TIMETURK | ÇEVİRİ
ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ağustos ayında Venezuela konusunda “askeri seçeneğin ihtimal dışı olmadığını” söylemişti. Daha sonra, Nicolas Maduro'nun desteklediği “Kurucu Meclisin” oluşturulması durumunda Obama döneminde başlayan yaptırımların genişletileceğini söyleyen Trump, Venezuela'yı açıkça tehdit etmişti. Reuters'in aktardığına göre, Kurucu Meclis seçimlerinin ardından ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Nikki Haley, sonuçların “hileli” olduğunu ve bu seçimin ülkenin diktatörlüğe dönüşümünün önemli adımlarından biri olacağını söyledi.
ABD Silahlı Kuvvetleri'nin 2017'nin nisan ayında yayınladığı raporda, “Venezuela'daki insani kriz, en sonunda bölgesel bir müdahale gerektirebilir” ifadeleri yer aldı. New York Times'ın haberine göre Donald Trump, Venezuela hükümetinin askeri müdahale tehdidi hakkında konuşmak için açtığı telefonu reddetti ve Beyaz Saray sözcüsü “Başkan Trump, ülkede demokrasi inşa edilir edilmez Venezuela lideriyle memnuniyetle görüşecektir” açıklamasını yaptı.
Medyanın, izole bir yapı benimseyeceği ve ABD imparatorluğunu genişletmek için gereken önemi vermeyeceğini düşünerek korktuğu yeni hükümet, Venezuela konusunda Obama mirasını aynı şekilde, coşkuyla devraldı. Trump yönetimi, Obama'nın politikalarını daha da sertleştirirken, ABD medyasının dili de sivrileşti. Gazetelerde, “Maduro, Meclis'i lağvettiği için diktatörlük suçlamasıyla kınanıyor”, “Diktatör Maduro halka sırtını dönerken Venezuela yanmaya devam ediyor” başlıkları öne çıkıyor. Dikkat edilmesi gereken nokta ise tüm bunlar, neredeyse üç yıldır Venezuela hükümetinin uluslararası medyada şeytan gibi gösterilmesi sonrasında gerçekleşiyor. The New York Times, Venezuela'da “savaşta olmayan bir ülke için ender görülen cinsten bir ekonomik çöküş” olduğunu iddia ediyor. BBC de ülkedeki durumu “insani kriz” olarak yorumluyor. Christian Science Monitor, geçtiğimiz yıl “ABD'nin Venezuela'daki karmaşayı ele alma vakti geldi” ifadelerini kullandı.
Medyanın büyük bölümü Trump'tan nefret ediyor. Ancak açıkça görülüyor ki, hiçbiri Başkan'ın Venezuela'ya askeri müdahale planına karşı değil. Bu konuda medyada bir içerik göremiyoruz. Mevcut durum aynı zamanda Venezuela karşıtı retorikte bir değişime de işaret ediyor. Şu anda temel argüman, Venezuela'nın bir diktatörlüğe dönüşmekte olduğu yönünde. Önceleri medya, Venezuela'nın uzun zamandır bir diktatörlük olduğunu söylüyordu. Hatta 2015'te ülke seçimlere giderken, The Atlantic dergisi Venezuela'nın “kendisini demokrasi gibi gösteren bir diktatörlük” olduğunu iddia etmişti.
Diktatörlük suçlamaları, Hugo Chavez'in oyların %56'sını alarak devlet başkanı olduğu 1998 seçimlerine kadar gidiyor. 1999 yılında BBC'de yayınlanan makalede bir muhalif, Venezuela'nın bir diktatörlük olduğunu iddia ederken, “Hitler de seçilmişti” diyerek argümanına destek sağlamaya çalışmıştı.;
Richard Seymour:
NYT'DEN DARBEYE DESTEK
New York Times ise, Chavez 2002 yılında gerçekleştirilen bir darbeyle kısa süreliğine iktidarı kaybedince "Başkan Hugo Chavez'in dünkü istifasıyla birlikte, Venezuela demokrasisi artık bir diktatör adayı tarafından tehdit altında değil. Tehlikeli demagog Chavez, ordunun müdahalesinin ardından istifa etti ve iktidarı saygıdeğer iş adamı Pedro Carmona'ya devretti” diyerek darbe yanlısı bir tavır ortaya koymuştu. O dönemde medyanın çizgisi, darbe olduğunu reddeden Bush yönetiminin görüşleriyle uyumluydu. Ancak ABD, söz konusu müdahalenin darbe olduğunu ve bu darbeye kendilerinin de müdahil olduğunu biliyordu. Mark Weisbrot'un haberine göre Dışişleri Bakanlığı Başmüfettişliği; Pentagon, NED ve diğer hükümet yapılarının "Chavez hükümetinin kısa süreliğine iktidardan düşürülmesinde aktif olarak yer aldığını" itiraf etti. Saldırılar darbeden sonra da devam etti. Wikileaks belgelerine göre, "Amerikan yumuşak gücünün" en büyük aracılarından olan USAID, Venezuela muhaliflerinin düzenlediği protestoları aktif olarak destekliyordu.
Chavez öldüğünde, Deutsche Welle Venezuela liderini “nüfuzlu bir diktatör” olarak tanımladı. CNN'den David Frum, yayınladığı yazılarda Chavez'in otoriter bir diktatör olduğunu, medyayı sistematik şekilde kontrol ettiği ve manipülasyona tabi tuttuğunu söyledi. İşin gerçeği, kitlesel medyanın büyük bölümü Chavez muhalifi olan özel sektörün elindeydi. Artık amaç Maduro'yu devirmek olduğu için hikaye değiştirildi: Venezuela eskiden bir tiranlık ya da diktatörlük değildi, ama artık öyle! (...)
MUHALİF PROTESTOCULARIN ŞİDDET EYLEMLERİ GÖRMEZDEN GELİNİYOR
Muhaliflerin protestolarda ortaya koyduğu şiddetin boyutu da uluslararası medya tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. Örneğin, haber ajansı Associated Press, Maracay şehrinin yağmalanmasını ve hükümet binalarına yapılan saldırıları haberleştirdi, ancak muhaliflerin bu tarz saldırıları genellikle medyada yer almadı. Aynı şekilde Reuters da muhaliflerin 11 Haziran'da Caracas'ta bombalı saldırısını ve iki gün sonra meydana gelen, Yüksek Mahkeme binasının kundaklanmasını haberleştirdi, fakat kitlesel medyada bu haberlerin yeterince yer bulduğunu söylemek doğru olmaz. Daha sonra gerçekleşen, eski bir polis olan Oscar Perez'in Venezuela Yüksek Mahkemesi binasına yaptığı helikopterli saldırı medyada nispeten daha geniş yer buldu, ancak haberlerin büyük bölümünde Perez bir kahraman ve “Venezuela'nın James Bond'u” olarak sunuluyordu. Perez'in, Maduro tarafından 2014 yılındaki çatışmalardaki birçok ölümden sorumlu olduğu için görevden aldığı eski İçişleri Bakanı Miguel Rodriguez Torres ile olan bağlantısı ise medyada neredeyse hiç yer almadı.
Batı medyası, ülkeyi kaosa sürükleyen şiddet eylemlerini destekleyen Venezuela muhalefetine açıkça destek oluyor. The New York Times, -Roberto Lovato'nun ortaya koyduğu üzere- 2002 yılındaki darbenin liderleriyle bağlantıları olduğu ortaya çıkan Leopoldo Lopez'i “politik mahkum” olarak tanımlıyor. Lopez'in 2002 yılındaki darbeyi öven konuşmalar yaptığı biliniyor. Her ne kadar Henry Capriles gibi bazı muhalif liderler müzakere yolunu tercih etmeye daha meyilli olsa da, global medyanın öve öve bitiremediği, 2014 olaylarındaki rollerine rağmen “Gandi tarzı sivil itaatsizlik eylemleri” yaptıklarını iddia ettiği, protestoları kışkırtan Leopoldo Lopez ve eşi Lilian Tintori'nin müzakere yapmaya hiç niyeti yok. (...)
Leopoldo Lopez:
Venezuela muhalefetinin yarattığı terörün uluslararası medyada yer bulmamasına şaşmamak lazım. Artık şurası açık ki, uluslararası medyanın sosyal adaleti sağlamak ve katılımcı demokrasi yaratmak gibi bir derdi yok. Uluslararası medya, ABD'nin Venezuela'ya askeri müdahalede bulunmasından yana. Uluslararası medya, anti-demokratik açıklamalarına ve eylemlerine rağmen muhalefeti destekliyor. Bu nedenle, Trump'tan ne kadar nefret ederlerse etsinler, olası bir askeri müdahaleye hepsi sıcak bakacaktır.