MUHAMMED TANDOĞAN* | AFAM
Fransa, bağımsızlık sonrası Afrika'daki etkinliğinin adı olan ve Françafrique/Fransafrika kelimesi ile ifade edilen siyasetini terk ettiğini açıkladı. Bu siyaset, Afrika'nın tüm idari yapılarında, darbelerle sarsılan ülkelerde, hükümetlerin gizemli koridarlarının arkasındaki yapı şeklinde tarif edilirdi. Emmanuel Macron, Afrika'nın belası olan bu siyasetin devam etmeyeceğini, artık hiç bir şekilde kabul görmediğini bildiğinden herhalde sürdürülebileceğini beyan edemezdi. Fransız devletbaşkanı esasında ters okumayla şunu diyordu: “Fransa'nın Afrika'da sömürge siyaseti vardı.” Nitekim Fransa tarafından Afrika'nın örnek demokrasi veçhesi olarak tanımlanan Burkina Faso'nun tarihi, darbelerle dolu değil miydi?
Vagadugu'daki Marksist ve Pan-Afrikanist bir mantaliteyi ifade eden amfi tiyatroda, ses sistemi dahil özen gösterilmeksizin yapılan çevre temizliğine kadar hepsi Fransız büyükelçiliğince hazırlanmış, öğrencilerin onlarca tema üzerinden mesela Fransafrika'dan ekonomik ortaklığa kadar birçok konuda soracağı sorular bile ellerine tutuşturulmuş, Macron da gönül rahatlığı ile adeta bir kâhin gibi bunları keşfedip doğaçlama cevap vermişti. Aslında medyanın diline düşecek kadar attığı her adımın bir kâhinlik değil, önceden planlanmış Fransızların damarına işlemiş -ilişki kurdukları herkesi kandırdıkları gibi- tarihi tavırlarını bir kez daha sergilemiş, adeta bağıra bağıra göz boyadığını konuşmasında sözlü olarak ifade etmemişti.
Macron konuşmasında “Fransa'nın babalık rolünü adeta sopa ile dövüyor, kınıyor, Afrika ile ortaklığın önemini haykırıyordu. Macron, adeta artık Afrikalılara ders vermeyeceğiz diyordu. Bu cümleyi nasıl okumalıydık? Yani Fransa, günümüz dünyasında Afrika ülkelerinin iç işlerine müdahalede bulunup akıl mı / ders mi veriyordu? Yeni Nesil Macron'un, eski nesil Fransızları yok sayarak redd-i mirası mümkün müydü?
Bu bağlamda ilk hedefine koyduğu ise eğitim konusu oldu. Fransa'ya gelen öğrencilere uzun süreli vize kolaylığısağlanacağının ve ortak diploma projesini hayata geçireceklerinin altını çizerek sözlerine başladı. Afrikalı öğrencilere “Ülkenize gidin, görevinizi sanatınızı ülkenizde ifa edin ve uzun süreli dolaşım vizesi adıyla yeni bir uygulama ile sizlere Fransa'nın kapılarını çok yakın bir gelecekte açacağız” taahhüdünde bulundu. Acaba Macron, AB adına mı konuşuyor yoksa bunu sadece kendi ülkesi özelinde mi ifade ediyor? Bu teklifi nasıl okunmalıyız? Halbuki Fransa, Afrika kıtasının farklı bölgelerine girdiği bir asır öncesinde eğitim alanında gönülleri fethetmeye geldiğini iddia ediyordu. Yüzyıldır yapmadıklarını/yapamadıklarını Macron sihirli değneği ile göz açıp kapatana kadar yapabilecek miydi?
Macron etkileyici bir üslupla aslında Fransafrika'nın şerrini unutturmak, bazı kızgın Afrika ülkeleriyle normalleşen ilişkiler kurmayı hedefledi. Öyle ki diplomatik derinlik adına başkent Vagadugu'da tam 72 saat kaldı. Başkentin 19 km dışında Zagtouli'de 129.000 panodan oluşan Afrika'nın en büyük güneş enerji santrali ile günde 33 MW gücünde ve 55 GW elektrik üreterek ülkenin % 5 elektrik ihtiyacını karşılayacak olan bu proje, 47,5 milyon avroya mal oldu ve bunun 25 milyon avrosu Avrupa Birliği fonlaması, geriye kalan 22.5 milyon avro ise Fransız Kalkınma Ajansı'nca finanse edildi. Fransız Vinci Grubu'nun Cegelec firması tarafından 18 ayda tamamlandı.
Macron, konferans salonunda soru yağmuruna tutulduğu esnada hem de Afrika'nın en büyük güneş enerjisi santralini açarken elektrik kesilip klimalar durunca, Burkina Devletbaşkanı Roch Marc Christian Kaboré aceleci davranıp bizzat kendisi ilgilenmek üzere dışarı çıktı. Bunun üzerine Macron, o sırada öğrencilere “Sanki Burkina Faso'nun devletbaşkanıymışım gibi sorular soruyorsunuz” diyerek adeta serzenişte bulundu. Ardından konuşmasına devam etti ve “Klimayı onarmaya gitti” ifadesini kullandıktan sonra Kaboré'yi ima ederek “Üniversite'nin elektrik kesintisi ile de ben mi ilgileneceğim, nereye gidiyorsun, dur!” dedi. Bu sözlerini dünya basınında sert eleşitirenlere karşı savunmaya geçen Macron, bu tür şakaları Avrupa'daki devlet adamlarına yaptığını, Burkina Faso Devletbaşkanı Kaboré'yi de kendisi gibi gördüğünü ve bu sebeple söylediğini ifade etti. Maalesef Macron'un bu aşağılayıcı tavrının kendi medyası tarafından adeta alkışlanmadığı kaldı. Kısmen eleştiri okları yönelten Fransız medyasına karşın Macron'un bu davranışı Afrika medyasında meslektaşını aşağılama, küstahlık, dalga geçme ve diplomatik rezalet olarak değerlendirilerek epeyce yankı buldu. Buna ilaveten Afrikalılar, Macron için yüreği yetiyorsa aynı cümleleri Moskova'da Putin'e sarf etsin demeye başladılar.
Konuşma sırasında sinirleri iyice gerilmiş olacak ki Macron, öğrencilerin sorularını cevapladığı sırada yüksek sesle Fransa'nın Libya'da siyasi çözüm için diplomatik ilişkiler içinde olduğunu belirterek “Kaçakçılar kim? Kendinize sorun. Akıl almazsınız? Kim kaçakçılar? Afrikalılar, dostlarım. Afrikalılar. Kaçakçılar Fransızlar değil, Afrikalılar. Bana Nijerya ile Libya arasında kaçakçılık yapan bir Fransız, Belçikalı, Alman gösterin. Böyle biri yoktur” ifadesini kullanarak adeta ülkesinin kara tarihini yok saydı. Bununla da yetinmeyen Macron, şikayetvari bir şekilde dile getirilen Barkhane Operasyonu (2014) ile ilgili “Bana böyle Fransız askerleriyle ilgili şikâyetle gelmeyin. Siz onları sadece alkaşlayacaksınız” diyerek serzenişte bulundu. Peki, bu operasyon Sahil bölgesindeki Burkina Faso, Mali, Moritanya, Nijer ve Çad ülkelerine huzur getirdi mi? Elbette ki hayır.
Temmuz ayında G-20 Zirvesi'nde Afrika'nın “medenileşme mücadelesi” hakkında yaptığı, küçümseyici bulunan yorumlarından ötürü özür dileyen Macron, bu özrün hemen ardından kadın hakları ve nükleer santral konusunda tartışmalı ifadeler kullandı. Bilhassa “Eğer Afrika'da çok çocuk varsa bu bir medeniyet meselesidir?” sözü ile Macron, esasında siz çok çocuk yaparak medeni olmadığınızı gösteriyorsunuz demek istedi. Acaba Macron bu mesele ile ilgili aynı sözü, dünyanın farklı bölgelerindeki çok çocuk yapmayı adeta bir devlet politikası haline getirenlere de söyleyebilecek mi? Misal verilecek olursa Fransız muhafazakâr sağ siyasetçi Philippe de Villiers'nin 7 ve kardeşinin ise 6 çocuğu var. Aynı sözü bunlara da söyleyebilecek mi? Anlaşılan artık Afrikalılara akıl vermeyeceklerini belirtenMacron, nüfus artışı ekonomik kalkınmayı beraberinde getirmezse kıta genelindeki kendi politikaları için tehlike arz edeceğini düşünmekteydi.
Bu içi boş telkinleri ve nasihatleriyle de yetinmeyen Macron, “Afrika'ya ait ne varsa 5 yıla kadar kıtaya geri göndermek için çalışacağım. Afrika mirası Paris'te sergilendiği gibi, Dakar'da, Lagos'ta ve Kotonu'da da sergilenecek” dedi. Aslında bu talep, Benin Devletbaşkanı Patrice Talon'dan gelmiş; eski sömürgeniz olarak kültürel ve tarihi değerlerimizi, eserlerimizi bize verin ki geçmişi böylece temsil edelim demişti. Nitekim Benin'in UNESCO'daki büyükelçisi Irenée Zevounou demiştir ki “Fransa'da devlete ait ve özel tasniflerde yer alan koleksiyonlarda 4.500-6.000 arası eser sergilenmektedir.” 1892-1894 yılları arasında Dahomey Krallığı ile yapılan savaşta bu eserler kapış kapış yağma yapılıp götürülmüş, sivil kâşifler ve misyoner subaylar aracılığıyla da Benin'e ait eserler fetişlikle alakalı olduğuna kanaat getirilip, el konularak Fransa'ya götürülmüştü. Nitekim Avrupalı devletlerin Afrika'nın farklı bölgelerinde görevli sömürge idarecileri, görünüşte seyahat veya keşif faaliyetlerine yönelik görevlendirdikleri misyonlar esnasında Avrupa'da önemli bir konu haline gelen antika eşya, yazma ve tarihi eser toplamayı adiyattan bir fiil haline dönüştürmüşlerdi.
Macron ilk defa bu konuda konuşup cevap vermiş ancak şimdiye kadar ilgili ülkenin idarecilerinin taleplerine rağmen Batı Afrika Dahomey Krallığı'na ait kraliyet tahtları, Abomey Kraliyet Saraylarının (toplamda 12 saray) kutsal kabul edilen kapıları, insan biçimindeki heykeller gibi bu tarihi eserlerin devredilemeyeceği ve zaman aşımı nedeniyle ait olduğu yerlere kazandırılamayacağı bahanesi söylenmişti. Buna rağmen Avrupalılar, Afrika'daki tarihi eserlerin, Avrupa sergi ve müzelerinde sergilenmesi konusunda ciddi adımlar atmaktadır. Hal böyle iken sömürgeci geçmişi olmayan Osmanlı'nın mirası üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin Afrika topraklarındaki ecdad yadigârı eserlerin tanıtımı ve Afrika halklarının Türk toplumuna tanıtımı adına yeni açılan Ankara'daki Afrika Evi bir çekim merkezi olamaz mı?
Fildişi Sahili devletinin ticari başkenti, Afrika Birliği-Avrupa Birliği Zirvesi'nin maliyetini “11 milyon avro civarında bir organizasyona yaparız” derken, iki katına ulaşan gider masrafları konusundaki Fransız taahhütleri yine yerini bulmamıştır. Zira 11 milyon avro olarak öngörülen giderler, tahmin edildiği üzere 11 milyon avro olsaydı; bu masrafların yarısı Fildişi Sahili tarafından karşılanacaktı. Ancak masraf kalemleri öngörülenin tam iki katı yani 22 milyon avro olunca ve ilgili ülkenin ödeyeceği miktar 11 milyon avroya ulaşınca, en fazla 8 milyon avro ödeyebilirim demiş. Avrupa Birliği ise 3.2 milyon avro söz vermiş. Haliyle Fildişi Devletbaşkanı Alassane Vattara, Avrupa Birliği'nden 2,8 milyon avro daha talep etmiş. Fransa zirveden sonra da ev sahibi ülkede kalacağı program kapsamında güvenlik amaçlı çelik yelek, insansız hava araçları ve diğer araçlar için 4.5 milyon avroluk katkıda bulunmayı vaat etmiş. Ah işte tam da burada, 2010'daki Trablus'ta (Libya) yapılan üçüncü Avrupa-Afrika Birliği Zirvesi'ni hatırlamadan olmaz. Kuvvetle muhtemel tamamı Kaddafi'nin kaynakları ile karşılanmıştı.
İlk dört zirve Kahire (2000), Lizbon (2007), Trablus (2010) ve Brüksel (2014)'de yapıldı. Şimdiye kadar yapılan ilk 4 zirveye Afrika-Avrupa Birliği Zirvesi denmiştir, ilk defa buna 30 Ocak 2017'de Afrika Birliği'ne geri dönen Fas ile Afrika Birliği-Avrupa Birliği (UA-UE), kısaltmaları kullanılmıştır. Çünkü Afrika Birliği üyesi olan Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti de Brahim Ghali başkanlığında bir heyet ile katılmıştır. Batı Sahra 35 yıldır Afrika Birliği üyesi, her ne kadar uluslararası toplumca kabul edilmemiş olsa bile.
Zirveye 55 Afrika ülkesinden Batı Sahra temsilcisi dahil 43 katılımcının 18'i devletbaşkanı, 24'ü hükümet başkanı, Avrupa'dan ise 16'sı devletbaşkanı ve hükümet başkanı olmak üzere 28 Avrupa Birliği üyesi ülke katılmıştır. Bu organizasyona toplamda 83 ülkeden 10.000 katılımcı ve 400 medya mensubu beklenmekteydi ama beklentiler hayal oldu. Son zirvenin ana teması ise “Sürdürülebilir gelecek için gençliğe yatırım yapmak” dışında “göç, güvenlik, eğitim ve insan kaçakçılığı” idi. Bu bağlamda Avrupa Birliği'nin Afrika'da son 10 yılda karşılıklı ticaret hacimleri % 50 artarak 200 milyar avroluk yatırımlara ulaşarak birinci sıraya yerleşmiştir. Macron'un 29 Ağustos'da “Dünyanın geleceği Afrika'da, bu kıta ülkeleri en büyük ortaklarımız olacak” şeklindeki açıklaması da bu tabloyu kanıtlar durumdadır. Nitekim Fransa, geleceğinin garantisi (!) Afrika'da karanlık ve aşırılıkçı dini gruplarla mücadele etmek için görev üstleneceğinin sözünü ve 200 yıllık geleneksel çizgiden uzaklaşarak bilhassa Afrika'daki Vehhabi vakıfları desteklemekten Suudi Arabistan'a (ılımlı İslâm'ın yeni bayraktarı) el çektireceğinin mesajlarını vermektedir. Ancak bizde geçmişten ilham almakla mükellefiz. Kâtip Çelebi, dünya toplumlarına ait bazı tespitlerde bulunarak Cihânnümâ'da şöyle demektedir: “Her toplumun kendine göre bir özelliği vardır. Polonya'nın köprüsü, Çekoslovakya'nın rahibi, İtalya'nın Tanrı korkusu, Almanya'nın orucu dedikleri gibi Fransa'nın da sözünde durmaması derler(1)”.
Peki, nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olduğu Burkina Faso'da devletbaşkanı ve başbakanın Hıristiyan, Meclis başkanının ise Müslüman olduğu bir ortamda bu tabloyu nasıl okumak gerekmektedir? Acaba Afrika ülkeleri, bu ortaklığı devam ettirmek istiyor mu? Günümüz dünyasında oyunun böyle kurul(a)mayacağı aşikâr, Fransa'nın Afrika politikaları zembereği boşalmış saat misali boşa çıkacak ve kıta toplumları çok yakın bir gelecekte ülkelerinin gerçek sahipleri olacaklardır. Bu bağlamda dünyanın güncel siyasetinin doğru takip edilmesi gerekmektedir. Zira Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler, kıta coğrafyasında yaptıkları yatırımlarla Afrikalıların gözlerini açmaktadırlar. Varolan bu karşılıklı etkileşim, Afrikalı devlet adamlarının dünyayı tanımalarına, haliyle neyin gerçek neyin yalan olduğunu daha iyi kavramalarına imkân sağlamaktadır.
-----
(1) Yavuz Ercan, “Seyyid Mehmed Emin Vahid Efendi'nin Fransa Sefaretnamesi”, AÜ Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), S. 2, Ankara 1991, s. 100.
(*) Yard. Doç. Dr.; İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi.