“Sabır konusundaki daha önemli bir engel, fedakarlığın hakça paylaşılmadığının her gün daha derinden ve sarsıcı biçimde idrak edilmesidir” diyen Ahmet Taşgetiren, “Peki “sabır telkini” nasıl sonuç verir? İki engel var gibi görünüyor: Birisi iktidarın ekonomi politikalarına güvenle ilgili, diğeri ise eşit paylaşımla ile ilgili” yorumunda bulundu.
Ahmet Taşgetiren'in Karar gazetesinde bugün yayımlanan, “Sabrın iki engeli” başlıklı yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan vatandaşlardan sabır istiyor.
Bu çağrı, öteden beri Ak Parti'ye oy verip de, bir süredir ekonomide iyi gitmeyen işler sebebiyle mesafe koyan, ama sayın Cumhurbaşkanı'nın hâlâ “hatır kullanarak” geri dönebileceklerini ümit ettiği, “sabır” duygusuna yatkın kişilere yönelik.
Muhalefetten oy alma ümidi kalmadı sanki iktidarın.
İlk defa oy kullanacak olan gençler içinde “misyon hassasiyeti” ekonomik sıkıntıları aşan ve bu sebeple “Reis tutkusu” ile hareket edenler olabilir mi? Olur. Ama sanki az olacak gibi. Gençler, eğitim – mezuniyet – iş bulma ve işsizlik sarmalı içinde mevcut uygulamalara baktığında çıkış yolu bulmakta zorlanıyor.
Peki “sabır telkini” nasıl sonuç verir?
İki engel var gibi görünüyor:
Birisi iktidarın ekonomi politikalarına güvenle ilgili
Diğeri, bir fedakârlık söz konusu olacaksa -ki kaçınılmaz ve zaten hayatı mengeneye çeviren bir ortam söz konusu- bunun eşit paylaşılıp paylaşılmaması ile ilgili.
Güven sorunu şöyle: Toplumun muhalefetin değerlendirmelerine kulak veren önemli bir kesimi zaten iktidarın ekonomiyi doğru ilkelerle yönettiğine inanmıyor. Onlara göre, ekonomi yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gözlerinin içine bakıyor, orada da merkeze “faiz sebep, enflasyon sonuç” diye kalıplanan, ama enflasyonun kontrolsüz bir biçimde yükselişini önleyemeyen bir tıkanma söz konusu. Muhalefet, Lütfi Elvan – Naci görevlendirmesini bir rasyonel hamle olarak görüyor ve onun da, kısa sürede üst irade tarafından devre dışı bırakıldığını, dolayısıyla ekonominin en tepeden bir tıkanma içinde olduğunu düşünüyor.
Ancak, bir toplum kesimi var ki, bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir biçimde işin içinden çıkacağı güveni ile yol aldı. Bağlılığını sürdürdü. Ancak o “bir şekilde umudu” devam eden türbülanslar içinde bir hayli aşınmış bulunuyor. Bütün siyasal analizler, iktidarın ekonomi politikasının en çok Ak Parti'ye oy veren dar – orta gelirli toplum kesimlerini boğduğunu ifade ediyor. Bu, alttan yukarı bir şekilde Parti kadrolarına yansıyor, “çekingen” de olsa, Cumhurbaşkanı'nın ekonomi yönetimine güvensizlik gibi algılanmasından endişe de edilse, dile getiriliyor. Dile getiriliyor çünkü, oy kaybı gibi devasa bir sorun kapıları çalmış durumda. Medyada kimi köşeler “Ekonomi çözülmezse…” şartına bağlı kaybetme senaryolarını seslendiriyor, Metin Külünk gibileri ise, sorumluluğu “teknokrat kadro”ya havale ederek, yani Cumhurbaşkanı'nı sorumluluk alanının dışına çıkararak, problemi kamuoyuna sunuyor.
Bu sızlanmaların ardında “Yoksa her şey yanlış gidiyor da iktidar itiraf etmekten mi kaçınıyor” sıkıntısı olmasın.
Sabır konusundaki daha önemli bir engel, fedakarlığın hakça paylaşılmadığının her gün daha derinden ve sarsıcı biçimde idrak edilmesidir.
İktidarın her kademesinden gelen “Herkesin evi var, arabası var, telefonu var” gibi açıklamalar, ekonominin ezdiği kitleler nezdinde “sırtı kalın”ların söylemi gibi okunuyor. Metin Külünk'ün açıklamalarında “en yüksek gelir grubu ile alttakilerin arasında 23 kat fark olduğu” ifade ediliyordu. Enflasyon nereye tırmanırsa tırmansın, fiyatlar nasıl uçarsa uçsun, tüketim alışkanlığında hiçbir değişiklik olmayan bir toplum kesimi var. Onlar için “ekonomik sorun” yok. 250 liraya lahmacun yemek de sorun değil. İktidar çevrelerinin kimi açıklamaları, bu toplum kesimlerine bakarak yaptığı gibi bir izlenim söz konusu. Aslında muhalefet uzun zamandır, hem ekonomi – politikalarının altında ezilen hem de ideolojik sebeplerle Ak Parti'ye oy veren kitleleri ikna etmeye çalışıyor. Muhalefetin özellikle muhafazakâr kanadı, üst gelir grubunun hem iktidar politikalarından en çok yararlandığını hem de Ak Parti'ye oy vermediğini, buna mukabil iktidarın kendi tabanının en çok ezildiğini ifade ederek, ortaya bir çelişki tablosu koymaya ve seçmenleri etkilemeye çalışıyor.
“Tencerenin devirmediği iktidar yok” ifadesinin yaşanan ekonomik türbülansın peşinden nasıl örnekleneceğini herkes merak ediyor. Tayyip Erdoğan, ideolojik aidiyetin tencere hesabını alt edeceği bir denemeyi hayata geçirmek istiyor. “Sabır” çağrısı, onun bir uzantısı.
Bakalım ucuz ekmek kuyruğuna giren, pazarlara akşamüzeri çıkan, çocuğuna harçlık vermekte zorlanan, işsizlikten bunalımlara giren kitleler sabredebilecek mi?