Dolar

32,5711

Euro

34,9885

Altın

2.461,13

Bist

9.885,13

Güneş “Doğu”dan yükselir

Doğu kavram olarak Batı’da üretilmiş ve öncelikli olarak Batı’ya coğrafi olarak uzaklığı ifade etmek için kullanılmıştır. Ancak zamanla kavram coğrafik ve jeopolitik anlamı dışında Batı-dışı sosyal, siyasal ve kültürel ayrılığı tanımlamıştır.

10 Yıl Önce Güncellendi

2015-03-06 10:33:47

Güneş “Doğu”dan yükselir

 Kendisini merkez olarak kabul eden Batı, Doğu’yu ötekileştirmiştir. Edward Said, “Oryantalizm” kitabında Batı’nın görmek istediği Doğu’yu nasıl inşa ettiğini açıkça ortaya koyar. Bunun anlamı Batı’ya göre Doğu mistizmi, egzotizmi, geri kalmışlığı ve irrasyonelitiyitemsil etmektedir.

Muhafazakâr Düşünce Dergisi “Doğu’nun Hikmeti” konulu dosya sayısıyla Batı ve Batıcıların inşa ettiği Doğu kavramı ile hesaplaşmakta ve Doğu’nun kendisini yeniden keşfetmesini tartışmaya açmaktadır.

Yaklaşık iki yüzyıldır başkaları tarafından tanımlanan doğu, kadim geleneği keşfedip üzerine örtülen tülü kaldırabilecek mi? Özelde İslam Dünyası Ortaçağını aşacak hamleleri nasıl yapacak? gibi sorulara cevap verme arayışında olan bu sayımız Prof. Dr. Bedri Gencer’in ve Dr.Ayşe Kavuncu’nun editörlüklerinde okuyucu ile buluşuyor.

11. yılında 43. sayısıyla yeni bir tasarım ve içerikle hazırlanan dergide Doğu’nun neresi olduğundan, Doğu siyasal düşüncesine kadar birçok akademik makale ve değerlendirmeler var. Selman Salim Kesgin’in genel yayın yönetmenliğini yaptığıDoğu’nun Hikmeti sayısı,insanoğlunun ulaşabileceği/ulaşması gereken tek bir gelişmiş medeniyetolduğu ve bunun da Batı medeniyeti olduğu tezine karşıt olarak dünyanın başka bölgelerinde de incelenmeye, konuşulmaya değer hayatlar/fikirlerolduğunu göstermeye çalışıyor.

Dergide Burhaneddin Tatar “Merkezi Hakikat Tasarımının Bir Eleştirisi” başlıklı makalesinde Doğu ve Batı kelimelerinin, özel olarak insanların ve genel olarak kültür ya da medeniyetlerin hakikat tasarımı ve hakikate ulaşma sorunu karşısında verdikleri okur-merkezli ya da yazar-merkezli düşünme tarzından kaynaklanan cevapları sembolize ettiğini açıklıyor.

Adem Çaylak tarafından kaleme alınan “İslam’da Siyasi Akıl Ve Düşüncenin Oluşumu “başlıklı çalışma İslam siyasal düşüncesinin hangi bakiye üzerine inşa edildiği ve Hz. Peygamberin vefatından sonra nasıl bir sürece evrildiğini tartışıyor. Çaylak makalesinde Akide, kabile, ganimet ve iktidarın, İslam siyasal aklının oluşumundaki rolleri incelemiş; bu itibarla İslam öncesi Arapların siyasî, iktisadî ve içtimaî yapısı, ardından Peygamber ve Dört Halife dönemindeki somut hadiseler üzerinden İslam siyasî akıl ve düşüncesinin Emevî ve Abbasî saltanatına dönüşme sürecini tahlil etmiştir.

“Orta Çağ’da Doğu Biliminin Batıya Yansıması” başlıklı makalesinde Murat Serdar,Doğu dünyasına bilim açısından yaklaşıyor. Serdar’a göre Doğu bilimine, toplum ve kültürleri ve de dillerinin incelendiği oryantalist açıdan bakmak yerine dünya medeniyetine yaptıkları katkılar açısından bakmak daha faydalı olacaktır.

Levent Görüşük “Doğu Ve Batı Medeniyetlerinin Devlet Ve Siyaset Söylemleri” başlıklı makalesinde Kutadgu Bilig ve Makyavelli üzerinden bir Doğu-Batı karşılaştırması yapıyor. Bu karşılaştırma her iki medeniyetin farklı zaman ve mekânlara rağmen insan doğası, siyasal iktidar ve meşruiyet, siyaset ve ahlak ilişkilerindeki benzerliklerin ve farklılıkların ortaya çıkarılması bağlamında önem teşkil ediyor.

“Osmanlı Zihin Dünyasında Bir Doğu Ülkesi: Diyar-ı Acem Yahut İran” başlıklı makalesinde Metin Atmaca Osmanlı’nın son dönemine kadar siyaset, sanat, edebiyat ve din alanlarında bir şekilde etkili olan ve Devlet-i Aliyye’deki entelektüel sınıfı üzerinde kalıcı bir etki bırakan İran’ın ulema, udeba ve devlet erkânı tarafından nasıl algılandığını inceliyor. İran, Osmanlı düşünce dünyasını kendisine çekerek ve bazen de kendisinden iterek, bir nevi gel-gitler içinde etkilemiş ve şekillendirmiştir. İki ülke arasındaki ilişkiler uyumlu olduğunda İran ilim ve edebiyatın merkezi Diyar-ı Acem olarak addedilmiş, siyasal zıtlaşmaların yaşandığı zamanlarda ise “düşman-ı din”likle suçlanmıştır. Diyar-ı Rum’un havası, benzerlikleri ve farklılıklarıyla Diyar-ı Acem’i, bazen rekabet ettiği, başka zamanlarda ise taklit ettiği, yanı başında fakat aynı zamanda Doğu’daki yüksek dağların arkasında kalmış uzak bir dünya olarak tahayyül etmiştir.

“İslam Siyasi Düşüncesine Hakim Olan Genel Ve Temel İlkeler” başlıklı makalesinde Adem Çaylak, İslam siyasi düşüncesine ilkeler üzerinden yaklaşıyor. Kur’an’da, inananlara tavsiye edilen veya emredilen ağyârını mâni etrâfını câmi bir siyasî rejim, siyasî yöneticinin seçilmesine dâir teferruatlı bir usul, devlet-toplum-birey ilişkilerinin mahiyetini ilgilendiren detaylı kurallar yoktur. Bu gibi ayrıntılandırılmış sofistike kuralları Peygamber’in eylemlerinde bulmak da mümkün değildir. Öyle ki Hz. Muhammed, kendisinden sonra gelecek siyasi lideri dahi belirlememiştir. Kur’an ve Peygamber’in hayatına bakıldığında, İslam’ın, müminlere, siyasî ilişkilerini akıl, ilim ve toplumsal zorunluluklar çerçevesininde belirlemek üzere geniş serbestiyet verdiği/bıraktığı görülmektedir. Bununla birlikte Kur’an ve Peygamber’in hayatında, muayyen temel ve ahlakî ilkelerin bulunduğu görülmektedir. Bu makalede bu temel ilkeler tahlil edilmiştir.

Cevher Şulul tarafından kaleme alınan “Doğu Kavramı Ve Sınırları”başlıklı makalede Doğu kavramına odaklanılıyor. 20. yüzyılda Batılılar tarafından icat edilen Doğu/Ortadoğu kavramı için birbirinden farklı onlarca tanım yapılmıştır. Hangi tanım dikkate alınırsa alınsın bu kavramla daha ziyade dini anlamda Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu bölge anlatılmaya çalışılmaktadır. Ancak coğrafi ya da siyasi anlamda bölgeler için yapılan isimlendirmede esas alınan kriterlere göre Ortadoğu diye adlandırılan bölge yeryüzünde homojenlik açısından bölge olabilecek belki de en son coğrafyadır.

Değerlendirme kısmında Caner Arabacı Düşüncenin İslamileşmesi kavramını tartışmaya açıyor. Arabacı makalesinde Bilgi, bir ürün yani sonuç değil midir? Sonuç olduğuna göre, ortaya konmuş, neticelenmiş, şekillenmiş bir ürünün “İslâmîleşmesi” ne kadar mümkündür? Mümkün görülse bile, bir zorlama veya yama olmayacak mıdır? Öyleyse, bilgi yanında ana sorun olarak; bilgiyi üreten mekanizmanın; işleyiş, kurgu, düzenleme, tasarlama, algılama kompleksinin İslâmîleşmesi söz konusu olmalı değil midir? Bilgiyi üretme işini, İslâm Medeniyeti odaklı yapamadığınız zaman, sonuçlanmış bir üretime bağımlılıksöz konusu olmayacak mıdır?

Mahmut Aydın tarafından kaleme alınan “Papa Francis’in Türkiye Ziyaretini Anlama Üzerine”başlık makale Papa Francis’in Türkiye ziyaretini analiz ediyor. Bu bağlamda ilk olarak söz konusu görüşmelerde tarafların kamuoyuyla paylaştığı mesajların şiddetin, vahşetin, gözyaşının ve mağduriyetlerin kol gezdiği dünyamızı barış ve huzurun hâkim olduğu yaşanabilir daha iyi bir yer yapma noktasında nasıl bir katkı yapacağı tartışma konusu yapılmıştır. İkinci olarak ise Papa Francis’in Fener Rum Patrikhanesini ziyareti, Patrik Bartholomeos ile görüşmesi, ikilinin birlikte Aziz Andreas Yortusuna katılmaları ve imzaladıkları ortak deklarasyon Hıristiyan birliği yani ekümenizm bağlamında ele alınıp 1054’deki büyük bölünmenin ardından Roma Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin birliğinin dini açıdan mümkün olup olamayacağı değerlendirilme konusu yapılmıştır.

Derkenar olarak, İshak Torun ve Hakan Köni tarafından kaleme alınan “Said-İ Nursi’nin Düşünce Ve Tutumunda İslamcılık, Milliyetçilik Ve Muhafazakârlık” başlıklı makale Said-i Nursi’nin milliyetçilik, İslamcılık ve muhafazakârlık konusundaki düşünceleri analiz edilmektedir. Yazarlara göre Said’i Nursi’nin ilgili düşünceleri onun kişisel dönüşümüne bağlı olarak değişmektedir. Birinci Said farklı İslami etnisitelerin nasıl birlik oluşturacağını, ikinci Said ise İslami grupların farklı etnik ve modern kimlikli grupların oluşturduğu toplumlarda yaşayabilme imkânlarını incelemektedir.



Haber Ara