Dolar

34,8691

Euro

36,7026

Altın

3.021,43

Bist

10.047,50

“İnebahtı’nın Tek Kollusu”: Cervantes

Milliyet yazarı Sinan Genim, ünü dünyayı saran Don Kişot’un yazarı Miguel de Cervantes’in pek bilinmeyen maceralı hayatına dair notlar paylaştı

4 Yıl Önce Güncellendi

2021-06-19 19:05:44

“İnebahtı’nın Tek Kollusu”: Cervantes

MIGUEL DE CERVANTES SAAVEDRA VE DON KİŞOT

Bilmem bilir misiniz, İncil'den sonra dünyanın en çok diline çevrilen kitap Cervantes'in yazdığı Don Kişot'tur. Bazı eleştirmelere göre çağdaş romanın ilk ve hâlâ en büyük örneği olan bu kitap ne yazık ki ülkemizde pek fazla okunmamıştır. Hem eğlenceli hem de ders alınması geren bir kitaptır. Bahçede kitap okurken gülme nöbetine tutulan bir öğrenciyi izleyen Kral III. Felipe'nin (1578-1621) “şu adam ya deli ya da Don Kişot okuyor” dediği söylenmektedir.

Geçen günlerde kitaplığımda bir kitap ararken elime Yağmur Atsız'ın “Cervantes İnebahtı'nın Tek Kollusu” isimli kitabı geçti. 1997 yılında yayınlanan bu kitabın bende özel bir önemi vardır. Cervantes'in yanı sıra, bir dönem hakimiyetimiz altında bulunan uzak coğrafyalardaki bilmediğimiz, merak etmediğimiz bir olay da anlatılmaktadır.

İlginç bir kitap

Kitabın başlangıç bölümü ilginçtir. “Bu kitap bir öfkenin ürünü! Bu kadar vurdumduymaz ve umursamaz toplum az bulunur”. 1997 yılı Cervantes'in doğumunun 450. yılıdır. İnebahtı Savaşında yaralanan, daha sonra Cezayir Beyi'ne esir düşen ünlü yazar bu deneyimlerini yazdığı çok sayıda kitaba da yansıtır. İnsan hiç merak etmez mi, daha sonra bu kadar ünlü olan, konusunda yetkin bir kişi, bizim hakkımızda ne düşünmüş, neler söylemiş.

“Kitabı yazmaya karar verince genç asistanlarımdan, üniversite mezunu bir Türk kızını kütüphaneye yollamak istedim. ‘Git bana ansiklopedilerde ne kadar Cervantes maddesi varsa, fotokopilerini çıkar ve getir!'

Kelimeyi kodlar mısınız? dedi…” (s.5)

Almanya'ya üst düzey eğitim almak için gelen üniversite mezunu, çağdaş dünyaya uyum sağlamaya çalışan bir insanımız, gerçekten üzüntü verici bir durum.

Cervantes'in Yaşamı

Miguel de Cervantes baba tarafından Endülüslü, anne tarafından ise Yeni-Kastilya'lı bir ailenin çocuğu olarak 29 Eylül 1547 yılında Alcalá de Henares'te doğar. Küçük Miguel'in bir dönem Cordoba'da bir Cizvit mektebine gittiği sanılmakta, daha sonraki eğitimi konusunda ise bir bilgi yok, daha çok kendi kendini eğittiği düşünülüyor. Çok küçük yaşta şiire ve oyunculara merak duyduğunu kendi anlatmakta. Bir aşk macerası sonrası İtalya'ya kaçar ve Roma'dan babasına yazdığı bir mektupta, kendisine mahkemeden tasdikli bir “temiz kan belgesi” göndermesini ister. Günümüzde tüm dünyaya uygarlık dersi veren ülkeler bir dönem insanları kan bağlarıyla değerlendirmekte, damarlarında Yahudi ve Arap kanı bulunmadığına dair resmi yazı istemektedirler. Bu anlayış daha sonraları Hitler Almanya'sında da hortlar ve insanlardan Ariernachweis, yani Aryanlık belgesi istenir. Kanının temiz olduğunu kanıtlayan Cervantes, Papalık mensubu Julio Acquaviva'nın özel kaleminde kendine iş bulur. Artık bir asker olan yazar, Osmanlı'ya karşı kurulan Liga Santa/Kutsal İttifak mensubu olarak 7 Ekim 1571 günü cereyan eden Batılılar'ın Lepanto bizim ise İnebahtı olarak bildiğimiz deniz savaşına katılır ve yaralanarak çolak kalır. Bir süre sonra İspanya'ya dönmek üzere yola çıkar ama bu kere korsan Deli Memi'nin esiri olur ve Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa'ya teslim edilir. Beş yıl sürecek bu esaret hayatında üç kere kaçmaya teşebbüs ederse de her defasında yakalanır ve ne hikmetse büyük bir ceza da görmez.

İspanya'ya Dönüş

Esir olduğu sırada üzerinde çıkan belgeler dolasıyla önemli bir şahıs olarak nitelenen Cervantes için yüklü bir kurtarmalık talep edilir. 12. yüzyılda Hıristiyan esirlerin bedel ödenerek kurtarılması için kurulan Triniten Tarikatı tarafından, esir oluşunun üzerinden beş yıla yakın bir süre geçtikten sonra 500 Escudo altını ödenerek azat edilmesi sağlanır.

Ramazan Paşa ve Portekiz

Yağmur Atsız, 1978 yılı yazında Lizbon'daki bir arkadaşına misafir olur. O sıralar “Felaketin 400. Yıldönümü” münasebetiyle pek çok etkinlik yapılmaktadır. Nedir diye merak eder ve öğrenir ki Portekiz üzerinde 60 yıl süren İspanyol hakimiyeti tartışılmaktadır. Nedir bu olay diye araştırınca farkında olmadığımız ilginç bir gerçeğe ulaşır.

Bir anlamda Osmanlı hegemonyasında olan Fas'da, 1570'li yılların sonuna doğru Mevlay Abdülmelik ile yeğeni Mevlay III. Muhammed arasında iktidar mücadelesi patlak vermiştir. Osmanlı sarayı, o sırada Tunus Beylerbeyi olan Ramazan Paşa'ya Mevlay Abdülmelik'e destek vermesini emreder. Diğer yandan Mevlay Muhammed de Portekiz desteği için kral Sebastiao'dan yardım talep eder. Portekiz Kralı ise destek vermesi için İspanya Kralı Felipe ile anlaşır ve bir bağlılık nişanesi olarak kızı ile evlenir. Büyük sahrayı aşarak Fas'a erişen Ramazan Paşa, Fas'ın Vâdiü-s Seyl mevkiinde Portekiz takviyeli Mevlay Muhammed'in ordusunu perişan eder. Bu arada Portekiz Kralı Sebastiao'da ölenler arasındadır. Bu yenilgi sonrası İspanya Kralı Felipe ortaya çıkan durumdan yararlanarak Portekiz'i ilhak eder. Yaklaşık 60 yıl İspanya'nın bir vilayeti olarak yönetilen Portekiz yeniden bağımsızlığına kavuşursa da bir daha büyük devletler arasına giremez.

Nereden nereye… Bir dönem Afrika'da yaptığımız savaşlar sonucu Portekiz'in varlığına son verilmesini sağlamışız, sanırım çok büyük çoğunluğumuzun bu işten haberi bile yok.

Morisco ve Converso'lar

Yağmur Atsız, Cervantes ile Moriscolar ilişkisini de inceler. Morisco, İspanyolca'da zorla vaftiz edilip Hıristiyan yapılmış Endülüslülere denir. Hıristiyanlığı kabul edip, İspanya'da kalan Musevilere ise Converso denmektedir. 1492-1494 yılları arasında gerek Müslüman gerekse Musevi nüfusun İspanya'dan sürülmelerinin üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, 1609 yılında Kral III. Felipe bir fermanla bu kere Hıristiyanlığı kabul etmiş bu insanların da İspanya'dan çıkarılmasını ister. “Allah, mahvetmek istediği kavimlerin önce aklını başından alır” diye bir söz vardır. Yüz yıl önce Sultan II. Bayezıd'ın, Kral I. Felipe ve Kraliçe Isabel için söylediği “Ne kafasız hükümdarlarmış ki kendilerini yoksullaştırıp beni zenginleştirdiler” sözü anlaşılan hala geçerliğini korumaktadır.

Tek baskısı yapılan bu kitabını okumak gerekir, hem Cervantes hem de Don Kişot hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktır. Ne işimiz var bizim Don Kişot ile derseniz, bilin ki Don Kişot hâlâ aramızda, ancak yeni Don Kişot'ları yazacak bir Cervantes bulmak ise imkânsız gibi.

Milliyet

Haber Ara