Millet İttifakı'nın “millet”in talepleri doğrultusunda şekillenmediğini, zoraki ve yapıştırma bir konsensüs olduğunu, bir diğer ifadeyle “dikte”yle oluşturulduğunu artık bütün Türkiye biliyor.
Bunu, sayın “müttefik liderler” de biliyor.
Gül'ün “çatı adayı” olarak kaktırılmaya çalışıldığı günlerde Meral Akşener ağzından kaçırmıştı: “Bizden Gül'ü desteklememizi istediler.”
Kim istedi?
Bu isteğe aracılık eden aktörler kimlerdi?
Dahası, Akşener'in “biz” dediği konsorsiyumda hangi partiler görev üstlenmişlerdi?
Bu soruların cevabını alamadık.
Çünkü Gül'ün çatı adaylığı mümkün olmadı. Akşener de araziye uyup, soruları “uyutma” yoluna gitti.
Çatı adayı formülü işletilebilseydi, Gül, “dava arkadaşım” dediği Erdoğan'a karşı kurulmuş (muhtemelen uluslararası) kumpasın en önemli ve en değerli aktörü olacaktı.
Bunu içine sindirebilecekti.
Daha doğrusu, sahibine şeref getirmeyecek bu “küçültücü” role tamah edecekti.
Erdoğan'ı devirmeye kurgulanmış “cephe”nin Gül'ü sindirilebilir bulması da ayrıca dramatik... Hatta komik... “Dava arkadaşı”nı boğmaya çalışan birini hangi güvenilir kimliğiyle “çatı adayı” ilan edeceklerdi ve seçildiğinde ondan nasıl bir “fayda” göreceklerdi. Dava arkadaşına kötü akıbet yaşatmaya hevesli Gül'ü, Erdoğan karşıtlarının gözünde güvenilir kılan neydi? Çıkıp, “Ben dava arkadaşımı satmışım, sizi mi satmayacağım” dese, buna ne cevap vereceklerdi?
Gül olmadı ama Erdoğan'a karşı pekâlâ bir “ittifak” kurulabilirdi.
Hazır bir altyapı da vardı...
CHP, elindeki tapon isimlerden 15'ini İYİ Parti saflarına ittirmiş, ittifaka ilk harcı koymuştu.
Seçime dört partinin yapıştırma konsensüsüyle girilebilir, parlamento üstünlüğü elde edilebilirdi.
Maksat, “yasamayı” kilitleyip, olası Erdoğan kabinesini zorda bırakmak... (Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalacağını düşünüyorlardı. Bu gerçekleşseydi, ittifak partileri cümleten Erdoğan'ın karşısındaki adaya destek vereceklerdi ve parlamentodaki ittifakı “kabine”ye taşıyacaklardı. Bizim IMF sever Temel Karamollaoğlu'na bir Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı düşer miydi? Düşerdi ve “yatırımları durdurma” konusunda kilit bir görev üstlenebilirdi.)
Bu da mümkün olmadı.
Muhalefet partileri, yasamayı “bloke” edecek çoğunluğa ulaşamadı ve dikteyle kurulduğu besbelli “ittifak”ın varlık sebebi ortadan kalktı.
Bundan sonrası “satış süreci”dir...
Dün, İYİ Parti Sözcüsü Aytun Çıray bir basın toplantısı düzenledi ve “Seçimlerin tamamlanmasıyla birlikte ittifaka gerek kalmamıştır” açıklamasını yaptı. Yani, kendilerine 15 milletvekili desteğinde bulunmuş ve beklentiye girmiş CHP'yi yüzüstü bırakacakları sinyalini verdi.
Şunu demiş oldu: “Erdoğan'ı indiremedik. Yasamayı kilitleyecek çoğunluğa da ulaşamadık. Bundan sonra kendi derdiyle meşgul CHP'yle alabileceğimiz bir yol yok. Erdoğan bizi görsün, biz buradayız ve hazırız.”
Sıra Temel Bey'de...
Ondan da bir satış açıklaması ve “Biz buradayız. Erdoğan bizi görsün” müjdesi bekliyoruz.
Fakat Temel Bey'e kötü haber:
Kimse onları görmüyor, görmeyecek...
Bundan sonra kimse Temel Bey'i ve siyasetini ciddiye almayacak.
Erdoğan'dan ölümüne nefret eden basın kliği tarafından “dip dalga” dolduruşuyla piyasaya sürülen ve bütün hücreleriyle CHP'ye çalışan bu siyasetçinin göreceği tek muamele, “Truva Atı”dır... Başka da bir şey değildir!