Dr. Emir Suljagiç
Eski Yugoslavya'nın dağılması sırasında yaşanan olaylar arasında hak ettiği değeri en çok görmeyen hadise Saraybosna kuşatmasıdır. Yaşanana uyan en doğru tabir “süreç” olacaktır, zira Saraybosna kuşatması sistematik olarak planlanmıştı. 3-4 yıl sürdü ve gerçekten de çoğunlukla “modern harp tarihindeki en uzun kuşatma” olarak anılır. O zamanlar bir muhabir olarak Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden (ICTY) öğrendiğim ilk şeylerden biri, Saraybosna kuşatmasının başlı başına “meşru” bir askeri operasyon olduğuydu. Ne var ki Saraybosna kuşatmasında bildiğimiz anlamda pek bir savaş olmadı.
Yugoslav Ulusal Ordusu'nun (JNA) ve Bosnalı Sırpların ortak kuvvetlerinin 1992 yılının Mayıs ve Haziran aylarında gerçekleştirdiği ilk girişimin dışında, Sırp güçlerinin şehri ele geçirmeyi amaçlayan yalnızca birkaç fiili girişimi oldu. Geri kalanı ise sadece ve sadece terörden ibaretti. Bu kuşatma çocukları dahi “meşru” hedeflerin arasında gören bir keskin nişancı savaşı içeriyordu mesela. Aynı zamanda birkaç günlük bebeklerin hedef alınmasını, bir doğumevinin kasıtlı olarak hedef alınmasını da içeriyordu. Kuşatma sivilleri hedef alan uzun, sistematik, kasıtlı ve çok eziyetli bir terör kampanyasına müstenitti. O kadarını biliyoruz.
Radovan Vişkoviç başkanlığındaki Bosnalı Sırp hükümeti 7 Şubat 2019'da iki komisyon kurdu: Biri 1992 ile 1995 yılları arasında Srebrenitsa'da meydana gelen olayları “araştırmak” için, diğeri ise Saraybosna kuşatmasına dair benzer bir işlev görmek için kuruldu. Karar Bosna'nın Sırp nüfusun çoğunlukta olduğu kesimindeki çeşitli yönetimlerin, ICTY tarafından makul bir şüphenin ötesinde ortaya konulan gerçekleri baltalamaya, inkar etmeye ve eğip bükmeye yönelik sarf edilen 15 yıllık bir çabanın doruk noktasını teşkil etti. Bu girişimin tek amacı Saraybosna ve Srebrenitsa'da Boşnaklara karşı işlenen suçların, onlarla adeta rekabet eden karşı-olgusal bir anlatısını üretmekti ve böyle olmaya da devam ediyor. İki hafta önce “Sırpların 1991-1995 yılları arasında Saraybosna'da Çektiği Acılara Dair Bağımsız Uluslararası Araştırma Komisyonu” adıyla bilinen Saraybosna komisyonu 1250 sayfalık raporunu yayınladı.
Raporun içeriği gerçekten de milliyetçi Sırp propagandasının en pespaye istinat noktalarının bir derlemesinden öte bir şey değil. Beklendiği gibi, raporun tarihi kısmı bölgenin Osmanlı idaresinde olduğu dönemin gözden geçirilmesiyle başlıyor. Daha sonra arka arkaya gelen iki bölüm olarak grup psikolojisi ve iyileşmemiş travma konularına geçiyor. Oradan —bir kez daha tahmin edilebileceği gibi— “radikal İslam'ın rolüne” giriyor ve İslamcılık çizgisini İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerle işbirliği yaptığı öne sürülen Boşnaklar hakkında bir anlatıya dönüştürmeye çalışıyor. Beş yüz sayfanın ardından rapor, Saraybosna kuşatmasını ele alıyor. Raporun en temel ve en gülünç argümanı, gerçekte aylar öncesinden —başkentte yaşayan on binlerce olmasa bile binlerce sıradan Sırp'ı silahlandırmak da dahil olmak üzere— dikkatle hazırlanmış olan kuşatmanın bir kuşatma değil de yasal, meşru ve uluslararası alanda tanınan hükümetin başarısız darbe girişiminden kaynaklanan, kendi kendine olmuş bir gelişme olduğu iddiası.
Şunu açıklığa kavuşturalım: Saraybosna kuşatmasının kendisi bizatihi bir suç makinesiydi. Şehrin Sırp siyasi ve askeri liderliği tarafından ele geçirilmesi zaten hiçbir zaman tasarlanmamıştı. Bosnalı Sırp ordusu aslında bir ordu değildi; daha ziyade sivilleri öğüten bir kıyma makinesiydi. Nihayet, Bosnalı Sırpların ilan edilen “savaş hedeflerinden” biri Saraybosna'nın bölünmesiydi. Ekim 1991'de kuşatma başlamadan aylar önce, Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç Sırp şair Gojko Đogo ile yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Saraybosna'nın etrafında 20 bin silahlı Sırp olduğunu bilmeliler, dostum. Bu normal değil; yok olacaklar, yok! Saraybosna, içinde 300 bin Müslümanın öleceği bir kazan olacak”. Belki de bir kez olsun sözüne inanmalıyız.
Saraybosna nüfusundan her gün birilerinin öldürülmesi, “sakinler için hayatlarını sürdürmeye veya daha uzun bir süreliğine hayatta kalmaya yönelik umutların kaybolduğu, dayanılmaz bir tam güvensizlik durumu” yaratmaya yönelikti. Slobodan Miloşeviç ve Radovan Karaciç Saraybosna'yı parçalayarak tüm Bosna'yı parçalamayı planlıyordu.
Raporun özünü, Bosna'da yaşanan katliama ilişkin baskın Sırp milliyetçi görüşünün temelini oluşturan çok temel bir argüman oluşturuyor. Rapora göre Boşnakların meşru müdafaa hakkı yoktu ve onların bu konuda atacağı her türlü adım bizatihi “suç” teşkil ediyordu ve halen de öyle olmaya devam ediyor.
Saraybosna kuşatması, Balkanlar'daki Sırp devletinin ta ilk başlangıç dönemlerine kadar uzanan Sırp milliyetçi bölgesel hegemonya projesinin yıkıcı gücünün en göze çarpan örneklerinden biri olmaya devam ediyor. Vergi mükelleflerinin parasından karşılanan rapor, bu Sırp projesini aklamaya, “uygarlaştırmaya” ve normalleştirmeye yöneliktir. Bu proje diğer yandan Avrupa'da ve daha da uzak bölgelerde yeniden hortlamakta olan aşırı sağa oynuyor ve Bosna-Hersek'in “barışçıl bölünmesi” hakkındaki fikirlerin Avrupa Birliği'nin (AB) bazı mecralarında havada uçuştuğu bir zamana denk geliyor. Mevcut koşullar 1990'ları yansıtıyor gibi görünüyor.
Son tahlilde, “Sırpların 1991-1995 yılları arasında Saraybosna'da Çektiği Acılara Dair Bağımsız Uluslararası Araştırma Komisyonu” tarafından hazırlanan rapor, kuşatmanın barışçıl yollarla sürdürülmesinden başka bir şey değil. Bu sefer anlatının kendisi de kuşatma altında. Tedhiş edilen ve öldürülmeye çalışılan şey hakikatin ta kendisi.
[Dr. Emir Suljagić, Srebrenica Soykırım Anıtı Merkezinin müdürüdür. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesi olan Dr. Suljagić, ayrıca iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence - Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” ve “Postcards from the Grave”]
Mütercim: Ömer Çolakoğlu