Dolar

32,2625

Euro

34,7708

Altın

2.394,84

Bist

10.276,88

GÖRÜŞ - Kore'den İran'a ABD'nin istikrarsız dış politikası

Uluslararası arenada tanık olunan belirsizlikte, ABD'nin özellikle 1990 sonrası uyguladığı stratejik derinliği bulunmayan politikalarının, bir panik havasındaki uygulamalarının payı büyüktür- Her ne hal olursa olsun, 2000'li yıllar, ABD'deki stratejik akıl noksanlığını ve bir panik havasını ortaya koyuyor. Bu girdaptan çıkış ABD açısından pek mümkün görünmüyor. Çünkü ABD'nin her yeni dış polit

7 Yıl Önce Güncellendi

2018-05-07 12:43:03

GÖRÜŞ - Kore'den İran'a ABD'nin istikrarsız dış politikası
ATİH ERBAŞ- Yeni yüzyılın temel özelliği, şartların ve politikaların hızlı değişimi ve devlet ciddiyetinin zaafa uğraması; devletleri idare edenlerin bir kısmının, alışılmışın aksine, devletlerinin akıllarının önüne hırslarını çıkarmaları, aynı devlet teşkilatı içindeki uyumsuzlukların dünyanın gözü önünde yaşanmasıdır. Yalanın gerçekmiş gibi ilanı ve bu yalanın peşinden gidilmesi neticesinde milyonların aç, susuz, yersiz, yurtsuz kalması, hayatlarını ve devletlerini kaybetmesidir. Bu minvaldeki olaylara hususiyetle 21. yüzyılın başından itibaren sıkça rastlar olduk.

Bu durumda, yeni dönemin hâkimi olan Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) özellikle 1990 sonrası uyguladığı stratejik derinliği bulunmayan politikalarının, bir panik havasındaki uygulamalarının payı büyük. Değil üç beş yıl, artık bu kişiliksiz ve bir prensibe dayanmayan politikalar nedeniyle birkaç ay dahi, koca koca devletlerin ve teşkilatların dış politika uygulamaları için çok uzun bir süre.

Dünyayı savaşın eşiğine getiren açıklama ve hazırlıklar içinde gördüğümüz devletler, birkaç haftada aynı ortamı bir "barış rüyasına dönüştürme gayreti içinde olabiliyorlar. Tam da aynı zamanda, fakat farklı coğrafyalarda ise ortada aciliyet kesbeden bir durum olmadığı halde, barış tiyatrosunu savaş oyununa çevirebiliyorlar.

- ABD'nin Korelerin yakınlaşmasındaki rolü

Politikalarını, bu politikaları üretip uygulayan politikacılarını ve bürokratlarını kınadığımız ABD'nin bu aksak politikalarına Fransa gibi kimi devletler gönüllü olarak payanda olurlarken, kimi devletler ve örgütler gönülsüzce desteklemekte, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve Almanya gibi kimi devlet ve örgütler ise herbir yeni durumla ilgili olarak politikalarını şaşkınlık içinde şekillendirme gayreti içinde oluyorlar. İsrail gibi bazı devletler ise bizatihi bu saldırgan ve dengesiz politikaları, kendi kabahatlerini bastırırcasına, teşvik ve tahrik edici bir rol üstleniyorlar. Rusya gibi bazı devletler ve örgüt olarak Avrupa Birliği ise cılız bir sesle karşı çıkıyor. Çin ve Hindistan gibi devletler ise sessizliklerindeki muhalefeti duyurabiliyor.

Dünya güç dengesindeki bir numaralı konumu muhafaza adına, dünyanın dört bir yanında, menfaatleri aleyhine gelişen durumlara karşı siyasi, iktisadi ve askeri operasyonlar düzenleyen ABD, çoğu kez bu operasyonlarına meşruiyet kazandırmak adına deliller üretmeyi de başarıyor. Fakat bu üretimin metotlarına ve ortaya çıkan ürünlere, dünyayı inandıramıyor.

ABD için hedefin pek de önemi yok: Oradaki hedefin adı Kore ise buradakinin adı İran olur. Yarın başka bir isim de olabilir.

Daha üç beş ay önce Kuzey Kore'yi neredeyse haritadan silme tehdidinde bulunan ABD, bu tehditlerden çok kısa bir süre sonra Kuzey Kore ile bir anlaşma zemini oluşturdu, Kuzey-Güney Kore yakınlaşmasının mimarı oldu. Uzak Doğu'da artık (sözde) bahar havası esmektedir. Bu yalancı baharın yalanını anlamak için müsebbiplere bakmak yeterli olacaktır. Kore gerginliğinin azalması, bölgedeki ABD varlığı için bir tehdit iken, ABD'nin Korelerin yakınlaşmasındaki rolü altında başka bir şey olmalıdır.

Aynı ABD, Ortadoğu'da ise Barack Obama zamanında bir anlaşma zemini oluşturduğu İran'a karşı, son birkaç ayda ters ve sert bir tutum belirlemiş durumda. ABD, İran'ın nükleer silah üretmeyeceğine dair taahhütlerini ihlal ettiği iddiasıyla, 2015'te yapılan anlaşmayı rafa kaldırıp kaldırmayacağını, 12 Mayıs'ta açıklayacak. Sayılı günler kala, İsrail mevcut yangın durumuna körükle gitmek suretiyle, İran'ın gizli nükleer arşivini ele geçirdiğini iddia etti ve başbakanları 1 Mayıs'ta bunu dünyaya "İran'ın nükleer yalanının delili" olarak gösterdi. Ancak bu, inandırıcılıktan uzak bir tutum olarak ortada duruyor. İnandırıcılığının olmamasının sebebi ise 2003'te ABD'nin Irak harekâtına hukuki bir meşruiyet zemin oluşturmak için icat ettiği, Saddam'ın kimyasal silahları yalanı. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, Almanya ve Rusya, ABD'nin ve İsrail'in delillerini yeterli bulmuyor.

- Güncelin gizledikleri

Meselenin asıl önemli boyutu ise bize gösterilmek istenenden farklı. Önümüzdeki perdede ortaya konan oyunda "haklılar" ve "haksızlar" olarak teşkil edilmiş iki rol var. Oysa mesele dünya barışı, huzur ve güvenlik ise İsrail'in kendi nükleer gücü ortadayken İran'ı öne sürmesi, ABD'nin nükleer cinayetleri ortadayken, İran'ın kulağını bükmeye çalışması, nükleer gücün sadece arzu edilen devletlerin elinde olması, meselenin tek başına nükleer güç olmadığını ortaya koyuyor. Uluslararası sistemin barış, huzur ve en önemlisi adaletle devam edebilmesi için, aynı kuralların her bir devlet ve örgüt için uygulanması gerekiyor. ABD'nin bir nükleer güç olarak İran'dan daha güvenilir olmadığı İkinci Dünya Savaşı'nda ispat edilmiş bir gerçek. İsrail için de aynı kaygılar geçerli.

Türkiye açısından mesele, ABD'nin ve İsrail'in İran'a yönelik yalanlarının yanında veya karşısında olmaktan ibaret değil. Ne İran'ın, ne İsrail'in ne de ABD veya bir başka devletin, örgütün ya da devlet dışı bir gücün nükleer silaha sahip olması kabul edilebilir değil. Bu mevzuda biri diğerinden dürüst, önde, haklı veya doğru değil. Temel mesele, bölge halkının kendi kaderini belirlemesinin yolunu açmak.

Dünyada bazı gelişmeler aniden yaşanıyorsa, meydana gelen güncel hadiseden ziyade, başka tarafları gözetmenin gerekli ve önemli olduğunu tarih bize öğretti. İran'ın nükleer gücü tartışılırken, ne tesadüftür ki tam da aynı gün İsrail Parlamentosu İsrail'i "Yahudi halkının ulusal devleti" şeklinde tanımlayan milliyetçilik yasa tasarısının hazırlık okumasını onadı. Ne gariptir ki ABD başkanı Trump, Suriye'de Rusya'yı füze göndermekle tehdit edip iki bomba atınca, dünyada altın, petrol ve doların değeri aynı anda arttı. Ne gariptir ki tam da Trump'ın ABD başkanı seçilmesinde Rusya'nın rolü sorgulanırken, ABD'nin başkanının Rusya'yı hedef alan açıklamaları söz konusu oldu. Ne gariptir ki başta Japonya ve Filipinler olmak üzere Uzak Asya'da Batılı emperyalist güçlerin varlığı tartışılır hale gelirken, ABD iki Kore'nin (kendi menfaatleri aleyhine olmasına rağmen) yakınlaşmasında perde arkasındaki güç olarak ortaya çıktı.

- Türkiye'nin oyun bozan hamlesi

Her ne hal olursa olsun, 2000'li yıllar ABD'deki stratejik akıl noksanlığını ve bir panik havasını ortaya koyuyor. Bu girdaptan çıkış ABD açısından pek mümkün görünmüyor. Çünkü ABD'nin her yeni dış politikası bir öncekine rahmet okutacak sığlık ve hesapsızlıkta. Bizim için artık, ABD başta olmak üzere Batı'nın her adımında bir mantık, stratejik bir akıl arama devri sona ermiştir. Meseleleri değerlendirip tepkisel politikalar belirlemek yerine, dünya siyasetinin nereye gittiğini iyi okuyarak, stratejik bir akılla ve soğukkanlılıkla uluslararası hadiselere bakmak ve yönlendirme gayreti içinde olmak elzemdir.

Stratejik akıldan yoksun olduğunun ifadesi, ABD'nin bölgede ve dünyada bir şeyler yapmayı beceremeyeceği anlamına gelmiyor. Aksine, bu haliyle uluslararası politikayı, devletler muvazenesini ve barış ortamını bozabilir. İran ve Türkiye'yi bölüp yeniden şekillendirerek bu coğrafyada hâkimiyetini artırarak sürdüreceğini düşünen ABD'nin yanlış hesabı, birleşmiş akıllarla önlenebilecektir. Bölge devletleri arasındaki müstakbel ortaklıkların bir ittifak ve dostluk temelinde gelişmesi gerekmez. İlk mesele, bölgeyi kaosa götürecek bölge dışı güçlerin bölgedeki hâkimiyetlerini güçlendirecek belaları savmak olmalıdır. İran, Kore, Suriye, İsrail ve Suudi Arabistan'daki gelişmelere ve hatta Türkiye'deki erken seçim kararına bu gözle bakılmalıdır. Sonuncusu, planlı oyunu bozma yolunda önemli bir gayrettir.

[Uluslararası güvenlik stratejileri uzmanı Dr. Fatih Erbaş 1986-2014 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve NATO Güney Kanadı Komutanlığı'nda farklı birlik ve karargah görevlerinde bulundu; Harp Akademileri Komutanlığı ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde öğretim üyeliği yaptı]

"Görüş" başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Haber Ara