Dolar

32,5529

Euro

34,9639

Altın

2.448,98

Bist

9.716,77

Karaman: Saîd Nursî ve İslam devleti

Hayrettin Karaman, 'Müslüman olmayanların Müslümanlara eşit olduğunu iddia edenlerin atıf yaptıkları yakın zaman mütefekkirlerimizden biri de Saîd Nursî merhum idi,' dedi...

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-07-24 05:20:24

Karaman: Saîd Nursî ve İslam devleti

Yeni Şafak Gazetesi yazarı Hayrettin Karaman, bugünkü "Saîd Nursî ve İslam devleti" başlıklı yazısında laikliği ve İslamı Said Nursi üzerinden örneklemeler yaparaka değerlendirdi. Karaman, "İslâm hukukunu geçerliliğini kaldırmak esasına dayanan Lâiklikle, halkın çoğunluğuna istinad eden Cumhuriyet; büyük çoğunluğu Müslüman olan bir milletin kuracağı devlet bünyesinde cem' olamaz (bir araya gelemez, birbirini nakzeder. Zira Lâikliğin benimsenmesiyle iman birleşmiyor. Bu hüküm dinde kesindir.” dedi.

İşte Hayrettin Karaman'ın yazısından bir bölüm:

Laik demokrasinin İslam ile bağdaştığını ve İslam devletinde hak ve özgürlükler bakımından Müslüman olmayanların Müslümanlara eşit olduğunu iddia edenlerin atıf yaptıkları yakın zaman mütefekkirlerimizden biri de Saîd Nursî merhum idi. Bu yazıda onun, İslam devleti, laiklik, hürriyet, eşitlik gibi konulardaki bazı ifadelerini nakledeceğim.

“Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünemâ bulur.” (Divan-ı Harb-i Örfî”, II, 1933.)
“Belki hürriyet budur ki: Kanun u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şâhâne serbest olsun.” (Münazarat”, II, 1941.

“… Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım… Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır.” Nursî, “Lem'alar”, I, 674.

“Asayişe, emniyete ilişmemek şartıyla herkes vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir metodu, bir fikri ile mesul olamaz... Hem bu millette ve bu hükûmet-i İslâmiye içinde eskiden beri bulunan Yahudiler ve Nasranîler, bu milletin dinine ve kudsî rejimlerine muhalif ve zıt ve muteriz oldukları halde, hiçbir zaman mahkeme, kanunlarıyla onlara o cihette ilişmemiştir.” (Emirdağ Lâhikası”, 1876)

“Zaman-ı sabıkta revâbıt-ı içtimâ ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb'usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer'î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir.” (Divan-ı Harbi Örfî, s. 85).

“Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir, mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyet'tir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatli revabıt (bağları) ve milliyetleri, İslâmiyet'ten başka bir şey değildir.” (Hutbe-i Şamiye sh: 93 Risale-i Nur Külliyatı Şahdamar yayınları 2007)

“Şu halde hür rejimin temel prensiplerinden birisi olan halk hâkimiyeti prensibi, bir İslâm cemiyetinde halkın kendisini Allah'ın emirlerine uygun olarak idare etmek istemesi şeklinde ortaya çıkar. (Mektubat sh: 215 Risale-i Nur Külliyatı Şahdamar yayınları 2007)

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!

Haber Ara