Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Analiz: Fas-Cezayir gerginliğinin perde arkası

Dr. Yaşar Demir, 'Fas, Cezayir, Moritanya ve Batı Sahra sınırlarında yaşanan gerginlikleri, Fransa'nın sömürge faaliyetleri ve sonraki dönemde bıraktığı mirastan ayrı düşünmek doğru değil' dedi.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-10-14 14:21:39

Analiz: Fas-Cezayir gerginliğinin perde arkası

Cezayir ve Fas arasında yükselen ve şimdilik diplomatik alanda seyreden gerginlik uluslararası gündemin ilk sıralarında yer alıyor. Karşılıklı hak ihlalleri iddialarını içeren suçlamaların ardından taraflar arasında an itibarıyla diplomatik ilişkiler kesilmiş durumda.

Cezayir ve Fas arasındaki krizin kaynağı ise ortada. Sömürgecilik siyasetinin sonucunda işgal ettiği Osmanlı bakiyesi Cezayir ve Fas topraklarında halkın mücadelesine dayanamayan Fransa, 1956'da Fas'tan, 1962'de ise Cezayir'den çekildi ve bu ülkelerin bağımsızlıklarını tanıdı. Ancak bu çekilmenin can-ı gönülden olmadığını ve hakkaniyete uygun bir siyasetle gerçekleşmediğini belirtmek gerekir. Fransa'ya isyan etmiş ve milyonlarca frank zarara uğratmış bu devletlerin bir çırpıda serbest bırakılması, sömürgeci siyasetin hazmedeceği bir sonuç değildi. Dolayısıyla Fas, Cezayir, Moritanya ve Batı Sahra sınırlarında yaşanan gerginlikleri, Fransa'nın sömürge faaliyetleri ve sonraki dönemde bıraktığı mirastan ayrı düşünmek doğru değil. Bir çatışma alanı olarak Batı Sahra

Fransa'nın bölgedeki sömürgecilik faaliyetleri sonucu etnik ve kültürel açıdan farklılıkları bulunan halklar birbirlerine düşman edildi. Örneğin, topraklarının çoğunluğu Moritanya ve Fas arasında bulunan ve tarihi açıdan Fas'a ait olan "Demokratik Sahra Arap Cumhuriyeti" adıyla anılan bölgenin Fas tarafından kontrol edilmesi üzerine bölgede çatışmalar meydana geldi. Bilindiği gibi eski Fas toprakları İspanya ve Fransa tarafından kolonileştirilmek amacıyla işgal edilmişti. En nihayetinde Polisario Cephesi olarak bilinen halk hareketi, Batı Sahra'da İspanya'ya karşı ayaklandı ve Fas'ın desteğiyle İspanyolları buradan çıkarmayı başardı. Fakat gelinen noktada Fas Krallığı “Büyük Fas” ideolojisinin sonucu olarak Batı Sahra'yı kendisinin bir parçası olarak gördü ve başarılı bir askeri harekatla da söz konusu bölgede 1975'te büyük ölçüde kontrolü sağladı. Polisario Cephesi mensupları ise buna karşı çıkarak Sahra Arap Cumhuriyeti adıyla bağımsızlık talebinde bulundular.

Cezayir de Batı Sahra bölgesinde kuruluşundan beri hak iddia ediyordu. Ancak o dönem daha yeni bağımsızlığını kazanmış olduğu için müdahale imkanı bulamadı ve 1984 yılına kadar olan bitene sessiz kalarak mevcut durumu kabullendi. Bu tarihten sonra Cezayir, çok az sınırı bulunduğu Polisario Cephesi'nin egemenliğini destekledi ve Fas'a tepki gösterdi. Bu durum iki ülke arasındaki gerginliği artırdı ve çatışmaya dönüştürdü. Magriplilerin sosyo-politik davranış kodlarında rekabet, üstünlük kurma ve etnik aidiyetin siyasetlerine nasıl yansıdığını Fas-Cezayir gerginliğinde görmek mümkün.

Taraflar arasındaki bir diğer sorun, Cezayir'in en önemli şehirlerinden Akdeniz'e sınırı olan Kabiliye (Kabylie) ve civarındaki Kabili halkının uzun yıllardır tartışılan otonomi, hatta bağımsızlık taleplerinin Fas tarafından desteklenmesinden kaynaklanıyor. Cezayir açısından bakıldığında bu bölge coğrafi ve ekonomik olarak ülkenin kalbi konumunda. Muhtemel bir bağımsızlık talebinde Cezayir'in ikiye ayrılması işten bile değil. Başka bir ifadeyle, Kabiliye bölgesinin bağımsızlığı, Cezayir Cumhuriyeti için bir beka meselesi.

Sahra ve Kabiliye sorununda "küresel aktörlerin" rolü

Batı Sahra'da ciddi anlamda gaz ve petrol yatakları bulunuyor. Bu açıdan bölgede yaşanan soruna küresel aktörlerin de dahil oldukları bir gerçek. Enerji kaynağı olan bölgelere eski sömürgeci güçlerin bigane kalması düşünülemez. Netice itibarıyla Cezayir'in gaz ve petrol üretiminde söz sahibi olabilecek konumda bulunması, onun küresel aktörler tarafından kontrol altına alınması gereken bir devlet olarak değerlendirilmesine yetiyor. Trump etkisi ve İsrail ile normalleşme

Fas-Cezayir gerginliğinde bombanın fitilini ateşleyen ise eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Fas'ın Sahra'yı kontrol etmesini tanıdıklarını ifade eden açıklaması oldu. Bu tarihten itibaren neredeyse her gün Faz ve Cezayir basınlarında ciddi anlamda düşmanlığı arttıran yayınlar yapıldı. “Büyük Fas” idealinde önemli bir destek elde eden Fas'ın Trump'a jesti büyük: İsrail ile diplomatik ilişkileri başlattı. İsrail Dışişleri Bakanı geçtiğimiz günlerde Rabat'a ziyaret gerçekleştirdi ve Cezayir ile Fas arasında düşmanlığı körükleyici ifadeler kullanabildi. Bu noktada Cezayir'in de İsrail'in sözde panzehri olarak görünen İran'ın -hatta iddialara göre Hizbullah'ın- askeri desteğini aldığı söyleniyor. Böylece başka güçlerin iki kardeşin kavgasında yavaş yavaş pozisyon aldıklarını belirtmek mümkün. Son tahlilde Fas daha fazla Batı bloğunda yer alıyor ve Cezayir'i yalnızlaştırma siyaseti güdüyor.

Hegemon devletler Kabiliye krizini adeta Demokles'in kılıcı gibi Cezayir'in başında tutarak özellikle enerji konusunda çizilen çizginin dışına çıkmasına engel olmaya çalışıyorlar. Buna mukabil Cezayir'in de diplomatik sıkışmışlığını İran ile ilişkiler kurmak suretiyle aşmaya çalıştığı görülüyor. Bu arada İspanya sıkı ekonomik bağlar kurduğu Cezayir'e destek göstererek Avrupa içerisinde farklı bir tutum sergiledi. Sahra bölgesinde yaralanan bir lideri Madrid'e getirerek tedavi dahi ettirdi. Fas'ın doğal olarak buna tepkisi gecikmedi. Göçmenler konusunda bayrak göstererek İspanya'yı Polisario'ya destek konusunda uyardı.

Fas ise özellikle Afrika'dan Avrupa'ya geçen yasa dışı göçmenlerin engellenmesinde önemli bir görev görüyor. Bu nedenle de Fas, Avrupa'nın her zaman irtibatta bulunduğu bir ülke olarak ihmal edilemeyecek bir değerde. Krallık olmasına rağmen kurumsal olarak daha etkin ve kökleşmiş bir devlet yapısına sahip. Bu haliyle Fas'ın diğer Afrika devletlerinden ayrı tutulduğunu belirtmek gerekiyor. Yine de Fas'a uygulanan muamele konusunda Avrupa'nın büyük ülkelerinin tutarlı ve tek yönlü bir siyaset yürütmedikleri not edilmeli. Bununla birlikte onca soruna ve çatışmaya rağmen hangi güçlerin Cezayir gazının Fas üzerinden İspanya'ya iletmeyi başardığı ise incelenmesi gereken bir konu.

Görünen tabloya göre Fas, tarihi topraklarını elde etmekte kararlı bir tutum sergiliyor ve buna karşı çıkan Cezayir'e Kabiliye bölgesindeki ayrılıkçıları desteklemek suretiyle de mukabelede bulunuyor. İspanya'ya sağladığı gaz[1] dolayısıyla elde ettiği siyasi güçle Cezayir de Fas'ın kontrol ettiği Batı Sahra'da direnen Polisario Cephesi'ne omuz veriyor. Fransa ise her iki ülkenin dostu sıfatıyla bir yandan Fas'ı yalnız bırakmamaya hatta desteklemeye dikkat ediyor. Bu meyanda Cezayir'in dış politikada kırmızı çizgisi olarak görmesine rağmen Fransa'nın, Kabiliye ayrılıkçılarına Paris'te hareket etme imkanı tanıması Fas'a bir destek şeklinde okunabilir. Kabiliye Kendi Kaderini Tayin Hareketi (MAK)[2] ve Geçici hükümet ANAVAD[3] ise bağımsız bir Sahra Devleti kurmak adına resmi olarak çalışmalarını sürdürüyor. Fransa diğer taraftan da Cezayir ile kurduğu ekonomik ilişkilerinde geri adım atmayarak bir denge siyaseti gütmeye çalışıyor. Bunun diplomatik ilişkilerde birçok handikabı beraberinde getirdiği bir gerçek. Fransa'nın sömürgecilik geçmişi hakkında Macron'un açıklamaları sonrası yaşanan diplomatik kriz, söz konusu handikabın bir göstergesi. Anlaşıldığı kadarıyla da ekonomik gelişim siyasi söylemlere ve eylemlere henüz yansımamış görünüyor. Kriz nasıl çözülür?

Fas-Cezayir gerginliğinde şimdilik ABD, Fransa, İsrail, İspanya ve İran bölgede konuşlanmış durumdalar. Ancak bu aktörlerin ilkeli ve tutarlı bir siyaset izleyemedikleri de bir gerçek. Zira birine sağlanacak desteğin diğeri tarafından kendisine düşmanlık olarak algılanacağı bir ortamda denge siyasetinin iyi netice vermesi bir muamma. Diğer taraftan çatışmalara taraf olmak tarihi bir sorumluluğu beraberinde getirirken insani değerler açısından da bazı riskler taşıyor. Halihazırda yaşanan çatışmalar yoğun savaş ihtimaline sebebiyet verebilir. Çözüme katkı sunmak için yapılması gereken iki kardeş halkın devletlerini adil bir çözüm için bir araya getirmek ve müzakerelere teşvik etmektir. Bu adım hem bölge için hem de barışın aktörleri için kazançlı bir yol olacaktır.

[Fransa'nın Levant (Yakın Doğu) politikası üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Dr. Yaşar Demir, Institut Plus-que-Parfait Müdürüdür]

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak verilmiştir. Bu makalede yer alan görüşler yazarına aittir.

Haber Ara