Eliaçık'ın “Çalınan maneviyat ve manevi sömürgecilik” başlıklı değerlendirmesinden önemli bir bölüm;
Batı'da anlatılan Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli tüm manevi ve kültürel unsurlarından koparılarak New Age akımlarına eklemlenir ve ancak Batı'daki geçer paradigmayı desteklediği veya ona renk kattığı oranda değer görür. "Hümanist" Yunus, aşk gurusu "Mevlana"
Bu kültürel kimlikten arındırılarak dönüştürme o kadar güçlüdür ki sadece içerik değil, dilin ve bu isimlerin temsil ettiği manevi öğretilerin kavramlarının da Batı'ya aktarılırken değiştirildiğini ve çarpıtıldığını görürüz. Öyle ki dışarıda yeni bir Yunus ve Mevlana ve Bektaşi dili inşa edildiğini söylemek abartı olmaz.
Mevlana, İslam'dan arınmış dinsiz ve aidiyetsiz bir "aşk gurusu" yahut Yunus Emre milliyetsiz bir Hümanist oluverir. Tarikata ait bir zikir hali olan semanın adı "dans" olur, İslam'ın dervişler bir anda trans yaşayan hippi tarzında dansçılara dönüşüverir. Mesnevi tercümelerinde dini ve İslam'ı hatırlatan ne varsa adeta kazınır yerine seküler bir dil kullanılır. Bu sadece Batı'daki İslamofobi ile ilgili olmayıp İslam'ın büyük şahsiyetlerini devşirme, dönüştürme ve sekülerleştirme faaliyetidir. Kökleri Oryantalist geleneklere dayanır.
Batı bizim değerlerimize baksa bile onları kendi "hikayesi" için dekor olarak kullanır. Bunun içindir ki dünya, bizi ve hikâyemizi bizim dilimiz gözümüz ve gönlümüzden dinlemelidir. Nitekim Batı kendi hikayesini kurarken bu saflaştırma ve dönüştürmeyi yapmaz. Batı dünyasının klasikleri "evrenselleştirilirken" veya "dünyaya mal edilirken" kültürel ve dini bir erozyona uğramazlar. Shakespeare'i bir İngiliz klasiği olarak öğrenir, Goethe'yi tüm Alman kimlik ve unsurlarıyla tanırız.
Doğu'nun manevi coğrafyasını, miras ve birikimini devşirerek, ona el koyarak çarpık bir biçimde yeniden "inşa edilmesine" literatürde "manevi sömürgecilik" olarak da kavramsallaştırılmıştır.[1] Batı'nın Şark'a ilgisi kendi kimliklerini inşa için bir malzeme devşirme, Şark'ın kimliğini ise yapı taşlarını çalarak yıkıma uğratma çabası olarak görmek mümkündür. Türkler manevi büyükleriyle Batı'da tanışıyor
Türkiye'nin batısı ve doğusu bu coğrafyanın büyüklerine böylesi büyük bir ilgiyle yaklaşırken ortalama bir Türk vatandaşının eğitim hayatı boyunca özel bir ilgisi yok ise ne Gazali, ne Mevlana ne de Yunus Emre ile karşılaşmadığını da belirtmek gerekir.
Bu nedenle Türkiye'de klasik eser yayıncılığının ve okuryazarlığının geliştirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Bu eserlerin yaşa ve okuyucuya göre farklı biçimlerde yeniden üretilmesi ve kitlelere yayılması elzemdir. Avrupa'da Goethe veya Brecht öğrencinin önüne çıkmadan önce eserlerinin farklı biçimlerde okuyucuya sunulduğunu, okullara girdiğini ve bunlara dair "Nasıl okunmalı?" kılavuzlarının yazıldığını biliyoruz. Oysa bu büyük şahsiyetler ve eserleri, sadece dini veya manevi metinler olma özellikleri nedeniyle değil, bu ülkenin tarihi ve kültürel mirasına ait Türk ve İslam klasikleri olarak okunmayı ve bilinmeyi hak ediyor.
Diğer yandan içerde ve dışarda bir manevi spiritüel pazar kurulduğu için bu tekneden ekmek yiyenlerin bu popülizmden rahatsız olmak bir yana istifade ettiği kesin. Bu maneviyat ticaretinin ve spiritüel pazarda sömürülmesinin önüne geçmek için manevi değeri büyük isim ve şahsiyetler Kültür Bakanlığınca koruma altına alınmalıdır. Örneğin, Hz. Mevlana yahut Yunus Emre bir peçete markası olarak önümüze düşmemelidir. AA