Lübnan Başbakanı Saad Hariri, geçen sene kasım ayında, kendisine yönelik bir suikast girişimi olabileceği endişesiyle Riyad'da görevinden istifa ettiğini açıklamıştı.Medyada istifasının “asıl sebebi”ne dair bir çok yorum yapıldı ancak hem istifa hem de sonraki süreç, Lübnan siyasi tarihindeki suikastlerden bağımsız değerlendirilemez.
13 yıl önce Saad Hariri'nin babası ve eski başbakanlardan Refik Hariri'nin bir suikast sonucu ölmesi, bu suikastler silsilesinin en bilineni olsa da Lübnan siyasi tarihi çok sayıda siyasetçinin suikastine tanıklık etti. Her suikast zaten kırılgan olan Lübnan siyasetindeki krizleri daha da derinleştirdi. Bu suikastlerin arka planında toplumdaki siyasi çatışmaların doğası ve ülkenin Ortadoğu'daki çatışma bölgelerine yakınlığı önemli rol oynuyor. Lübnan siyasal tarihinde suikast sonucu bir cumhurbaşkanı ve üç başbakan görevi başındayken hayatını kaybetti. Birçok milletvekili, politikacı ve din adamı da saldırıların hedefi oldu.
Yaşanan suikastlerin failleri konusunda çeşitli tartışmalar halen devam etse de özellikle Lübnan'a yönelik müdahaleci politikaları sebebiyle bu suikastlerin çoğundan Suriye devleti sorumlu tutuyor. Diğer yandan Lübnan'daki Suriye yanlısı parti ve oluşumlar da Suriye'nin suçlandığı hemen hemen her suikastin faili olarak İsrail'i işaret ediyor.
1977 yılında arabasında seyir halindeyken suikaste uğrayan Lübnan'ın önde gelen Dürzi liderlerinden İlerlemeci Sosyalist Partisinin Genel Başkanı Kemal Canbolat'ın öldürülmesinden Suriye sorumlu tutuldu. Ketaib Partisi Genel Başkanı ve eski Cumhurbaşkanı Maruni lider Beşir Cemayil'in 1982'de bir patlama sonucu öldürülmesi de yine gözleri Suriye'ye çevirdi. Cemayil'in öldürülmesinde de Suriye'nin parmağı olduğu iddia edildi.
Ve Hariri suikasti. Suriye'nin uluslararası toplumda açıkça suikastle ilişkili olarak suçlandığı en belirgin suikast olma özelliğine sahip. 2005 yılında aracının geçişi sırasında yapılan bombalı saldırıda Hariri ile birlikte 21 kişi hayatını kaybetmişti. Yine dönemin bakanlarından Basil Felihan aynı patlamada ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış ancak kurtarılamamıştı. Bu saldırıyla ilgili de hem ulusal hem de uluslararası düzeyde Suriye yanlısı Hizbullah suçlandı ancak suikast ile ilgili şaibeler, üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen hâlâ devam ediyor. Öte yandan Hizbullah her defasında bu suçlamayı reddetti ve bu olayın Amerika, Fransa ve İsrail gibi Lübnan'ın iç siyasetindeki krizlerden nemalanan ve Lübnan'ı istikrarsızlaştırmak isteyen güçlerin kasıtlı bir operasyonu olduğunu savundu. Çünkü Hizbullah ve Suriye yanlısı bu bloğun iddiasına göre, suikast Suriye'nin Lübnan'daki güçlerini geri çekmesi için planlanmıştı. Buna delil olarak da Suriye karşıtı tutumuyla bilinen 14 Mart bloğunun, suikast sonrası Suriye'ye çekilme çağrısı ve yapılan protestolar gösterilir. Tarihte “Sedir Devrimi” olarak bilinen bu protestolar sonrası Suriye, Lübnan'daki varlığına son verdi ancak Suriye karşıtı siyasetçilere yönelik suikastlerin ardı arkası bir türlü kesilmedi.
Suikastlerin gölgesindeki Lübnan siyaseti
2005 yılından bu yana, Suriye karşıtı bürokrat, siyasetçi, gazeteci, din alimi, asker ve milletvekillerinden oluşan on bir kişiye suikast düzenledi. Bunların arasında Saad Hariri'nin partisi olan Müstakbel'in milletvekillerinden Velid İdo da vardı. Suikast yöntemi yine aynı; arabaya bomba yerleştirmek, bombalı saldırı, arabada infaz. Ayrıca başarısız suikast girişimine hedef olan bir isim ise oldukça dikkat çekici; Hariri suikastine yönelik soruşturmanın içinde bulunan Semir Şehade de suikastle ortadan kaldırılmak istendi.
Hariri suikasti ile ilgili BM çatısı altında 2006'da Lübnan Özel Uluslararası Mahkemesi kuruldu. Bu mahkemede Hizbullah'ın suikastle ilişkisi olduğuna dair ciddi deliller paylaşıldı. Ancak Hizbullah, hem mahkemeyi tanımadığını ilan etti hem de suikastle ilişkili olarak haklarında tutuklama kararı çıkarılan dört üyesini teslim etmeyi reddetti.
Hariri suikastinin en son duruşması ise 11 Eylül'de görüldü. Saad Hariri, Lahey'de görülen duruşmaya katılmadan önce yaptığı açıklamada “babam için adalet istiyorum” dedi. Mahkemede ise Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesinin başsavcısı, Suriye devletinin suikastle ilişkili olduğuna dair ellerinde ciddi belgelerin olduğunu iddia etti. Savcıya göre, Refik Hariri'nin anketlerdeki yükselişini önlemek için kendisine Suriye ve işbirlikçileri tarafından suikast düzenlendi. Buna göre Beşşar Esed, Hariri'nin kazanması halinde Suriye'nin Lübnan'daki gücünün zayıflayacağını düşünüyordu. Ayrıca suikasti üstlenen Filistin asıllı Lübnan vatandaşı Ahmed Ebu Adas'ın suikast anında olay yerinde olmadığının anlaşıldığı belirtildi.
Hizbullah lideri Nasrallah ise baştan beri aynı şeyi söylüyordu :“Bizim için mahkemenin vereceği kararın hiçbir hükmü yok”. Hatta biraz da tehditvari bir üslupla “ateşle oynamayın!” diyerek ancak Lübnanlı siyasetçilerin anlayacağı bir “korku”yu tekrar körükledi. Hariri'nin beklenenden daha ılımlı tavrı ise “babasının akibetine uğramaktan korktuğu” yorumlarına sebep oldu. Hatta daha önce Lübnan Eski Adalet Bakanı Eşref Rifi açıkça Hariri'yi 14 Mart koalisyonuna darbe vurmakla, Suriye yanlılarının önünü yeni seçim sistemiyle açmakla ve şehitlerin kanına ihanet etmekle suçlamıştı. Ayrıca burada şu dikkat çekici ayrıntıyı hatırlamak gerekir; Refik Hariri suikastinden önce de seçim sistemi tartışmaları ayyuka çıkmış ve Refik Hariri, Suriye yanlılarının önünü tıkayan kişi olarak görülmüştü.
Yıllar sonra Saad Hariri'nin suikast endişesi yaşaması sebebiyle istifa etmesi ve yine yeni seçim sistemiyle ilgili eski tartışmaların yeniden gündeme gelmesi, Lübnan siyasal tarihinde bir tekerrür gibi yorumlandı. Saad Hariri de Fransa merkezli Paris Match dergisine verdiği bir demeçte, babasının ölümünden açıkça Suriye'yi sorumlu tutmuş, “Hala Suriye rejimi tarafından ölümle tehdit ediliyorum” demişti. Yeni seçim sistemi gerçekten de Suriye yanlısı bloğun güçlenmesine sebep oldu ve beklentilerin aksine siyasal krizin çözümüne bir katkı da henüz sunabilmiş değil.
"Şehit Mustafa Bedreddin Sokağı”
Hariri suikastin kara bulutları, hükumetin bir türlü kurulamadığı Lübnan siyaseti üzerinde kasvetli bir şekilde dolaşmaya devam ediyor. Bir yandan Hariri suikastinin sene-i devriyesinde düzenlenen anma merasimine suikast azmettiricisi olduğu gerekçesiyle Hizbullah'ın davet edilmemesi, diğer yandan Uluslararası Mahkeme kayıtlarında Hariri suikastini düzenleyen ekibin beyni olarak adı geçen Mustafa Bedreddin'in isminin Hizbullah tarafından Beyrut'un güneyindeki Dahiye bölgesinde bir sokağa verilmesi zaten kopma noktasındaki olan ilişkileri iyice gerdi. Sokağın girişinde “Şehit Mustafa Bedreddin” yazıyor olması Lübnan'daki birçok kesimden oldukça tepki aldı.
Mustafa Bedreddin ismi başka bir meseleyle de yine Lübnan gündeminde. Lübnanlı siyasi yorumcu ve gazeteci Nadim Koteich yaptığı yayınlarda uzun zamandır bilinen bir iddiayı tekrar gündeme getirerek “Hizbullah, Hariri suikastinin kilit adamını Suriye muhaberatı aracılığı ile öldürttü.” dedi. Yayınladığı belgelerde Mustafa Bedreddin'in öldürülmesinin bir iç infaz sonucu olduğu ama şimdi “şehit” olarak adının sokağa verilmesinin kışkırtıcı ve amaçlı bir hareket olduğunu ifade etti.
Bir yandan da Lübnan'da, son parlamento seçimleri sonrası meclisteki sandalye dağılımı sonrası kabinedeki bakanlıklar üzerinde sürdürülen görüşmeler, anlaşmazlıklar devam ediyor ve hâlâ bir hükümet kurulabilmiş değil. Başbakan Saad Hariri aynı bakanlığı isteyen farklı grupları makul bir liste üzerinde uzlaştırmada başarısız olduğunu kabul ettiği son konuşmalarında, aynı zamanda babasının katili olarak bilinen bir zanlının adının bir sokağa verilmesine duyduğu öfkeyi de gösteriyor. Hariri konuşmalarında bu ismin sokağa verilmesini “bir fitne” olarak değerlendiriyor ve provakasyonun amacının ülkeyi sonu hiç iyi olmayan bir yöne doğru götürmek olduğunu söylüyor. Hizbullah ile mesafeli bir siyasal ilişkisi olan Hariri'nin, bu girişim sonrasında tavrı daha da sertleşti. Hariri, Hizbullah müttefiki Emel Partisi lideri ve meclis başkanı Nebih Berri'nin bu işe müdahale etmesini istedi.Bu meselenin Şii-Sünni ayırşmasını daha da derinleştirip çatışmaya dönüştürmesinden endişe ediliyor.
Bakanlık koltuğunda “Hristiyan- Dürzi düğümü”
Lübnan siyasetindeki bir diğer ciddi sorun da Hristiyanların ve Dürzilerin kabinede temsiliyet problemi. Birden fazla Hristiyan partisi olduğu için herkes mezhep ve din kotasındaki bütün koltuklara talip. Samir Caca'nın başında olduğu Hristiyan Lübnan Güçleri ve Dışişleri Bakanı Cibran Basil'in başkanlığını yaptığı Hristiyan Özgür Yurtseverler Hareketi arasında tarihten gelen birçok tartışma başlığı olmasına rağmen konu bütünlüğü açısından bakıldığında siyasal ayrışmalardan biri de şüphesiz Suriye yanlılığı/ karşıtlığıdır.Her ne kadar Suriye, Lübnan siyasi tarihinde Marûni Ketaib Partisi yöneticilerine yönelik başarılı, başarısız birçok suikastin sorumlusu olarak görülse de bir diğer Hristiyan Partisi olan Mişel Avn'ın Ulusal Birlik Hareketi, Suriye'ye yakın bir duruş sergiliyor. Yine, başkanlığını Cibran Basil'in yaptığı Özgür Yurtseverler Partisi de Suriye ile olumlu ilişkileri olan dolayısıyla Hizbullah ve Emel gibi oluşumlarla siyasal çıkar ilişkileri bulunan bir parti. Özellikle Cibran Basil'in yürüttüğü dışişleri bakanlığı görevinde Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi konusunda oldukça katı tutumu olduğu biliniyor. Yine Basil, adeta Suriye yanlısı bloğun hükümeti ele geçirmesi anlamına gelecek “çoğunluk hükümeti” talebi krizi daha da derinleştirdi. Diğer yandan Lübnan Güçleri'nin lideri Samir Caca, hem Suriye'ye hem de İran'ın “Direniş Ekseni” adı altında Lübnan'ın ulusal çıkarlarına ters düşen müdahalelerine karşı tepki gösteren bir lider. Bir birinden farklı politikaları olan Hristiyanlar kendi aralarında çekişirken derin politik ayrışmalarını tekrar gün yüzüne çıkarmaktalar. Dürzi lider Velid Canbolat ise babasının ölümünden sorumlu tuttuğu Suriye'ye ve müdahalesine karşı net bir tavır sergiliyor.
Bakanlık taleplerine gelince Lübnan Kuvvetleri lideri Samir Caca, daha önce Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Dışişleri Bakanı Cibran Basil'in partilerine verilmiş ikisi icracı bakanlık olmak üzere dört bakanlığın kendi partisine verilmesini istiyor. Tabii bu talep kabul görmüş değil. Velid Canbolat ise Hristiyanlarda olan bir bakanlığın kendilerinin hakkı olduğunu düşünüyor…
Lübnan “Taif Anlaşması” öncesine mi dönüyor?
Sonuç olarak, yeni seçim sistemiyle yapılan ilk parlamento seçiminin sonuçları Lübnan siyasetindeki krizleri çözmede başarılı olamamış görünüyor. Var olan sorunlar daha da görünür hale geldi, talepler daha keskin ifade edilmeye başlandı, uzlaşma noktaları daha da görünmezleşti. Saad Hariri'nin taraflarla görüşerek hazırladığı kabine listesinin Cumhurbaşkanı Avn tarafından kabul görülmemesi, sürekli olumlu demeçler veren Hariri için de sürecin başarısızlığının kabulüne sebep oldu.
Hariri, bütün girişimlerden sonra “Daha fazla çaba göstermeyeceğim” demek zorunda kaldı. Ayrıca Mişel Avn'ın yavaş yavaş başbakanlığın yetki alanındaki birçok konuya müdahil olması da Sünnilere ayrılmış başbakanlık koltuğunun giderek işlevsizleştirilmesi olarak yorumlanıyor. Buna örnek olarak da Avn'ın artık sürekli kabine toplantılarına katılıp başkanlık etmesi gösteriliyor ve kimi çevrelerce bu “sessiz bir darbe” olarak değerlendiriliyor. Lübnan siyasetinde hükümet görüşmelerininin bu haliyle kısa sürede sonuçlanmayacağı anlaşılıyor. Üstelik ülkeyi bekleyen daha cumhurbaşkanlığı seçimleri var ki tarafların üzerinde uzlaşabileceği bir isim şimdilik görünmüyor ve Lübnan için iç savaşa son veren “Mezhep Anlaşması” öncesi duruma dönülmesi giderek daha yakın bir ihtimal haline geliyor.
[Gazetecilik, Ortadoğu ve Afrika çalışmaları alanlarında lisansüstü eğitim gören Zeynep Karataş düşünce kuruluşları için Suriye ve Lübnan üzerine raporlar kaleme almaktadır]