Padişah-ı azam, Halife ve Hakan-ı akdesimiz Efendimiz:
İstanbul‘un işgali ve bunu takip eden fecayi'(facialar) üzerine vaziyeti tetkik ve hukuk-ı Saltanat-ı Seniyeleri ile istiklâl-i millîmizi müdafaa ve te'min etmek maksadıyla bu defa Ankara‘da Büyük Millet Meclisi halinde içtima ettik. Anadolu'nun düşman istilâsı altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından selâhiyet-i fevkalâde (olağanüstü yetkilerle) ile terhis edilen mebuslar, müttefikan ittihaz ettikleri bir karar ile südde-i seniyelerine (huzurunuza) bazı hakayıkı (gerçekleri) arz etmeği kendilerine bir vazife-i sadakat ve ‘ubudiyet (bağlılık ve kulluk vazifesi) bildiler: Padişahımız, mâlûm-iseniyeleridir ki, Hanedan-ı Saltanat-ı hümayunlarının cedd-i mübarek ve mübecceli olan Sultan Osman, tarih-i millîmizin mes'ud ve müteyemmen bir gecesinde, hatırası nesillerden nesillere intikal eden bir rüya görmüştü. O rüyanın üç kıt'a üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyonluk bir âlem barındıran kudsî ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve ortada yalnız muazzam bir gövde kalmıştı. O gövde Anadolu'dur ve onun kökleri çok derin gitmek üzere bizim kalplerimizin içindedir. Ecdad-ı kiramınız Rumeli‘de kendi başına cihan kıt'alarını feth ve istilâ ederken ordularını da Anadolu topraklarından dâvet eder ve uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını muhafaza ettirmek üzere yine Anadolu‘dan ahali celp ve en mühim noktalara iskân ederlerdi. Bu halk kitleleri Bosna-Hersek ve Mora içlerine kadar yay(ıl)dı. Basra körfezine kadar indirildi. Suriye, Filistin yollarında taraf taraf yerleştirildi. Padişahımız, tahtgâh-ı Saltanatı Seniyelerinin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardan beri baba ocaklarından çok uzak harp yerlerinde ifna-i hayat (hayatlarını feda) etmeyi kendisine en kudsî bir borç bilmiştir.
Anadolu boşaldı, Anadolu viran oldu; fakat iklimlerden iklimlere uzayan Hakanlığınızın şevket ve kudreti için her mihneti, her felâketi cana minnet bildi. O bir topraktır ki, Macaristan içlerinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra yalılarına kadar kucak kucak uzayıp giden nâmütenahi meşhedlerle (sonsuz şehitliklerle) muhattır ve o meşhedleri her yerden fazla şimdi hürriyet ve istiklâli için yeni bir halk mücahedesi yapan bu eski Anadolu verdi.
Şevketli Padişahımız, İslâm'ın her tarafta duçar-ı hezimet olan bayrakları gelip onun ufuklarında toplandı, onun ufuklarında kendine en son penahı ve necatı aradı. İzmir istilâsı üzerine memalik-i Şahanelerinin en mamur ve en mes'ud bir kısmı nasıl ateşle, yağma ve kıtal ile baştanbaşa harap oldu bilirsiniz. Hiç bir hakka istinad etmeyen ve milletinizi son yurdunda duçar-ı esaret eylemeği emel edinen bu vahşi akın üzerine Kalb-i Hümayunlarının duyduğu acı teessürleri cihan-ı matbuata bizzat tevdi buyurmuştunuz, İzmir işgalini, Adana fecayi'i; bu fecayi'i Maraş ‘Ayntab kıtalleri ve onu da felâketlerimizin en büyüğü olmak üzere İstanbul işgali takip etti. Soyundan yetiştiğiniz millet binlerce seneden beri cihanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatıyla bu hâl karşısında ne yapabilirdi?
Padişahını elim ve harp neticesinde ordularını kullanmaktan memnu ve mahrum gördüğü için kendi kendine silâha sarıldı ve nerede ana vatanı tecavüze uğramışsa oraya dinî ve millî namusunu kurtarmak için koştu. Padişahımız, Kafkasya'nın İslâm kahramanları, babalarının ocaklarını, kendilerinden yüz kere kavi bir düşmana karşı otuz sene kadın erkek müdafaa ettiler, Cezayir yirmi seneden beri devr-i şehamet yaşıyor, zavallı Fas, on senedir ki, Fransız işgalini tanımıyor ve silâhını teslim etmiyor. Trablus bir avuç kahramanıyla aynı cidal içindedir. Bugün İslâm âleminin her köşesi silâhtan tamamıyla mahrum bir halde iken zulüm ve hıyanet boyunduruğunu atmak için kıyam ve isyan ederken; Abbasî ve Fatımî Hilâfetlerinden, Selçuk Türklerinden beri hemen bin yüz seneyi mütecâviz (aşan) bir zamandır, istiklâl ve hürriyet ve Din için gaza eden büyük milletiniz, Asya'nın ve İslâm'ın alemdarı (bayraktarı) diye cihanşümul bir şöhreti olan milletiniz, halâsını (kurtuluşunu) , canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler mi?.. Şevketpenah Efendimiz, millî müdafaamızı mübarek makamı Hümayunlarına karşı bir isyan suretinde göstermek ve halkı iğfal etmek için mütemadi çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman fütuhatına yolu açık bırakmak istiyorlar. Hâlbuki vuran da, vurulan da hepsi sizindir. Hepsi aynı derecede sâdık (size bağlı) evlâtlarınızdır. Milli müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri bir büyük Hakanımızın aşk-ı dinî ve ilâhîsine mutandan ve mehib bir delil olan İstanbul mâbedleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden yâd (yabancı) adamların ayakları çekilmedikçe biz mücahedemizde devam etmeğe mecburuz. Cenab-ı Hak atalarının yurdunu koruyan, Halife ve Hakanının şeref ve istiklâli için uğraşan evlatlarınızla beraberdir. Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, ecnebi esareti bahasına nail olacağımız huzur ve saadete bin kere müreccahtır (tercih edilir).
Padişahımız!.. Kalbimiz hiss-i sadakat ve ubudiyetle (bağlılık ve kulluk duyguları ile) dolu, tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz, içtimaının ilk sözü Halife ve Padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine bundan ibaret olacağını südde-i Seniyelerine en büyük tazim ve huşu ile (yüce huzurunuza en büyük saygı ile) arz eder.
Büyük Millet Meclisi Reisi.
MUSTAFA KEMÂL.
(B.M.M. Zabıt Ceridesi, 1920, s. 123-124.28/4/1336)
***
NOT:
Meclis'in Sultan Vahidüddin'e gönderdiği bu bağlılık mektubu, yakın tarihimizin çok önemli bir belgesidir. Lisanı bugünkü Türkçeye göre eskidir. Güzel, doğru, zengin, ahenkli Türkçeyle yazılmıştır. Her okumuş Müslüman bu Türkçeyi öğrenmelidir... Bu belge DOĞRU TARİHE ışık tutmaktadır... Bunu kesip bir tarafa koyunuz ve her 23 Nisan'da okuyunuz. (Ariza metnini, Hamdullah Suphi'nin kaleme aldığı rivayet edilmektedir.)