Dolar

32,5960

Euro

35,0094

Altın

2.450,72

Bist

9.785,39

Krallar diyarının bilge oğludur Aliya

10 Yıl Önce Güncellendi

2014-10-19 14:04:37

Krallar diyarının bilge oğludur Aliya


Onu anlatan bir film çekiyor olsaydım eğer Aliya’nın 1983 yılında mahkeme huzurunda  adı teknik olarak  “savunma” olan ama yıllar yılı inancını yok sayan sisteme karşı  bir meydan okuyuşun da ta kendisi olan şu sahne ile girerdim. “…beyan ederim ki: Ben bir Müslüman’ım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim.”  Tüm dünya onun ömrünü  İslam davasının bir neferi olarak geçirdiğine ve  son gününe, son nefesine kadar samimi hislerinin yansıması olan bu duruşuna şahidlik etmiştir.

Sistemini reddettiği ancak “Yugoslavya’ya duygusal bir bağ ile bağlıydım.” dediği coğrafyanın, toprakların “vatan”ın  “Ben senin oğlunum Bosna” diyen Cemalettin Latiç’in sözlerini yazdığı Bosna marşındaki gibi, her bir Yugoslavyalı kadar, her bir Bosnalı kadar ama duygusal bağla bağlı, ömrünün sonuna kadar varlığı için mücadele etmiş öz oğluydu o.

Entelektüelliği, cesareti, merhameti, duygusallığı, hoşgörü ve mütevazliği mezcettiği kişiliği onu yaşadığı çağa iz bırakıp giden liderlerden biri yapmıştır. Çoğunlukla ön adıyla bahsedilir ondan “Aliya” bu bir tür bilinçaltı mesajıdır da aynı zamanda.  “Bizden”, “içimizden” “bizim”  kavramlarının meramını ifade eden, sevgiyi izhar eden bir ifade biçimidir. Yüreğinin dolusu, ağzının dolusu bu seslenişle sahiplenirsin onu. Dil ucuyla değil, resmi değil, dolambaçlı hiç değildir bu sahiplenme.

O, sözüne ‘besmele’ ile “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”  başlayan Avrupa’nın ilk ve tek lideridir.  20.yüzyılda Avrupa’nın tam ortasında ortaçağın vahşetinin yaşanmasını seyreden dünyaya İslam’ın insanlık anlayışının dersini şahsı ve yürüttüğü siyasetiyle  öğreten, bu siyaseti yürütürken minnet etmeden Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü de açıkça ifade edebilendir.

“Tarihe Tanıklığım” kitabının önsözünde “…Bu kitapta okuyacaklarınız, benim, tarihimin zor bir dönemine ilişkin gerçeklerimdir.” der. Peki ‘zor’ nedir Aliya için? “Tok olduğumuz günler, aç olduğumuz günlerden daha azdı” dediği çocukluk yılları mı? Birlikte yola çıktığı dava arkadaşlarının kurşuna dizildiği, kendisinin ağır çalışma şartları altında hapiste geçirdiği ilk gençlik yılları mı? Bosna savaşına komutanlık, savaştaki ülkeye liderlik yaptığı ve adeta cephe yara yara diplomasi yürüttüğü yılları mı? Ne çok zor vardır onun hayatında. Hele de hayata, insanlara, olaylara ve aleme her bir detayı ile yürek penceresinden bakıyorken. Babasını felç edip, yatağa mahkum eden 1.dünya savaşının ailesi üzerindeki etkileri, kentinin üstüne ölüm kusan 2.dünya savaşı, işgaller, Bosna Savaşı. Bir insan ömrüne  bombalarla, silah sesleriyle, katliamlarla örülü kaç işgal, kaç savaşın yıkımı sığar?  Gerek içinde yaşarken gerekse geride bıraktıktan sonra tüm bunlara bakarken hep olumlu yönünden bakmayı bilen ve umudu telkin eden karakteri ile aşmıştı belkide nice dikenli, taşlı, ateş çukuru bu yolları. Bu teslimiyetçi yapısı onun sorgulayıcı yanını durdurmaya mani değildi. O aynı zamanda hep sorguluyan bir yapıya sahipti. Hayatı, ölümü, varlığı, hiçliği, dini alanı, seküler alanı, mahkeme karşısında adalet anlayışını, uluslararası toplantılarda meşruiyeti, sorumluluğu her şeyi zıddı ile bir araya getirip sorgulayan, zihinlerde soru işaretleri oluşturan biriydi.  Onun duygulu yüreğinin kaldırması güç bir imtihandan geçti coğrafyası. Diplomaside mahareti psikolojik savaşla değildi. Derinlikli, öngörülü bakışının karşısında sığ görüşlü ve gözü dönmüş caniler duruyordu. Önüne kattığı canlı cansız her şeyi bir tufan gibi yok eden haçlı ruhunu Balkanlar’da dirilten bir anlayış duruyordu karşısında. Onun, hak etmedikleri, anlayamadıkları nezaketli, ölçülü diplomasi dilini, kavrayamadıkları bilgeliği karşısında elini kolunu bağlayan koskoca bir Avrupa duruyordu aynı zamanda.

Ölüme meydan okuya okuya ilk gençlik yıllarından, ömrünün son demine kadar ölüm tehdidi başında bir gölge gibi dolaşırken o, İslam’ın bir neferi ruhuyla Hakk’a teslimiyeti kuşanıp, ölümün üstüne yürüyerek toplumun sorunları ile ilgilenmekten, hayatın yaşanır penceresinden bakmaktan vazgeçmiyordu.  

Her daim olumlu yönünden bakıyordu olaylara. Mesela İkinci dünya savaşı yılları. Uçaklar ölüm yağdırmak için şehrinin üzerinden geçiyor, sirenler çalmış, şehir boşalmışken o bu durumu Halida’sı ile boşalan şehirde buluşma, birbirlerine sığınak olma şansı olarak görüyordu.  Hapiste bir takım hakları ve rahatlığı olan siyasilerin değil de katillerin arasına atılmışlığını insan tanıma için fırsatı olarak değerlendiriyordu. Hapisliğini koğuşta yatarak değil de, ormanda kereste kesmek üzere çalışarak geçirmiş olmasını aç kalmak yerine her gün patates közleyip yeme imkanına sahip olduğu için şanslı olduğunu düşünüyordu. Böyle, bu cihetten, pozitif yanıyla, “olanda hayır vardır” diyerek bakıyordu tüm olaylara.

Müslüman bir genç, Müslüman bir lider, baba, eş, arkadaş, komutan, siyasetçi, vatandaş nasıl olmalı sorusunun çıtası yüksek örneğidir.  Ulusal ve uluslararası tüm toplantılarda sabır ve bilgisi ile harmanladığı mücadelesinde bilgeliği, ailesi içinde ailenin kadın bireylerine karşı duyduğu dayanışma hissinde taşıdığı merhameti, torununa gösterdiği aşırı sevgisinde “çılgın” bir dedeyi, “annesine aşık” bir çocuğu, ordusu ve askerleriyle içiçeliğinde korkusuz bir komutanı, kuşatma altındaki şehrinde halkıyla beraber tedirgin olan halkın bir ferdini görürsünüz. Bilgeliği ve eylem adamlığı, cesaret ve duygusallığı birbiri ile hep dengelemeyi bilen, birini taşırken ötekini bastırıp reddetmeyen biridir.

 Aliya’nın liderliğini tüm bunlardan ayrı düşünürsek bir yanı eksik, bir yanı yarım Aliya’dan söz ederiz diye düşünüyorum. Halkına, toprağına bakışını o eş, baba ve dede duyarlılığından, empati duygusundan, duygusallığından nasıl ayırabiliriz ki? O duygularla kuşatma altındaki Saray Bosna’da bir kez daha açlığa mahkum, top mermilerinin hedefinde onlarca kez vurulmuş, onlarca insanın öldüğü başkanlık binasındaki ofisinde halkıyla iç içeydi. Her an havan mermisi düşmesi yahut, bir keskin nişancı kurşununa rağmen yolda yürürken görüp “ Başkanım korkmuyor musunuz ?” diyen kadına: “Elbette korkuyorum. Ben de bir insanım, ben de korkarım” diyen Aliya, korkarken de cesaret telkin ederken de “Ne hayatı başkalarından daha fazla seviyor, ne de başkalarından daha fazla ölümden korkuyoruz.” derken de bir o kadar gerçekçiydi. Hamasete yer yoktu hayatında.  Hayatı boyunca içinde yoğrulduğu gerçeklik siyasi hamaseti fersah fersah aşıyordu.

Dini alanı acımasız bir tavizsizlikle boğan komünist Yugoslav rejimine rağmen İslam deklarasyonuna “Besmele” ile başlaması taraf olacağı, taviz vermeyeceği, uğrunda her türlü mücadeleyi vereceği aşkın alanın sınırlarını belirleyen ve Allah’tan başka ilah tanımayacağını beyan eden onun hayatta olacağı ve duracağı yolun işaret fişeğiydi. Deklarasyondan yıllar sonra SDA’nın Kurucular Kurulu açılış konuşmasında da konuşmasına başlarken  “Bismillah” diyerek ilk kez kamusal alanda “Herşeye Kadir Olan’a” bağlılığını bir kez daha beyan  ediyordu.  Toplumunu okuyan, vizyonuyla toplumuna, milletine, halkına özünü hatırlatıp davet eden davetçidir o aynı zamanda. Müşfik ve mütevekildir. Duygusal hatta romantikdir de. Siyasi anılarını aktarırken bile edebi bir metin gibidir satırları. Kibarlığı ve zarafeti ülkesini savunduğu nice ulusal ve uluslararası platformlarda onun heybetinden ve karizmasından hiç bir şey eksiltmez. Bir röportajında hoşgörülü oluşunda Avrupalılığı arayan gazeteciye “Benim hoşgörüm Avrupa değil, Müslüman kökenlidir” diyerek her ortamda özüne sindirdiği İslam düşünce anlayış ve ufkunun etkileyici izlerini bıraka bıraka ilerlermiştir.

 

***

Tüm siyasi mücadelesi boyunca eser vermekten, eserleriyle rota çizmekten de vazgeçmemiştir. Eserlerinin kitaplığınızda bulunması kitaplığınızın değerini arttıracak bir iç hacme sahiptir. Dağ gibi bir bilgeliğinin, eteklerine olsun yaklaşmanın haklı gururunu yaşatır size.  Siyaset, felsefe, din, edebiyat, sanat… Tümünü bulursunuz. Ve her biri, aforizma konusunda yekün tutacak altını itina ile çizmekle yetinmeyip her bir yana notlar düşeceğiniz unutulmaz, veciz sözlerle doludur. Topluma, kadına, çocuğa, askere, sivile, savaşa, siyasete, dine, felsefeye bakışı birbirinden derin sınırsız ufuk çizgileri açar. Daha 1968’lerde kaleme aldığı bir yazısında “…Biz yakın zamanda sadece kadınların ve erkeklerin çok büyük çoğunluğunun çalışmasını gereksiz kılabilecek daha doğrusu şimdiki şartlarda bizim için kavranılamayacak şekilde çalışma gününün kısalmasına sebep olabilecek otomasyon devrinin arifesindeyiz.” diyerek öngörü, feraset örnekliğini ortaya koymuş olduğunu bugünden hayretle müşahade edersiniz.

Kitabını okumaya başlarken önce konusuna hakim bir yazarın karşısında bulursunuz kendinizi. Derken her cümlesini saygıda kusur etmeden dinleyeceğiniz bir hocanın, diplomatın, siyasetçinin, davetçinin, edebiyatçının. Hiç durağanlık yoktur satırlarında, hiç dağınıklık olmadığı gibi. Sonra size yuvasının kapılarını açar, yüreğinin kapılarıyla birlikte. Kah çocukluğuna gidersiniz, kah gençlik yıllarına. Çok yönlü, her bir yönü bir diğerinden zengin, rikkati sizi çekip alan, sarıp kuşatan bir kişiliktir.  Eminim ki eserlerini bir kez okumak için eline alanlar bir kez okumakla iktifa etmemişlerdir.

Uluslararası toplantılarda yaptığı konuşmalarıyla, tv, gazete ve dergilere verdiği mülaktlarla, korumaya ve kurtarmaya çalıştığı Müslüman Boşnak halkı yanı sıra çok kimlikli coğrafyasının tüm unsurları için verdiği mücadelede derin bir sükunet ve sağırlığı takınan Avrupa’ya savaş süresi boyunca çok şey öğretmiştir. Varoluş mücadelesine vizyonuyla yön verip özelde Avrupa’ya, genelde tüm dünyaya özgürlük, siyaset, asalet ve onur dersi vermiştir. Batının ötekileştirici diline karşı birliği, düşman diline karşı dostluğu öğretmiştir. Aliya halen öğrenmeye devam ettiğimiz bize anlatsın diye müracaat ettiğimiz bilge öğretici olmaya devam ediyor. Yine onun şahsında bugün halen hiçbir siyaside göremeyeceğiniz bir mütevaziliği görürsünüz.  Partinin kuruluş fikri kendisinden çıkmasına rağmen o “ben” demez.  “ Nedenini asla öğrenememiş olsam da, baştan beri partinin “lider”i bendim. Kendime “Eğer en iyileri bensem, acaba gerisi neye benziyor ?” diye düşünmüşümdür. Fakat belki de önderlerin, ‘en iyi’si olması gerekmiyordur. Önder olabilmeleri için, bazı temel zaaflarının da olması gerekir ki, ben de bunlardan bolca vardı.”  Diye yazmaktan, tarihe düştüğü destansı notlarının başına bu satırları ilave etmekten imtina etmez.

Zihnimize beliriveren lapa lapa kar altında ellerini Yaratan’ına açmış profiliyle her andığımızda özlemle yüreğimizden keskin bir sızı olup geçen akrabamız gibidir o.

İslam deklarasyonu kitabının ardına şu notu düşmüşüm: “Aliya’yı her okuduğumda, döne döne sözlerine kulak kesildiğimde yüreğimde serinlik hissediyorum, umutlanıyorum. Yüreğime doldurduğun aydınlıkla dolsun kabrin, nur içinde yat.”  Umuttur çünkü bir masalda bile o tam aksi yöne bakar ve gücü kutsayanlara şu mesajı verir bir söyleşisinde  “Kurdun kırmızı başlıklı kızı yemediğini söylemek isterdim” der. Basit gibi duran ama yazıldığı günden bu yana hep başka tarafından bakılan masal kahramanın kaderine dikkat çeker, olumsuzluklar silsilesi içinde umudu işaret eder.  

Kimi insanlar belli görevleri ifa etmek için gelmiş ve o görevi tamamlar tamamlamaz da geri dönmek üzere aramıza katılmış gibi bir ömür sürerler. Bu ömrün özelliği uzunluğu yahut kısalığı değildir.Her anının dolu dolun geçmesidir.Misyon üzere kurulu olmasıdır.

O topraklardan geçen liderlerin çocuklarına onlardan gelecek nesle baktığınızda başı dik bir şekilde babasının yaptıklarından gurur duyduğunu ifade edebilen onun nesli olacak ve elbette halkı, sevenleri, din kardeşleri. O hayatı boyunca Müslümanca olabilire, mümküne kapı aralayan, yol gösteren işaret ettikleriyle çağına iz bırakan bir mütefekkir liderdi. Ona bilge kral denmesine itirazlar var ama onun yaşadığı ve savunduğu topraklardan krallar gelip geçmiş, krallar yönetmişti ve Aliya onların elbette bilge olanıydı. 

Duygularınız yoğun olduğunda ifade zorluğu yaşarsınız hani. Hem coşkun bir sel gibi dolar taşar, hem kifayetsiz kalıp kupkuru çöle dönersiniz. Bir o kadar çok, bir o kadar ‘yok’ tur kelimeleriniz. İşte tüm bunlar gibi Aliya’dan geriye kalan onun, varlığını zenginleştiren, çoğaltan, yücelten o kadar ‘çok’ vardır ki bu çokluk içinde Şeriati’nin ifadesiyle “kelimeler izdiham oluşturur.”   Her çağda Yasin Suresi’nde bahsi geçen “şehrin uzak yerinden koşarak gelen adam” vardır. O da tüm kimliklerinin ötesinde o kutsal elçiye davet eden davetçilerden biri olarak geçmiştir dünya üzerinden.

Rabb’im aziz ruhuna Rahmet, şefkat ve merhameti ile muamele etsin. Amin.

Demet Tezcan

 

Haber Ara