Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Mehmet Akif Ersoy kimdir? Mehmet Akif Ersoy Canan Yurdu şiirinin sözleri nelerdir? Mehmet Akif Ersoy Cenk Şarkısı şiirinin sözleri nelerdir?

Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri’ne şiirlerinin sözleri birçok kişi tarafından merak edilmektedir. Peki Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri’ne şiirleri kaç kıtadan oluşmaktadır? Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri’ne şiirlerinin sözleri nelerdir? İşte Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri’ne şiirlerinin sözleri…

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-10-16 01:31:57

Mehmet Akif Ersoy kimdir? Mehmet Akif Ersoy Canan Yurdu şiirinin sözleri nelerdir? Mehmet Akif Ersoy Cenk Şarkısı şiirinin sözleri nelerdir?

Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri'ne şiirlerinin sözleri birçok kişi tarafından merak edilmektedir. Peki Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri'ne şiirleri kaç kıtadan oluşmaktadır? Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri'ne şiirlerinin sözleri nelerdir? İşte Canan Yurdu, Cenk Şarkısı ve Çanakkale Şehitleri'ne şiirlerinin sözleri…

Mehmet Akif Ersoy Canan Yurdu Şiiri'nin sözleri

Eyvâh, ıssız diyâr-ı dilber...

Her hatvesi bir mezâr-ı muğber!

Uçmuş da bakındığım terâne,

Kalmış sessiz bir âşiyâne.

Yer yer medfun durur emeller...

Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler!

Yâ Rab! Niye böyle bir yığın hâk

Olmuş yatıyor o buk'a-i pâk?

Yâ Rab, ne için o lem'a nâbûd?

Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd?

Yâ Rab, ne demek harîm-i cânan

Üstünde bu perde perde hicran?

Lâkin görünen kimin hayâli?

Cânan gibi tıpkı yâl ü bâli...

Gîsû-yi siyâh-ı târumârı,

Altında cebîn-i lem'a-dârı,

Zulmetler içinde subh-i mahmûr;

Yâ gözbebeğinde nazra-i nûr;

Yâ ebr-i bahâr içinde cevvâl

Bâran şeklinde dürr-i seyyâl;

Yâ sînede her zaman coşan yâd,

Yâ kayd-i bedende rûh-i âzâd.

Ey tayf-ı nigeh-firîbi yârın,

Olmaz mı bir ân için karârın?

Heyhât, serâb-ı şavka döndün...

Karşımda parıldamanla söndün!

Kimden sorayım ki nerde dilber?

Makber gibi samt içinde her yer.

Cânan! Cânan! ... dedim, arandım...

«Bir aks-i nidâ» dedikçe, yandım!

Yâ Rab, niye hem sağır, hem ebkem,

Dağlar, dereler, bütün şu âlem?

Ey sevdiğimin sevimli yurdu,

Hâlin bana şimdi pek dokundu!

Aç sîneni; yâd-ı nükhetinden

Bir şemmeye kàilim bugün ben.

Bir vakt o şemîm-i nâz-perver

Tâ subha kadar yanımda bekler,

-Ümmîde verip bekà sabûhu-

Sermest-i safâ ederdi rûhu.

Heyhât o nesîm-i sâf şimdi

Nâzan nâzan semâya gitti.

Ey lâne-i târumâr söyle,

Cânan sana artık inmiyor mu?

Ey mâtem-i pâyidâr söyle,

Sâhandaki nevha dinmiyor mu?

Ey ebr-i semâ-güzîn-i seyyâr,

Yâdında mıdır o nazlı reftâr?

Ey darbe-i bâda karşı, ra'şân,

İnşâd-ı enîn eden nihâlân!

Bir şi'r-i revân olup da cânan,

Geçmez mi bu gölgeden hırâman?

Ey dilber-i mihriban, zuhûr et!

Ömrüm gibi ansızın mürûr et!

Yâ kalb-i fezâya bir hutûr et:

Âfâkımı lem'a lem'a nûr et.

Bin nevha-i cân içimde pür-cûş,

Geldim bu garîb yurda, medhûş.

Feryâdımı yok mu eyleyen gûş?

Yâ Rab, bu nasıl cihân-ı hâmûş:

Bir «yok! » diyecek sadâ da yokmuş! …

Mehmet Akif Ersoy Cenk Şarkısı Şiiri'nin sözleri

Yurdunu Allâh'a bırak, çık yola:
«Cenge! » deyip çek ki vatan kurtula.
Böyle müyesser mi gazâ her kula?
Haydi levend asker, uğurlar ola.

Ey sürüden arkaya kalmış yiğit!
Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.
Bak ne diyor, cedd-i şehîdin, işit:
«Durma git evlâdım, uğurlar ola.

«Durma git evlâdım, açıktır yolun...
Cenge sıvansın o bükülmez kolun;
Süngünü tak, ön safa geçmiş bulun.
Uğrun açık olsun, uğurlar ola.

«Yerleri yırtan sel olup taşmalı!
Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!
Sendeki coşkunluğa el şaşmalı!
Haydi git evlâdım, uğurlar ola.

«Yükselerek kuş gibi Balkanlara,
Öyle satır at ki kuduz Bulgar'a:
Bir daha Osmanlı'ya güç sırtara!
Git de gel evlâdım... uğurlar ola.

«Düşmana çiğnetme bu toprakları;
Haydi kılıçtan geçir alçakları!
Leş gibi yatsın kara bayrakları!
Kahraman evlâdım, uğurlar ola.»

Balkan'ı bildin mi nedir, hemşeri?
Sevgili ecdâdının en son yeri.
Bir sıla isterdin a çoktan beri
Şimdi tamam vakti... Uğurlar ola.

Balkan'ın üstünde sızan her pınar
Bir yaradır, durmaz içinden kanar!
Hangi taşın kalbini deşsen: Mezar!
Gör ne mübârek yer... uğurlar ola.

Eş hele bir dağları örten karı:
Ot değil onlar, dedenin saçları!
Dinle: Şehid sesleridir rüzgârı!
Durma levend asker, uğurlar ola.

Ey vatanın şanlı gazâ mevkibi,
Saldırınız düşmana arslan gibi.
İşte Hudâ yâveriniz, hem Nebi.
Haydi gidin, haydi, uğurlar ola

Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitlerine Şiiri'nin sözleri

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! "
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy'un hayat hikayesi

İstiklal şairi Mehmet Akif'in hayatı birçok kişi tarafından oldukça merak edilmektedir. Peki Mehmet Akif Ersoy kimdir? Mehmet Akif Ersoy nerelidir? İşte tüm detayları ile Mehmet Akif Ersoy'un hayat hikayesi…

Önceki adıyla Mehmed Ragıf olarak bilinen ve Türk Edebiyatının iz bırakan şairlerinden olan Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873 yılında o dönem Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul'da dünyaya gelmiştir. 27 Aralık 1936'da ise vefat eden Mehmet Akif Ersoy, şairliğinin yanı sıra öğretmenlik, vaizlik, hafızlık, mütercimlik ve siyasetçilik yapmıştır. Siroz hastalığından dolayı dünyaya gözlerine yuman Mehmet Akif Ersoy'un mezarı Edirnekapı Şehitliğinde yer almaktadır.

Babası Arnavutluk asıllı Mehmet Tahir Efendi, annesi ise kökenleri Buhara'ya dayanan Mehmet Efendi'nin kızı Emine Cemile Hanım'dır.

Mehmet Akif Ersoy'un eğitim hayatı

Henüz dört yaşındayken İstanbul Fatih'de Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne giden Mehmet Akif Ersoy daha sonra Fatif İbtidaisi'ne devam etmiştir. Bu dönemde babasından Arapça dersleri alan Ersoy, çok iyi düzeyde Arapça'da bilmektedir. Ortaokul öğrenimini bitirdikten sonra Mekteb-i Mülkiye'ye başlayan Ersoy, babasının vefat etmesiyle bu okulu bırakmak durumunda kalmıştır. Daha sonra Halkalı'da Veterinerlik Fakültesine giden Mehmet Akif Ersoy, herhangi bir ücret ödemeden bu okulu birincilikle bitirmiştir.

Mehmet Akif Ersoy'un iş hayatı

Ersoy, Veterinerlik fakültesinden mezun olduktan sonra 1893 yılında Ziraat Bakanlığı Veterinerlik İşlerinde çalışmaya başladı. Bu kurumda istifa ettiği 1913 yılına kadar çeşitli görevlerde bulunan Ersoy, Veterinerlik İşleri Müdür Yardımcılığı işini de yapmıştır.

1898 yılında veteriner olarak çalıştığı sırada İsmet Hanım ile dünya evine girmiştir. Bu dönemde veterinerliğin yanı sıra Maarif Dergisi ve Resimli Gazete'de şirler yazan Ersoy, iyi derecede bildiği Arapça, Fransızca ve Farsçadan çeviriler yapmıştır.

1903 yılında baytarlık mesleğinden istifa ederek çeşitli işler yapan Mehmet Akif Ersoy, 1906 yılında ise Halkalı Baytar Mektebi'nde resmi yazışma usulü dersinde hocalık görevinde bulunmuştur. İki yıl sonra ise Edebiyat fakültesinde Osmanlı Edebiyatı derslerini vermiştir.

Veterinerlik, şairlik ve öğretmenlik mesleklerinin yanı sıra milletvekilliği de yapan Ersoy, 1920 yılında Burdur vekili seçilmiştir. 1921 TBMM tarafından açılan milli marş yarışmasında para almamak kaydıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin halen dahi kullanılan milli marşını kaleme almıştır. Yaptığı marş ile 12 Mart 1921 tarihi milli marş günü olarak kabul edilmiştir. Ödül olarak verilen 500 liraya Kızılay bünyesinde bulunan ve cephedeki kıyafet ihtiyacını karşılamaları için kadınları ve çocukları eğiten İş Evi kurumuna bağışlamıştır.

Mehmet Akif Ersoy'un eserleri nelerdir?

Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri 8 kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Bu durumu ise şu sözlerle açıklığa kavuşturur: “Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm”.

Safahat (1911) – 44 manzume içerir. Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir.

Süleymaniye Kürsüsünde (1912) – Süleymaniye Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder.

Hakkın Sesleri (1913) – Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir.

Fatih Kürsüsünde (1914) – Fatih Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder.

Hatıralar (1917) – Âkif'in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarışını içerir.

Asım (1924) – Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir.

Gölgeler (1933) – 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Her biri, yazıldıkları döneminden çeşitli manzaralar sunar.

Safahat (Toplu Basım) (ilki 1943) – 6 Safahatını bir araya getirir.

Haber Ara