Her şeyin yolunda olduğunu, olan şeylerin makul şeyler olduğunu söyleyebiliyor musunuz?
Eğer değilse, o zaman bunun sorumlusu kim? Kimse bu konuda kendini sorumlu kabul etmeyecektir. İşte asıl sorun burada.
Binali Yıldırım da, Ekrem İmamoğlu da, YSK sonuçları açıklamadan başkanlıklarını ilan ettiler. Yıldırım, Bilboard'larda bunu duyurdu, İmamoğlu, Anıtkabir'e gitti, defteri başkan olarak imzaladı.
Yıldırım, bu Bilboard'lardan haberdar olmayabilir! “Nasıl olsa kazanacağız” diye bu afişler hazırlanmış ve daha YSK sonuçları hazırlamadan, Yıldırım önde giderken bu afişler dağıtılmış olabilir!
Ama AK Parti de, CHP de bu konuda erken açıklama yaptılar ve bu açıklamaların arkasından karşılıklı suçlamalar yapıldı. Ve tabii sinirler gerildi.
Zaten gerilimli bir seçim süreci yaşandı. Şimdi de günlerdir seçim sonuçları üzerinde spekülasyonlar yapılıyor. Sosyal media'da akla ziyan yazılar dolaşıyor. Bunlar doğru değil. Türkiye'ye yakışmıyor, bu millete yazık ediliyor. Dünya devletlerinin gözünde itibar kaybına uğruyor. Dostlar üzgün, düşmanlar bayram yapıyor.
Bu tartışmanın bu şekilde devam etmesi şaibeye sebeb oluyor. Seçim sistemimiz sağlam. Sistemin güvenilirliği tartışma konusu yapılıyor.
Bakın YSK bir yargı kurumu. Şeffaf bir kurum. Kararları tartışma dışı. Yargı üzerinde şüpheye yol açacak açıklamalar, baskı oluşturma çabaları, her türlü yönlendirme yasalara göre suçtur. Bu konuda ne yazık ki, kimse hassasiyet göstermedi. Bir bilginiz, belgeniz, iddianız varsa YSK'ya ya da savcılığa bildirin. YSK'ya arz etmediğiniz iddiaları basında, sosyal media da, sokakta tartışmayın. Adalet herkese lazım. Adalet mülkün temelidir. Yasalarda, neyin ne şekilde çözüleceği bellidir. Bunlar süreli işlerdir. Süresi içinde sorun çözülecektir. Çözülmesine çözülecektir de, ama bu saatten sonra sorun nasıl çözülürse çözülsün, sonuç taraftarlardan birinin gözünde şaibeli bir sonuç olacaktır. Bu da hem içeride, hem de uluslararası ilişkilerde soruna sebeb olacaktır.
İmamoğlu üzerinden CHP mazlumiyet üzerinden siyasi yönden prim yapmaya çalışacaktır. Öte yandan; İmamoğlu mazbatasını alacak olursa, sadece AK Parti açısından değil, aynı zamanda bu durum CHP içinde yıllardır varolan iktidar tartışmasını daha da şiddetlendirecektir. İmamoğlu adı, CHP'nin gelecekteki başkanı şeklinde görülmeye başlayacaktır. İmamoğlu dönemi ile birlikte Muharrem İnce dönemi de sona erebilir. İmamoğlu'nun bu yükselişi Sarıgül'ün siyasi kariyeri açısından bir final oldu. Sadece Sarıgül için değil, DSP için de aynı şekilde yolun sonu oldu.
İmamoğlu mazbatasını alacak olursa, aslında bir HDP ve İyi Parti sorunu da sözkonusu. Yani İBB'nin başına gelecek kişi, bir bakıma “7 kocalı Hürmüz”e benzeyecek. Merkezde AK Parti, Belediye Meclisinde güçlü bir muhalefet İstanbul'da işlerin tıkanmasına sebeb olabilir.
İmamoğlu konusu, Mansur Yavaş'ı da gölgede bıraktı.
Öte yandan; Binali Yıldırım mazbatasını alacak olursa, onu da zor günler bekliyor. Her iki tarafın da birbirini yıpratacak çok fazla iddialara sahip olduğu söyleniyor. Dahası, İmamoğlu mazbata alsa da almasa da İBB birçok açıdan tartışmaların odağında olacak.
İmamoğlu yabancı gazetecilere verdiği röportajlarda, “ileride cumhurbaşkanlığı ya da siyasette daha üst kademelerde görev düşünüyor musunuz” sorusuna tebessüm ederek, “Allah bilir” diyor. Yani İmamoğlu sonuç ne olursa olsun, uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanıyor.
İstanbul ve Ankara her halukârda daha uzun bir süre gündemde kalacağa benziyor.
Dilerim bu olaylar Gezi'deki gibi sokak gösterilerine dönüşmez. Birileri bu olaylardan 15 Temmuz, MİT TIR'ları gibi bir operasyon çıkarmak istemez. Herkesin çok dikkatli olması gerek. Bu işin uzatılmaması, YSK'nın adil bir karar ermesi, tarafların bu kararlara uyması şart. Kavganın kimseye faydası yok. Bu işin daha uzun süre gündemde kalması ya da krizin tırmanmasının faturası ağır olur. Bu işin ekonomik, sosyal, siyasi maliyetleri olur. Bu anlamda herkesin daha sabırlı olması gerek. “Fasıklar bize bir haber getirdiklerinde hemen inanma”yalım. Kışkırtmalara itibar etmeyelim. Herkes yüzünü adalete dönsün. Bakın adalet yoksa barış da olmaz. Adaletin yerini “ihkak-ı hak” alır. Adalet ve barış yoksa özgürlükler de yara alır, ekonomi de. Bir topluluğa olan öfke, insanları onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerek.
Hepimiz rakiplerimize çuvaldız batırmadan kendimize bir iğne batırmayı ihmal etmeyelim.
Adalet bir kere yara aldı mı, o yara hemen iyileşmez. Bugünümüzü kurtaralım derken yarınlarımızı feda etmeyelim. Bu gerilimin kimseye faydası yok. Bu gerilim siyasete olan güveni tahrip ediyor. Bunun sosyo psikolojik maliyetleri var. Bu tür olaylar, yeni çözüm arayışlarına ve birtakım çevrelerin manipülasyonlarına, komplolarına zemin hazırlıyor.
Bugün işler yolunda gitmiyorsa, bu konuda herkesin sorumluluğu var. Birinin bu konuda daha az ya da daha çok sorumluluğunun olması sonuçta tahribatı önlemiyor.
Bir de haklı olmak, başkalarına “haksızlık yapma hakkı“ olarak algılanmamalı.
İşler bu noktaya gelmeden bazı konuların konuşulması gerekti, konuşamadık. Dün konuşamadığımız konuları bugün de konuşamıyoruz. Yarın benzer başka bir olayla karşılaşabiliriz. Yalan, iftira, hakaret, tehdit olmadan konuşabilmeli insanlar. Ama ait olduğu çevreye zarar vermeme, karşı tarafa haddini bildirme doğru, sağlıklı bir yaklaşım değil. Adil şahidler olacağız. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, haklıdan yana, haksıza karşı durmalıyız. Haksız babamız da olsa, haklı düşmanımız da olsa. Bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli. Kitap öyle diyor. Aksi halde Allah'ın yardımı ona ulaşmaz ve kişi haketmediği bir şeye sahip olacak olursa, bu ona hayır getirmez. O şey onun hakkında dua ile istenen belaya dönüşür. “İman ettik demekle yakamız bırakılıvermeyecek”.. Adil şahidler olacağız! Selâm ve dua ile..