram buram siyah dumanlar fışkıran o eski vapurlar tarihe karıştı. Boğaziçi deyince önden ve arkadan kıvrık Osmanlı kayıklarını hatırlamamak mümkün mü? Onlar da yok artık. Elimden gelse nerede kaldıysa yandan çarklı, buharlı bir eski zaman vapuru bulur, Boğaz'da onunla turistik turlar tertiplerim. Ren nehrinde, Tuna'da, İsviçre göllerinde böyle vapurlar var da bizde niçin olmasın!
İmkânı olanlara tavsiye ediyorum. Şu günlerde Erguvanlarla renklenen Boğaz'da, imkân ve fırsat bulursanız, bir tur yapınız. Yeme içme önemli değil. Bir simitle karnınızı doyurabilirsiniz. Önemli olan gözlerin bayram yapıp doymasıdır.
***
Otomobilimizi bir otoparka çektik. Kaç lira diye sordum. Yirmi lira dediler. Bir saat için fahiş bir ücretti. Bir başka müşteri yirmi lira çok deyince, öyleyse siz on lira verin dediler. Biz pazarlık yapmadığımız için iki mislini verdik. Sarıyer Belediyesi'nden, hürmette kusur etmeksizin, bu anlattığım laubaliliklere son verecek tedbirleri almasını bir vatandaş olarak diliyorum.
***
İstanbul'da papağanlar yaşayabildiğine göre daha yüzlerce çeşit kuş yaşayabilir. Dünyanın her yerinden İstanbul ikliminde yaşayabilecek kuş türleri bulmalı ve şehri bunlarla şenlendirmeli.
***
Fatih ilçesi yeni belediye başkanı Ergün beyefendiye suriçi tarihi İstanbul'unu tırmanan bitkilerle, mor salkımlarla, boru çiçekleriyle, kokulu İstanbul gülleriyle, sarmaşıklarla yeşillendirmek ve renklendirmek konusunda bir dosya sunacağım. Zaten bu konuyu seçimden önce konuşmuştuk. İstanbul'u yatay yeşillendirmek artık mümkün değil ama dikey yeşillendirme mümkündür. Yeter ki dikilen tırmanıcı bitkiler korunsun. Çiçekler yeşillikler çirkinlikleri örter.
***
Kaç sene önce bir gence çok ağır olmayan ciddi bir kültür kitabı okutmuştum. Kaç gün, kaç hafta sürdü hatırlamıyorum, kitabı okuyup bitirdin mi diye sormuştum. Evet ağabey, tamamını okudum demişti. Sonra kitapla ilgili on kadar soru yönelttim. İnanır mısınız, hiçbirini cevaplandıramadı. Bu ne biçim kitap okumaktır! Ciddi ve derin kültür kitaplarını okumak zordur, içindekilerin yüzde yüzünü öğrenmek herkesin yapabileceği bir şey değildir. Lakin kitap okuyor hiçbir şey anlamıyor, bu da akla sığacak bir şey değil.
***
Hukuk fakültelerinde okuyan Müslüman gençlere: Üslubu biraz eski olmakla birlikte dünyanın en mükemmel hukuk kitabı olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'nin başındaki Kavaid-i Külliyenin doksan dokuz maddesini ezberleyiniz, bunu ezberleyecek cehdiniz, gayretiniz, çalışkanlığınız yoksa hukukçuluk taslamayınız. Bu külli kaideler sadece hukukun değil, evrensel bilgeliğin kurallarıdırlar. Sadece hukukçulara değil, her okumuş Müslüman'a zaruret derecesinde lazımdır. Müslüman gençler içinde bunların tamamını ezberlemiş biri varsa Milli Gazete'ye bir mail göndersin kendisini mükâfatlandıracağım. (Söylemeye hacet yok imtihan ettikten sonra...)
**
Eski Amasya Kadısı, Cumhuriyet devrinde Yargıtay Daire Başkanı büyük fıkıhçı Üstad Ali Himmet Berki'nin Hukuk Mantığı ve Tefsir isimli bir eseri var. Hukukun da kendisine mahsus bir mantığı vardır. Bu mantığa sahip olmayan hukukçular, büyük hukukçu değil küçük hukukçudur. Böyle yazdığım için kimse bana kızmasın, öfkelenmesin, darılmasın. Söylenmesi gereken doğruyu söylemek suç değildir.