Türk sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Dr. Şerif Mardin dün vefat etti. Bugün Yeniköy Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından defnedilen Mardin'in cenazesine akademik ve siyasi çevreden pek çok kişi katıldı.
Oda TV yazarı Nihat Genç, Prof. Dr. Şerif Mardin'i bugün köşesine taşıdı. "Şerif Mardin son nefesini vermeden çok önce, bilimi ve kendini harcamış ve ölüm hakkını kullanıp ‘intihar' etmiştir." diyen Nihat Genç, "Hiçbir zaman ‘muteber' bir bilim adamı olmamıştır, onu ‘muteber' yapan ekranlar ve çevreler malumunuzdur. Bu yüzden Şerif Mardin ismi sosyolojinin değil psikopatalojinin konusudur, yani, ruhsal sağlığı yerinde olmayan bir adam." iddiasında bulundu.
ŞERİF MARDİN ÖLDÜ MÜ, İNTİHAR MI ETTİ?
Nihat Genç'in Prof. Dr. Şerif Mardin ile ilgili kaleme aldığı yazı şöyle:
12 Eylül darbesinde on binlerce insan tutuklandı, üç yüz bin insan yurtdışına kaçtı, yüzlercesi emniyetin damından atıldı ve işkence gördü. İşte askeri cuntanın bu korkunç yıllarında Kenan Paşa'nın TRT'sinde özgürce program yapan bir Barış Manço vardı.
Barış Manço şüphesiz çok çok değerli bir müzisyen, ancak, sanatçı yazar bilim adamları hapis ve sürgündeyken cuntanın TRT'sindeydi. Ve, ınınıın ınnn, bir ağaç kütüğü bulmuş ve o ağaç kütüğünü içinden bir kurt çürütmüş, kerestenin içinde uzayan bir kurtçuk yolunun izi..
Yıllarca eline bu keresteyi alıp halka bilim adamlarına gösteriyor, kurtçuğun yiyerek ağacın içinde açtığı yolu gösterip, ‘bakın burada bismillah' yazıyor diye sabah akşam gösteriyor. Bu kurtçuk izi ‘Allah'ın varlığına bir delilmiş…'Bu kurtçuk izi ‘Allahu tealadan bir mesajmış…'…
"YARABBİM İMZAYI ATMIŞ GÖNDERMİŞ"
Ölümü üzerine işte ekranlarda gezdirdiği bu içinden çürümüş keresteyi hatırlattım, vay niye söylersin, diye linç'e tabi tutulduk.
Bizi linç edenler de yeni kuşak aynı yıllarda TRT'de çocuk programı yapıyordu, Barış Manço çocukları kürsüye çıkartıp şaşırtmaca sorular soruyor, komuoyunda çok ünlenen şu ‘kocaaaamaaaaaan alkış' programı.
İşte bu çocuklar büyüdü ve Barış ağbilerine söylediğim bu sözler karşısında yüzlerce sayfa küfür döşediler.
Bu çocuklardan hiç biri 12 Eylül'ü yaşamamışlardı.
"BU DİZİNİN ARKA FONUNA NEDEN MENZİL-KONTRA GERİLLA KARAKTERLERİNİ YERLEŞTİRİYORSUNUZ"
Ne çok şeyi unutuyor insanlar, bu ülkede en çok reyting yapan program Kurtlar Vadisi'ydi, izlenmesi toplumsal bir çılgınlık haline gelmişti, bir çok kez senaristleri değişti, ancak Kurtlar Vadisi'nin kahramanı Polat'ın ne iş yaptığını hala bilen yok.
Ömer Lütfi Mete çok değerli çok dürüst muhafazakar milliyetçi bir yazardı, bir gün cenazede görüp sordum, Ömer ağbi, bu dizinin arka fonuna neden Menzil-kontra gerilla karakterlerini yerleştiriyorsunuz?
O yıllarda ‘derin devlet' ilişkileri ‘gizemini' koruyor ve medyası konuşmayan toplum derin devleti Kurtlar Vadisi gibi programlarda arıyor ve ama, buluyordu da…
Bu diziler genç neslin bilinçaltını şekillendiriyor ve bir şekilde tarikat-kontragerilla ‘karakterleri'ni kahramanlaştırarak meşruiyet kazandırıyordu.
"BANA SORARSANIZ ŞERİF MARDİN ÇOK ÖNCE ÖLÜM HAKKINI KULLANIP 'İNTİHAR' ETMİŞTİR"
Bugün Şerif Mardin'in öldüğü haberi geldi.
Şerif Mardin, bu topluma, yemiş yutmuş bir bilim adamı olarak pompalandı.
Bana sorarsanız Şerif Mardin son nefesini vermeden çok önce, bilimi ve kendini harcamış ve ölüm hakkını kullanıp ‘intihar' etmiştir.
Hiçbir zaman ‘muteber' bir bilim adamı olmamıştır, onu ‘muteber' yapan ekranlar ve çevreler malumunuzdur.
Bu yüzden Şerif Mardin ismi sosyolojinin değil psikopatalojinin konusudur, yani, ruhsal sağlığı yerinde olmayan bir adam.
İçinde yaşadığı bilimi ve toplumu ve kendini, hepsinin ‘itibarını' intihara sürükleyen sözde bir bilim adamı.
Cemaati bir sivil toplum gibi gösteren bu insanlardır, sivil toplum, başkan ve yönetimlerini ‘oylayarak' seçen kurumlardır, değişmez ilahi bir şeyh ve ona ölümüne bağlı mürid toplulukları ‘sivil toplum' nasıl olabilir, diye bir soruyu otuz uzun yıl ekranlarında ve yazılarında sormadılar.
Sormadıkları için bu kasıtlı yanıltıcı bilgileri medyadan ve ekranlardan çoğaltıp halkımızı da yanılttılar ve bu topraklarda kolektif bir suç'un işlenmesine el ayak oldular.
Ve tepeden tırnağa bu ciddi bilimsel bozukluklara rağmen bugün hala içlerinde ıstırap ve azap duyan tek kişi yok, korkunç olan da bu, arkalarında kendileri gibi intihar eğilimli bir çok genç bilim adamı ve talebe bıraktılar.
Oysa bilim adamı, bir, tarikatçıları, siyaset-din sömürüsü etrafında, iki, siyasetten soyutlayıp, müridlerini tek tek ‘klinik' olarak, üç, yoksulluğun çaresizliğin okulsuzluğun sosyal sonuçları olarak masaya yatırmalıydı.
Kasıtla mı değil mi bir proje mi değil mi bilmiyorum, ama, ne müridlerinin ruhsal karakterlerine ve ne de odaklandıkları siyasetin gizemli ajanlı derin yerlerine ne de soysa ekonomisine hiç bakmadılar, hiç oralı olmadılar.
Ve sonuç, bu sapık cemaatlerin evrensel barışa bir insanlık ve iyilik hareketi olarak değerlendirmelerine büyük katkılar sağladılar, ötesi, asıl kötülük, bu sapıklığın bilimsel referansı oldular.
"BÖYLE BİR İHANET KUŞAĞI TARİH BOYUNCA MESELA OSMANLI'DA DAHİ HİÇ OLMADI"
Sosyolog demek topluma otopsi yapan adam demektir, Irak'ta Pakistan'da Mısır'da aynı yoksulluğun nice Saidi Nursileri FETÖ'cüleri Menzilcileri vardır, ‘siyasi özgürlük'le alakaları yoktur, olmadığını son on yılda Türkiye'de Mısır'da Irak'ta defalarca gördük.
İntihar ederek ölmek isteyen kişiler kararsızdır, ölmek istediklerinden dahi emin değillerdir, modern çağın cemaatleri bu kararsızlık anında doğar büyür gelişir, ve en çok ekonomik yetersizliğin güvensizliği içinde büyürler.
Neye inandıklarını bilmeyen yüz binlerce tarikatçı nereye ait olduklarını bilmeyen binlerce sözüm ona yazar yoksulluk ve çaresizlikle cemaatlere sığınarak ‘intihar' ediyor… Kişiliklerini eylemlerini ruhlarını özgürlüklerini hepsi tek bir şeyhe feda ediyor.
Ve bilim adamlarımız bu devasa sosyal yetersizliği bir özgürlük ve aydınlanma hareketi olarak Şerif Mardin referanslı ekranlarımızda on yıllarca değerlendirip, bu piskopatların önünü açtılar.
Şüphesiz her bilim adamı siyasi fikirlerini özgürce savunur, savunmalı, ancak, hiçbir bilim adamı, yaşadığı ülkesinin egemenlik haklarına karşı çıkamaz. Topluca çıktılar, federasyonculuk ve cemaatçilikle otuz yıl boyunca ihanetin şarkısını söylediler, ve daha ötesine gidip toplumumuzu yeniden ‘ortaçağ'ın içine soktular.
Tarikatçıların tam da istediklerini söyleyerek karanlık şeyh sarık itaat sadakat ve müritleriyle ortaçağın kapılarını açtılar.
Unutmayın bu ortaçağcı bilim adamları pek ‘muteber'diler ve onlarca yıl ağırlandılar NTV ekranlarında.
Kabarttıkları ve köpürttükleri dini dalga, hukuk kurumlarını ve bir yeni nesil muhafazakar kuşağın aklını başından aldı, öyle ki, yüz binlercesi gönüllü ajan oluverdi. Böyle bir ihanet kuşağı tarih boyunca mesela Osmanlı'da dahi hiç olmadı.
Ve karşı çıkanları, genelkurmay başkanlarının dahi ellerine kelepçe bağlayıp yüzlerce subayı aydını, giyotine o kadar gönül rahatlığıyla gönderdiler, ki…
Çünkü FETÖ'cü savcıların ‘bilimsel onaylı garanti belgeleri' Şerif Mardin ve nicesi sözde bilim adamıydı. Modern Türkiye Cumhuriyeti eski Türkiye'ydi, bu ortaçağın şeyhleri müridleri savcıları Yeni Türkiye!
Bu satırların yazarı da dahil olmak üzere binlerce yazar / aydın; katil, faşist, ırkçı ve din düşmanı olarak itham edildik, yargılandık, sürüldük, kovulduk.
Ne diyelim Şerif Mardin Bey, Allah rahmet etsin, ancak, biz hala buradayız Şerif Mardin Bey, gerçeğin bilimini yapmanız için maaşlar aldınız, altınıza kürsüler verildi, ve sonuç, ‘gerçek' önünü açtığınız şeyhlerden büyük çıktı.
"ŞERİF MARDİN VE NİCESİ ÜZÜLMESİN ‘ARADA KAYNIYORLAR' İŞTE"
Fassbinder 37 yaşında ölmüş efsane bir Alman sinema yönetmeni, dünya çapında bir şöhret kazanmasına sebep çok genç yaşta, Alfred Döblin gibi muhteşem bir romancıyı tanıması.
Fassbinder'in dokuz saat süren ve yüzyılımızın en büyük sinema olayı olarak değerlendirilen Döblin'in romanından uyarlama Berlin Alekanderplatz filmi gerçek bir şaheserdir, izlemeyene entelektüel denilmez, ben de demem.
Muhteşem kelimesinin yetmediği bu dokuz saatlik film çağımızın ama özellikle Almanya'nın ikinci dünya savaşı öncesini bir arıza suçlu adamın hayatıyla anlatır. Dokuz saatlik filmi izlediğinizde dönüp yeni başa sarıp kaçırdığımız acaba ne var diye bir daha izliyorsunuz.
Gençlik yıllarımızda bu filmin ilk bölümlerinden dilimize takılan bir ‘replik' vardır…
‘Herkes kötü, sen de arada kaynarsın…'
Şerif Mardin ve nicesi üzülmesin ‘arada kaynıyorlar' işte.
Ancak bu büyük roman dizi olarak 60'lı yılların sonunda çekildi, çünkü konusu, Almanya'nın ikinci dünya savaşı sonrası derinden duyduğu ‘suçlulukla' çok ilgiliydi.
Filmin baş aktörü suçlu kahramanının peşini ‘geçmiş' bırakmıyordu…
Ve film kahramanı bir deliliğin içinden çıkamıyor her defasında tövbe ediyor ama kendini yine suç işlemekten alıkoyamıyordu, şunu da demek istiyordu yazar Döblin: Suç toplumu değişmeden katil değişmez…
Sarık dergah zikir görüntüleriyle şak şak dolup boşaltılan şarjür görüntülerinin iç içe girdiği Kurtlar Vadisi dizisinin asıl yazarı: Şerif Mardin gibilerdir.
Ölseler de geçmiş peşlerini bırakmayacak.
Şerif Mardin Bey'in Almancası da olduğu söyleniyor, Fassbinder'in bu dokuz saatlik filmini izlemek için çok uzun zamanı olacaktır.
Ve şüphesiz, orada cennetin kırlarında koşan çırçıplak erkekler görecektir, her birinin elinde mehdinin sümüklü mendili ve dolup boşalan şarjör sesleri, duyacaktır.
Cennetin yemyeşil çayırlarında FETÖ'den Menzil'e sivil toplumun ‘kahramanlarıyla' şarjör doldurur zikir çeker, koşa koşa ısınır, aydınlanmanın ve bilimin önünü açarız!
Ve yetiştirip ardında bıraktığı yarası ağır kahramanlar Ahmet Davutoğulları gibi siyasiler Nur Vergin gibi muhafazakar bilim kadınları ve Ruşen Çakır gibi gazetecilerin ‘övgü' dolu ‘analizleriyle' sonsuza kadar inşallah rahat eder!