Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Solcular ve sağcılar

Solculuk-sağcılık tartışmasının yeniden öne çıktığı bugünlerde sol ve sağ eğilimlere dair görüşlerini aktaran Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, her iki tarafta ilk bakışta göze çarpan karakteristik özelliklere dikkat çekti

4 Yıl Önce Güncellendi

2021-07-15 11:47:32

Solcular ve sağcılar

Solcular ve sağcılar

Artık eskidi, unutuldu derken son zamanlarda bu kavramlar yeniden tartışılmaya başladı. Türkiye'de kimin ne kadar ve kime, neye göre solcu ve sağcı olduğu hususunun hayli belirsiz olduğu söylenebilir. Bu durumun Türkiye'ye mahsus olduğu da sıklıkla dile getirilir. Bir zamanlar ben de öyle düşünürdüm. Ama artık, üstelik hayli berrak bir şekilde bu belirsizliğin küresel bir nitelik hâline geldiğini görebiliyorum.

Sol ve sağ kavramlarının dönemsel mevzilenmeler olduğunu düşünüyorum. Siyasal dünyanın formel, yâni içi boş kodlarıdır bunlar. Bütün mesele bu kodların içinin nasıl doldurulacağıyla alâkalıdır. Veri bir evrede “birilerinin, diğerlerine göre” kendilerini solda veya sağda tarif edebilmeleri mümkün olabilir. Burada kullanılan kriterlerin ne olduğuna bakmak gerekir; ama aynı kriterlerin ilânihaye devam etmeyeceğini bilerek..

Solda veya sağda olmak, siyasal diyagramlarda bu sıfatları taşıyanlar için en başta bir hissediştir. Bu hissedişler insanlara şöyle böyle bir tutunum sağlar. Mevzilenmeler his yoğunluklu olduğu için akılcı, evrensel ve değişmez standartlarla takip edilmeleri de her zaman kolay değildir.. O zaman yapılması gereken, veri bir zaman ve mekânda kendisine solcu veya sağcı diyenleri kendi ilişkileri içinde anlamaya çalışmak olabilir. Bunun da pratik bir yolu olduğunu düşünüyorum. Soru şöyle de sorulabilir: Kim kime karşı, nerede ve hangi şartlar altında ve ne üzerinden kendisini solcu veya sağcı hissediyor? Ben sol ve sağ kavramlarını birer sendrom olarak takip edilmeye süreçler olarak görmeyi tercih edenlerdenim. Böylesi daha dinamik bir kavrayış sağlayabilir geliyor bana.

Ama bunlar gerek sol, gerek sağın, adına ideoloji denilen bir fikir tarihi olduğunu da unutturmamalıdır. (Zaten sağ ve sol sendromlar, akılcı temellere sâhip bu fikir tarihinin dogmatik yapılarının tematik savrulmalarına karşılık gelir). Sol ve sağ fikriyatın ortak niteliği kâhir ekseriyeti orta sınıftan gelen mütefekkirler tarafından meydana getirilmiş olmalarıdır. Bu insanlar aslında birer hikâye anlatıcıdırlar. Hikâye anlatmak, bilhassa burjuva dünyalarda hayatı yeniden “inşâ etmek” veya “ihyâ etmek” arzusunun fonksiyonudur. İdeologlar, tanrıdan olmasa bile peygamberlerden rol çalan adamlardır. Târih ve topluma müdahale etmek değil midir ideolojilerin baskın iddiası? Mesele bu iddiaların nitelikleriyle alâkalıdır. Baştan başa veya kısmen yeniden inşa etmek sol bir iddiadır. Buna mukâbil baştanbaşa veya kısmen “korumak” veya “ihyâ etmek” sağ bir iddiadır. Kanaâtimce ayırım buradadır. Devrimciler ve reaksiyonerler ile evrimciler ve tamirciler bu temel ayırımın içinden süzülerek kendi içlerinde ayrıca ayrışırlar. Ilımlı sağ, ılımlı sol ile reaksiyoner sağ ve devrimci sol arasındaki mâhut ayrışmalardır bunlar.

Burada hayli sancılı olan süreçlerin, “kurumsal” ve “toplumsal” göndermeler arasında yaşandığını düşünüyorum. Sol, veri kurumsala, toplumsaldan yana bir îtirazdan doğar. Burada toplumsal düşünce ve göndermelere, daha çok dışlanmışlık, baskılanmışlık gibi temalar eşlik eder. Ben buna, daha metaforik olarak “evin dışında kalmışlık hissi” diyorum. Metaforu devam ettirelim: Ev babanın evidir. Ama baba, gözdeleri hâriç, çocuklarının kısm-ı âzâmını ihmâl eden bir babadır. Ev çocuklara yeniden açılmalı; bunun için de ya yıkılıp yeniden inşâ edilmeli veya kuvvetli bir tâdilâta gidilmelidir.

Mücadelenin kazanılması yetmiyor. Süreci idare edenler, ilk başlarda elbette bizzat kendileri dışlanmış oldukları için her dışlananın kendileri gibi olduğunu düşünseler de bir zaman sonra bunun böyle olmadığını idrak ediyorlar. Kimin eve ne kadar yakıştığı mesele hâline geliyor. Buna göre eve giriş yine birileri için kayda kuyuda bağlanıyor. Döngü yeniden başlıyor

Bu yıkım ve tadilat işini ağır bulanlar, belki de en başta evin; yâni kurumsal dünyanın sâhib-i aslîsi olduğuna hükmetmiş kuvvetlerdir. Ama o kadar da yalnız oldukları söylenemez. Toplumsalın içinde yıkım ve tadilat işlerinden ürken, korkan kim varsa yanında bulacaktır. Burada yol gösterici olan ana dürtü ve fikir “korumacılık”; en fazlasıyla “tadilat” değil, olsa olsa “tâmirattır”. Sağcılık bütün kütlüğü ile budur.

Ama daha trajik olan solun durumudur. Evin dışından, hatta evin güvenli bir odasından atıp tutmak, ileri geri konuşmak kolaydır. Mesele ev hayatının bir düzen gerektirmesiyle alâkalıdır. Burada en devrimci fikirlerin bile nasıl bürokratikleştiği, resmîleştiğini görebiliyoruz. Kabul edelim ki, düzen kurmak düzeni değiştirmekten her zaman daha zordur.

Yeni Şafak (Fotoğraf: The Guardian)

Haber Ara