Şair ve yazar İsmet Özel'in, “Namustan vatan, vatandan namus çıkarmak” başlıklı yazısı şöyle:
Diğer İkinci Yeni şairlerinin değil ve fakat bilhassa Sezai Karakoç'un ölümü Türklere bir şey hatırlatmalıydı. Daha doğrusu toplum olarak hatırlanmağa değer bir şeyler yaşadığımız fikrine canlılık kazandırmalıydı. Olmadı bu. Olmamakla kalmadı Türk toplumunun kendi eline, gözüne, kendi ayağına, dizine nazar atfetmekten kaçınış tavrına destek olundu. Bu tersine gidiş niçin vuku buldu? Çünkü Osmanlı ulemasının İslâm'ın girdisi çıktısı konusunda yabancılara pek yabancı gelen tafsilâta düşkünlüğü cumhuriyet idaresinin başa açtığı dertler yüzünden Türk varlığı dışında kalanlara hasredilmişti. Böyle yapınca Türkler dünyayı daha çok bilir mi oldu? Ne gezer! İki arada bir derede kalmanın cümbüşü içinde en az 400 yıl debelendik ve halen debeleniyoruz.
Şiirin Türkçe tertibinde İkinci Yeni akımı beynelmilel standart arayışının bir göstergesiydi. Bu tarz arayışına henüz garip şiirine yer temin edilememiş kültürde niçin gerek duyulmuştu? Türk zihni “Durmayalım düşeriz” fikrini esasa oturtmuş haliyle canlılık arz ediyordu. Yani Türk zihninin nerelere uzanacağı sualine ne imparatorlukları tarihe gömmüş I. Cihan Harbi'nin doğurduğu felâketler, ne de İstiklâl Harbi vesilesiyle hayata aksetmiş gerçekler tatminkâr bir cevap yetiştirebiliyordu. Türk zihniyle Batı kültürü arasındaki mesafe ne olduğuna bir türlü karar verilemeyen Doğu ile arasındaki mesafe kadardı. Yerinden edilmişliğin bilinci zor, kapalı, ketum bir şiirin doğması için en elverişli ortamı sağlamıştı. Türk toplumu olarak modernleşmiş yani yerimizden edilmiştik. Eğer başımıza 27 Mayıs 1960 felâketi gelmemiş olsaydı nevi şahsına münhasır bir toplum yapısına sahip olmamız işten bile değildi. Olmamış şeylerle kimsenin başını ağrıtmayalım; ama olmuş şeyi görmezlikten gelmemizin bütün yolları tıkayacağını da bilelim.
Olmuş şey nedir? Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünüyle Dünya Sistemi'nin dümen suyunda seyretmesidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını izah edebilmek için Mustafa Kemal'in toplumun kaportasını değiştirdiğine temas etme mecburiyetimiz var. Arada ne kadar çok vakıa cereyan etmiş olursa olsun dikkatimizi kaporta değişikliğini Turgut Özal'ın 1983'ten itibaren uygulamaya soktuğu motor değişikliğinin takip ettiğine çevirmemiz gerekiyor. Hem kaportası, hem motoru değişmiş vasıtayla gidilen yerin hayırlara açılacağını hayal etmeğe küfrün olanca cazibesiyle ahmaklaştırılmışların bile gücü yetmez. Allah'tan ümit kesmeyenler namustan bir vatan ve vatandan bir namus çıkaracaklarına inandıkları gün önlerinde bir yol açılacaktır. Bu yol tecrübemize dâhil olduğunda Türklerin yabana atılır kişiler olmadığını bütün dünya bir daha görecek.
Türkçede “namus” şeklinde telâffuz ettiğimiz kavramın kökeni bilebildiğim kadarıyla Grekçe yasa anlamına gelen “nomos” kelimesine dayanıyor. Bu demektir ki Küçük Asya halkı beş bin yıldan fazladır namusundan kopma tehlikesini bertaraf etmek için yaşıyor. Türklerin dilindeki “Görelim il mi yaman, bey mi yaman” sözü “nomos”un bir rüçhan hakkı olduğunu gösteriyor. Halkımız diyerek içimize sindirdiğimiz kadar onun içine sindiğimiz Küçük Asya halkı önce üzerinde yaşadığı toprakları Diyar-ı Rum olarak adlandırdı. Böylece Büyük İskender hükümranlığında Helen karakterine bürünen topraklar hukukun üstünlüğü üzerinden yükseldi. Romalı olmak Anadolu topraklarında kanun koyucunun yetkesini üstün bilmek anlamına büründü. Türklük dünya ve ahiret yetkesini dünyevî idarecilerin kaprislerinden koparıp bir kitaba yani Kur'an-ı Kerîme bağladı.
“Bağladı” deyivermek kolay. Zor olan bağın sağlamasını yapma başarısını göstermektir. Benim söylediklerim kimsenin umurunda olmayabilir. Kimsenin benim söylediklerimi umursamayacağına herkesten önce beni inandırabilirsiniz. Çünkü devlette söz sahibi olanların bir kesimi, kendilerine Kemalist desinler veya demesinler, aslî hususiyeti kaypaklık olan status quo'nun muhafızı konumundadır. Yaptıkları Türk topraklarındaki her türlü değişime ayak uydurmaktan başka bir şey değildir. Geride kalanlar “yüzergezer” takımıdır. Gerektiğinde değişimci, gerektiğinde tutucu rolü oynarlar. Anlayacağınız omurgasızlığınızı ispat etmeden Türklerin yaşadığı sahada geçerli sayılan devlette söz sahibi olamazsınız. İnanılmayacak söz olarak neyi söylüyorum ben? Şunu: Tarihte iki fırsat Türklerin vatan sahibi olmaları için ellerine geçti. İlâve ediyorum: Türkler vatanlarını ellerinde tutmak için üçüncü bir fırsat bulamayacaklar.
İlk fırsat Yunus Emre ile yaşıttır ve bilhassa XIII. asırda Selçuklu veya Osmanlı Devleti üzerinden değil Gaza Beylikleri üzerinden Diyar-ı Rum'un Dar-ül İslâm haline getirilişiyle belirmiştir. Niçin o beyliklere gaza beylikleri diyoruz? Çünkü o beyler hükümran oldukları alanda Sünnet-i Seniyye'nin muzaffer olması için savaştılar. Yazdığım bu son cümle beylerin birbirleriyle hesaplaşmaktan geri durdukları anlamına gelmez. Bilakis muarızı değil de kendisinin İslâm uğruna yapılan işin yürütücüsü bilinmesiyle bir bey diğerine üstün konumu kazandı. İkinci fırsatımız İstiklâl Harbi diye adlandırılıyor. Bu adlandırmada bir hata yok ve lâkin Sakarya Meydan Muharebesinden galip çıkmakla işi sona erdirdiğimiz zannını gerçeklik gibi algılamak büyük bir hatadır.
Ne yapıp yapacak ve büyük hatayı hayatımızdan söküp atacağız. Tarih içinde Müslümanlar dünyaya güvenlik ile özgürlük arasında bir zıtlaşma değil bir dayanışma olduğunu gösterdiler. İnsanlar Müslümanlardan özgürlüğüne kavuşmadan gerçek güvenliğin, güvenlik sağlanmadan kendini özgür hissetmenin bir şey ifade etmediğini öğrendi. Türklerin İstiklâl Harbi son İslâm ordusunun teşekkülüne giden yolu açtı. Bu yolda yüründü mü? Hayır. Mareşal Fevzi Çakmak askeri mekteplerin tevhid-i tedrisat dışında tutulmasını sağladı. Bunu askeri mekteplere din dersi koymanın yolunu açık tutmak için yaptı. Varılan sonuç Mareşal'in tahayyül ettiğinin tersidir. İmam –Hatip Lisesini bitirenlerin burnuna askeri mekteplerin kapısını çarpanlar tevhid-i tedrisat dışında kalma kozunu oynadı.
Nasıl olup da bir Türk milletinin tarih sahnesine çıktığını hatırladığımız zaman bütün zorlukların çözüm yolunun nereden geçtiğini fark edeceğiz? Türkler tarih sahnesindeki yerlerini Allah'ın askerleri olduklarını kavradıkları kadar aldılar. Kendimize Macarların bize dediği gibi Török demiyor ve Arapçada ö harfi bulunmadığı için ve dilimizi Aruz vezniyle uzlaşarak edindiğimiz gibi Türk diyoruz. Biz Türkler İslâm'ın muteber sahasını hem Anadolu'ya, hem de Avrupa'ya nakletmiş insanlarız. Bunu akıldan çıkardığımız zaman geleceğimizi sürünerek yaşamak uğruna feda etmiş olacağız. Sürünerek yaşamağı muhtemel bir tehlike olarak anmıyorum. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman endişesizce göz gezdirilen bir ülke olmadı.
İsmet Özel, 21 Rebiülahir 1443 (26 Kasım 2021)
Kaynak: istiklalmarsidernegi.org.tr