Dolar

32,2631

Euro

34,8188

Altın

2.412,30

Bist

10.273,47

Batının Bosna’ya karşı etkisi(zliği)

Muhammed Enes Danalıoğlu, geçtiğimiz günlerde Bosna Hersek’in toprak bütünlüğüne karşı yapılan açıklamalar ile ilgili bir yazı kaleme aldı.

3 Yıl Önce Güncellendi

2022-01-13 14:59:33

Batının Bosna’ya karşı etkisi(zliği)

Son günlerde Bosna Hersek'te, Sırp Cumhuriyeti başta olmak üzere, ülke genelinde bazı yetkililer tarafından, Bosna Hersek'in toprak bütünlüğüne ilişkin kışkırtıcı ve bölücü söylemler meydana geldi.

Muhammed Enes Danalıoğlu, bu konuya ilişkin bir yazı kaleme aldı.

İşte yazının tamamı:

BATININ BOSNA'YA KARŞI ETKİSİ(ZLİĞİ)

Aslında birçok önemli eseri okuyucuya sunulmasına rağmen populist yayınlar neticesinde yalnızca Drina Köprüsü eseri bilinen Ivo Andrić'in yine güzel bir eseri olan Sinan'ın Tekkesinde Ölüm'de şu satırlar yer alır: ‘'Evet, evet, buradaki insanlar söz konusu olduğunda iki kere iki hiçbir zaman dört etmez.'' derdi vergi tahsildarı, tecrübesini ifade eden bir iç çekişle. ‘'Hiçbir zaman.'' diye yanıtladı hâkim. ‘'Ama en kötüsü de dört etmiyorsa kaç ettiğini kimsenin bilmemesi.'' Andrić'i Balkan Edebiyatı'nın usta kalemlerinden biri yapan en önemli nokta aslında burada anlaşılıyor. Tek cümlede Balkan coğrafyasının fotoğrafını çekmek. Yine aynı kitapta ‘'1920'den Bir Mektup'' başlığı altındaki hikâyede Dr. Max Levenfeld şu cümleleri yazdığı mektuba not düşer: ‘'Ve günümüz Bosna'sı gibi bir ülkede, nefret etmeyi bilmeyen ya da daha iyisi ve zoru, bilinçli bir şekilde nefret etmekten kaçan biri, her zaman bir yabancı ve ucubedir, çoğu zaman kurban olacaktır.''

Aktarmaya çalıştığım cümleler, Anrdić'in kaleminden çıkarak zamanları aşmış ve dönemsel zaman kısıtlamalarının içine girmeden post-modern dönemde de Balkan coğrafyasına mâl olmuştur. İki cümlenin esasında iki muhatabı var. İkinci cümle esasında Balkan insanının (ve belki de Batı ülkelerinin dayatmasıyla oluşturulan Balkanizasyon terimini canlı tutan) asırlardır birbirlerine besledikleri duyguları yansıtırken, ilk cümle de her ne kadar bir Balkan insanını işaret etse de temelde Batı toplumunun, devletlerinin Balkan coğrafyası ve Bosna Hersek'e bakışını yansıtmakta.

Geçtiğimiz günlerde bunun bir örneğini daha yaşadık. Uzun süredir ayrılıkçı söylemleri ile hem Bosna Hersek hem de Balkan siyasetinin gündeminde olmaya devam eden Milorad Dodik, sonunda bu söylemlerini somutlaştırarak Banja Luka'da Sırp Cumhuriyeti'nin meclisinde yargı, vergilendirme, güvenlik gibi alanlarda Bosna Hersek devletinden yetkileri tekrardan Sırp Cumhuriyeti'ne aldırmayı başardı. Tekrardan diyoruz, çünkü bir zamanlar Dayton'un ve barışın taraftarı olan Dodik, 2004'te bu yetkilerin Bosna Hersek devlet düzeyine geçişini destekliyordu, ancak yine Balkan coğrafyasının mâkus tarihi olarak hızlı siyasi manevralar neticesinde şuan tam karşı konumda bulunuyor. Geçtiğimiz yazımızda da bahsettiğimiz üzere bu konuda iki temel kavram söz konusu: Dayton'un Sözü ve Dayton'un Ruhu. Söz kavramı Dayton'un imzalandığı ilk haliyle savunulmasını ve uygulanmasını ifade ederken, Dayton'un ruhu ifadesi, antlaşmanın günümüz koşulları neticesinde değişikliklere uğrayabileceğini kabul ediyor. Görülen o ki Dodik yeniden Dayton'un sözünün savunuculuğuna geçti; Üstelik bir zamanlar bu ruhun savunucusuyken.

ABD'NİN YAPTIRIMLARI

Uzun süredir, ayrılıkçı kaos söylemlerine karşı söylemsel olarak kınama ve izleme politikası yürüten Batı Bloğundan ABD ilk kez somut adım gibi görünen bir hamle geldi ve ABD, 5 Ocak 2022 tarihinde Milorad Dodik(yolsuzluk ve ülkede siyasi krize neden olması nedeni ile) ve Banja Luka merkezli ATV televizyonuna, Yüksek Yargı ve Savcılar Kurulu Eski Başkanı Milan Tegeltija'ya yaptırım kararı aldı. Reaksiyoner bir şekilde hızlı ve ani tepkiler yükseldi ancak kısa süre içerisinde yaptırım hamlesinin bölgede yeni bir krizi meydana getireceği anlaşıldı. 1992-1995 savaş döneminden günümüze kadar Bosna Hersek ve Balkanlar üzerinde ‘Şahinlik' politikasını üstlenen ABD hangi durum ve kriterleri göz önüne almadan yanlış bir strateji izledi sorusu canlılığını koruyor ancak Milorad Dodik ve Bosnalı Sırplarıın söylemlerine dikkat edildiğinde Atlantik müdahale tarzının post-modern dönem reel politik stratejileri ile uyuşmadığı ortaya çıkmaya devam ediyor. ABD'nin bugün eski saiklere dayanarak yürütmeye çalıştığı Şahinlik politikası, Modelski'nin ortaya koyduğı Başat Güç teoreminin canlılığını koruduğu iki gücün mücadelesinin formel olarak sona erdiği neo-liberal dönem sonrası kısa vadede işe yarasa da hem uluslararası diplomasi ve ilişkilerde hâkim olmaya başlayan çoğulculuk ilkesi hem de ulus-devletlerin mevcut güçlerinin aşınmaya başlaması vb. birçok faktör neticesinde geçerliliğini yitirmiş durumda.

Uluslararası ilişkiler düzleminde inşaacılık yaklaşımı post-modern dönemde uluslararası strateji ve hedeflerin değişmez olmadığını ortaya koymaya devam ediyor. Bugün ABD'nin şovenist-irredentist ve klerikalist politikalar üzerinden Bosna'da var ola gelen Sırp milliyetçiliğine tampon oluşturma hedeflerinin belirli başarısızlık nedenleri söz konusu. Bu bağlamda küresel sistemde küresel ağ üzerinde yeni ilişkilerin oluşumu ve ilişki ağının yerelden-küresele stratejisi ile yeniden üretildiği göz önüne alındığında mikro-milliyetçilik kavramı ABD'nin günümüzde ortaya koyduğu yaptırım gibi somut adımlarla daha da fazla güç buluyor. Çünkü mevcut post-modern mikro-milliyetçiliğe karşılık tepeden inmeci stratejiler diplomaside ve tarihsel arka planda da rövanşist olarak algılanabiliyor. Bu noktada ABD belirli açılardan Bosna Hersek üzerinde meşruiyetini zayıflatmış durumda. En önemli etken şüphesiz, yeni atanan Yüksek Temsilci'nin Rusya ve Çin'in vetosuna rağmen atanması.

Dolayısıyla Avrupa'da Rusya'nın ileri karakolu olan Sırplar bu durumu kabul etmemek bir yana bunu ağır bir tahrik olarak görüyor ve ayrılıkçı söylemlerini güçlendiriyorlar. ABD'yi zayıflatan bir diğer unsur milli özelleştirmeler olarak tarif edilen enerji şirketlerinin 21. yüzyıl uluslararası ilişkilerin strateji ve hedeflerini yeniden şekillendirmesi. Bu hususta geçtiğimiz yazımızda bahsettiğimiz üzere Dodik, Putin'le yakınlaşmasını güçlendirerek TürkAkım Projesi'nin enerji dağılım ağını Bosna Hersek içerisinde yer alan Sırp Cumhuriyeti'nden geçirme planını başarılı şekilde işletmeye devam ediyor. ABD'nin en son %30 seviyelerinde izleyen dışa bağımlı doğal gaz ihtiyacının oranı tam da tersi olarak artmaya devam ederken bu durum yalnızca ABD'yi değil, paralel olarak AB'nin de Rusya'ya karşı stratejilerini işlevsizleştiriyor. Üstelik Rusya, Kırım üzerindeki ilhak politikalarının meşruiyetini sağlamak adına Bosna Hersek içerisindeki Sırp Cumhuriyeti'nin ayrılıkçı hedefini canlı tutmaya devam ediyor. Özellikle geçtiğimiz yıl Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Bosna Hersek'i resmi ziyaretinde Sırp Cumhuriyeti bağrağının kullanılması ve Lavrov'un Bosna Hersek'ten ayrılırken çetnik selâmı vermesi Rusya'nın Sırp Cumhuriyeti'ne karşı canlı desteğini korkusuzca ortaya koyduğunu gösteriyor.

ABD, ortaya konan tüm bu edimlerin farkında ve Bosna Hersek üzerinde her ne kadar meşruiyeti zayıflıyor görüntüsü verse de Rusya'nın ortaya koyduğu bu normları içselleştirerek Bosna Hersek üzerindeki siyasetine yeni bir kimlik kazandırma arayışında. Dolayısıyla post-modern uluslararası ilişki dinamiklerinin normlarının kurucu etkisi altında yeni strateji ve hedeflerini belirleme aşamasında bu meşruiyet sorununu göz önüne almak zorunda. Aksi takdirde ortaya çıkacak olan bu krizden Bosna Hersek'teki ayrılıkçı Sırpların kazançlı çıkacağı çok âşikâr.

ABD, uzun dönemde reel enerji politiği üzerinden kazançlı somut adımlar atamayacağının farkında olduğu için, bölgede ve Bosna Hersek özelinde yeni bir krizin ortaya çıkmasını ve kriz sonrası oluşturulacak yeni düzende uzun dönemde kendi plan ve stratejilerini kabul ettirmeyi hedefliyor. Yugoslavya krizinde de her ne kadar Körfez krizinden yorgun çıkma, başkan değişikliği gibi çeşitli nedenlerden dolayı müdahale etmede geç kalsa da dönemin Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti Başbakanı Ante Marković, bu müdahalesizliğin yeterli kriz ortamının meydana gelmediğinden kaynaklı olduğunu dile getirerek ABD'nin esas politikasını aktarmaya çalışmıştı. Nitekim Marković'in ifadesinin ortaya atılan bir iddiadan öte doğru bir tespit olduğu ABD'nin o dönemde izlediği stratejinin barındırdığı paradoksta ortaya çıkıyor. Gerek AGİK gerekse Helsinki Zirvesi sonrası her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı ilkesinin dönemin Yugoslavyası için uygulanmadı. Hatta ayrılmayı resmi olarak planlayan dönemin Slovenya hükümetine ayrılması durumunda vaadedilen ekonomik yardımların yapılmayacağı yönünde ultimatom dahi verilmişti. Günümüzde tekrar edecek şekilde benzer bir durum söz konusu. ABD'nin temelde yine her ulusun kendi haklarının savunulmasına saygı duyarken ve bunun için Rusya'ya karşı Kırım'ı bile desteklerken Bosnalı Sırplar için farklı stratejiler üretmesi ve uygulamaya koymaya çalışması bir krize ihtiyacın olunduğunu gösteriyor.

Yaptırım kararlarının alınması sonrasında açıklamalarda bulunan Washington merkezli Jamestown Foundation Think Thank'in kurucusu Janusz Bugajski, Bosna Hersek televizyonlarına yaptığı açıklamalarda çok hızlı bir şekilde NATO'nun Bosna'ya müdahale etmesi gerektiğini dile getirdi ve Bosna Hersek'e barışı Dayton'un değil, NATO'nun getirdiğini altını çizdi. Bugajski'nin bu hiddetli ve kararlı çıkışı ABD'nin Bosna Hersek üzerindeki yeni dönem stratejilerine rehberlik etmeye hazırlanıyor. Hâlihazırda Jamestown Foundation, ABD'nin ciddi ölçüde fon desteğinde bulunduğu bir think thank ve mevcut kurumun ABD'nin Bosna Hersek üzerindeki stratejilerinde etkisi olacağı açık.

Olası bir kriz üzerinden strateji ve hedeflerin belirlenmesini işaret eden birkaç nokta zaten günlerdir tartışılıyor. Öncelikle bakıldığında ABD yaptırımlarının şeffaf olmadığı görülüyor. ABD Hazine Bakanlığı Dış Varlıklar Kontrol Dairesi'nin aldığı yaptırım kararlarının içeriği henüz açıklanmadı ama bunun çok da etkisi olmayacağı ortada. Çünkü mevcut durumda Milorad Dodik'in ABD'de ve ABD bankalarında bir malvarlığı bulunmuyor. Yaptırımlara dâhil olan diğer isim ise Yüksek Yargı ve Savcılar Kurulu Eski Başkanı Milan Tegeltija. Tegeltija zaten 2020 yılında uluslararası mahkemeler tarafından yolsuzluk nedeni ile takibe alındı. Bu takibe rağmen Tegeltija'ya yeniden yaptırım kararının uygulanması krizi kangrene çevirmekten öteye gidemeyeceğini ve atılan adımın siyasi bir hamle olduğunu ortaya koyuyor. Bu noktada Mostarlı Avukat Josip Muselimović, yolsuzluğun eşi görülmemiş seviyelere eriştiği ve bu yargılamanın Bosna Hersek devleti tarafından yapılması gerektiğini ifade ediyor. Aksi bir edimin gerilimi tırmandırmaya destek vereceğini ve Bosnalı Sırpların şuan en çok bu desteğe ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Ancak bu hamlenin zor gözükmesi ve görevden uzaklaştırılmasına rağmen dış müdahaleler ile birlikte Tegeltija'nın hâlâ Sırp Cumhuriyeti'nde yargıyı yönetiyor olması krizin önlenmesi umutlarını azaltıyor.

Diğer yandan AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Oliver Varhelyi'nin ABD'nin Bosnalı Sırpları gereksiz bir biçimde kışkırttığına yönelik açıklaması kriz ortamının en çok ayrılıkçı Sırplara yarayacağını gösteriyor. Zîrâ Varhelyi'nin ifadesi AB'nin yeni bir eylemsizlik plânını ortaya çıkardı. Üstelik AB'nin başat ülkesi Almanya'da meydana gelen lider değişikliği ve dolayısıyla yeni dönem hedef ve stratejilerinin belli olmaması, birlik içerisinde oluşturulamayan ortak Avrupa kimliğinin 2008 krizi ve enerji kaynaklarına erişim stratejileri sonrası(Macaristan Başbakanı Orban'ın Putin ve Dodik ile yakın ilişkisinin bunun küçük ama önemli bir örneği) daha fazla zarar görmesi, birliğin tüm hareket alanlarını pasifize etmiş durumda.

Neo-liberal dinamiklerle yeniden dizayn edilen post-modern küresel sistem, Bosna Hersek'i bu anlamda bir prototip olarak görüyor ancak mevcut prototibin işlevsizliği neticesinde ortaya çıkan yeni krizden pazar paylarının yeniden dağıtımı da krize müdahalede etkinsizliğe neden oluyor. Paralel olarak Sırbistan-Makedonya-Arnavutluk üçlüsü tarafından Open Balkan projesi ile birlikte mini-schengen mantalitesi işletilerek serbest ticaretin canlanmasına yol açıyor. Bu ülkelerin 2014 sonrası AB'nin dış ticaretindeki paylarına bakıldığında AB'nin ithalatı 15 milyar €, ihracatı 23,3 miyar €. AB dış ticaretindeki payları % 1,4. AB'nin ithalatında % 1, ihracatında % 1,4'lük bir paya sahipler. Dolayısıyla Balkan coğrafyasında serbest pazarın ülkeler arasında yeniden organize edilmesi, AB ile ticari ilişkilerde yeni bir düzenlemeyi tetikleyebiir ve bu tetikleme için de yeni bir kriz ortaya çıkabilir. Ancak bu krizin bir savaş neticesinde oluşması açıkçası zor görünüyor. Öncelikle Bosna Hersek özelinde savaş düzleminde çıkacak siyasi kriz yalnızca Bosna Hersek sınırları içerisinde kalamaz. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama'nın ısrarla Kosova ile birleşme siyasi hedefini ifade etmesi mevcut savaşın bütün Balkan coğrafyasına yayılabileceğini gösteriyor. Ek olarak Çin'in Balkan coğrafyası ve Bosna Hersek üzerindeki ciddi yatırımları da göz önüne alındığında, yeni bir krize müsaade etmeyeceği de ifade edilebilir.

Dodik, mevcut yaptırımlara ise ilk tepki olarak milli-rövanşist retorikler üzerinden açıklamalarda bulundu ve bu müdahalenin Sırp Cumhuriyeti'nin kuruluşu olan 9 Ocak'a yakın şekilde yapılarak kutsal-milli günlerine(Anayasaya göre bu kutlamanın yapılması yasak) alânen saldırıda bulunduğunu aktardı. Milorad Dodik'in bu söylemleri klasik, kısır şovenist-milliyetçi açıklamalar ile karıştırılmamalı. Dodik'in izlediği Mihajlović, Ranković, Karadžić, Milošević çizgisi (ki Dodik ortaya koyduğu stratejiler neticesinde bu dörtlünün post-modern temsilcisi olarak tanımlanıyor), mevcut siyasi kriz ortamlarında gereken meşruiyetini söylemsel anlamda ‘mağdur aktör' üzerinden yeniden üretilmesi neticesinde devam ediyor. Ancak Dodik Mihajlović, Ranković, Karadžić, Milošević dörtlüsü çizgisinden bir noktada ayrılıyor ve asıl bu ayrışma Dodik'in elini ciddi derecede güçlendiriyor. Mevcut durumda bir kriz oluşturmaktan ve devlet sistematiğini işlevsizleştirmekten öteye gidemeyen Dayton Antlaşması ve ABD-AB ikilisinin etkinsizliği Dodik ortaya koyduğu her edim için kamusal düzlemde kendisine alan açıyor. Salt düzeyde bir alan açmakla kalmayıp bürokraside, yargıda kendini yeniden üretebilen şovenist-irredentist-klerikalist bir Sırp sınıfını oluşturan mekânizmayı kurmaya devam ediyor. Sırp Cumhuriyeti meclisinin aldığı kararlar ve güvenlik, vergilendirme, yargı gibi alanlarda Bosna Hersek devlet düzeyinden kendisine devrettiği yetkiler bu mekânizmanın kurulmasına en büyük katkıyı sağlıyor.

Rusya ve Çin'in Bosna Hersek Büyük Elçileri Sırp Cumhuriyeti'nin 9 Ocak Kurulma Günü'ne katılarak, Batıya karşı Bosnalı Sırpların önemli destekçileri olduklarını gösterdi.

Yugoslav siyasi tarihi incelendiğinde Milorad Dodik'in bu girişime yabancı olmadığı ortada. Dodik bu anlamda çok hafife alınabilecek bir siyasi figür değil. Milovan Cilas'ın Yugoslav siyasi sisteminde bürokrasinin kendini nasıl yeniden ürettiğini ve bu durumun bürokrat-teknokrat düzeyinde hız kazanarak atomize olan sosyalist bir düzenin inşasını anlattığı ve bunun için devlet kademelerinden uzaklaştırıldığı Yeni Sınıf adlı kitabı, Dodik'in ortaya koymaya çalıştığı bürokratik hamlelerin çerçevesi görünümünde. Tegeltija aracılığı ile yargıda, Dayton'un özüne dayanarak kamuda şovenist-irredentist-klerikalist Sırp sınıfının üretilmesi mevcut stratejilerinin temelinde bulunuyor ve bu stratejilerinin neo-liberal dinamikleri, yapı/yapan ilişkisi çerçevesinden indirgemeci(sadece yapanlar), holistik(sadece yapılar), birleşik(yapı ve yapan ilişkisini oluşturanlar) ve ikicilik(yapı ve yapanları gerçek, farklı ve nedensel güçleriolan unsurlar olarak görmek) faktörleri üzerinden yeniden inşa kuramına dayandırarak sağlamlaştırıyor. Bu açıdan bakıldığında Dodik; Mihajlović, Ranković, Karadžić, Milošević dörtlüsünün ortaya koyduğu strateji ve hedeflerin başarısızlığını iyi analiz etmiş durumda ve atacağı yeni adımları akıllıca düşünerek başarılı olmaya daha fazla yaklaşıyor.

Bu başarı için de bir krize ihtiyaç duyduğu ortada. Ne de olsa ‘Sırp Mağduriyeti' retoriğinde meşruiyeti sağlamayı şuana kadar başarılı yönetmiş durumda. Dolayısıla, ABD ve AB'nin oluşturacağı yeni dönem hedef ve stratejileri, kriz meydana getirerek Dodik ile Boşnaklara yönelik gizli bir işbirliğine dönüşmemeli. Orban'ın bu yönde ‘Avrupanın göbeğinde 2 milyon Müslümanın tehlike arz ettiğine' dair açıklamaları, mevcut Müslüman Boşnakların Avrupa'da rahatsızlık oluşturduğunu ortaya koyuyor ve bu rahatsızlık da yeni bir krizi tetiklemede diğer önemli bir unsur olabilir.

Haber Ara