Ülke meselelerini bilimsel bir edayla konuştuğum bir dostum var. İlginç bir haber okusa arar, seçimlerden, partilerden, liderlerden, halktan, mahallelerden konuşuruz. “Sosyal bilimlerdensin sen, bilirsin” diye başlar söze sürekli. Sosyoloji mezunu olmamı bir avantaj olarak görür ve tespitlerime önem verir-di, artık önem vermiyor.
Darbe oldu, aradan günler geçti, meydanlara çıktık, bayraklar salladık, öfkeyle parmağımızı darbecilere salladık ve nihayet tankları kışlalara geri soktuk…. Sonra bir şeylerin eksikliğini hissettim, olağan gündemler üzerinde dakikalarca konuştuğum arkadaşım beni bu süreçte hiç aramamıştı. Yahu bundan daha büyük olay mı olur, neden konuşmuyoruz bunu dedim arayıp. “Bırak Zeynep ya, git o diplomanı yırt, ne biçim sosyologsun sen ülkede darbe olacağını en son sen duydun, hadi ben T cetveli dışında hiçbir şey bilmeyen bir mühendisim, sen neden fark etmedin!” dedi azarlar bir sesle.
Bu ne demekti şimdi…
Ülkenin büyük büyük ideologları, felsefecileri, sosyologları dururken ben nerden bilecektim ki, şeklinde bir savunma verdim ama vermez olaydım. Kızgınlığı arttı ; “Senin yerinde olsam bu büyük olaydan sonra hazmedemez bütün sosyoloji kitaplarımı yakardım, tüm ezberlerimi unutur, sıfırdan başlardım toplum bilimine” dedi.
Haklı olabilir miydi ? Biz topluma, ülkeye, dünyaya nerden bakıyorduk sahi? Sosyoloji kitaplarının arasında gül kuruturken mahalle kahvesinde konuşulan gündemi bile takip edememişken, bir de kalkmış ne kadar mulumatfuruşluk etmişiz öyle. Cemaatler hakkında magazinel bilgilere sahip olup, grup psikolojisi açısından hangi tanım hangi eyleme denk düşerin hesabını yaparken, kitlenin psikolojisi üzerine alıntıladığımız cümlelerimizi birbirimize al gülüm ver gülüm yaparken neler olmuş öyle… Oysa din sosyolojisini de ilahiyatçıların insafına bırakmayacak kadar ciddiye alırdık.
Şimdiii, geleneksel toplumların tipik özelikleri…diye söze başlayıp, Türkiye muhafazakar bir toplum, darbelere karşı ayaklanmaz diye devam edip ezberlerimizi güçlendirirken, modernizm ve post-modernizmin izlerini birbirinden ayırmaya çalışırken yani kısaca laboratuarımıza kapanmış kendi kafamızdaki toplumu iğdiş ederken dışarıda neler olup bitmiş öyle… E hani toplum sekülerleşiyordu, bu tekbirler de ne, bu ezanlar, bu sokaktakiler?
Aldığımız sosyoloji diplomalarımızı indirelim şu duvardan, rezil olduk gerçekten de. Okulu özetlerle bitirdiğimiz ortaya çıktı, sosyolojinin araştırma tekniklerini de kendi küçük örneklemlerimizde uygulamışız, sonra basmışız genellemeleri. Pencereden pencere muhabbet eden teyzelerin “bizim kaynın oğlu diyor ki…”sine denk düşüyor tam da tespitlerimiz, arkadaşım haklı. Laf arasında, Weber diyor ki , Durkheim'a göre diyerek perçinlerken fikirlerimizi, kesin geçtik post-modern döneme baksana herkes çok birey ,herkes çok anomik, herkes çok yalnız derken oluverdi herşey…
Kafa üstü çakıldık yığdığımız tüm tespitlerimizin üstüne. Gelin hep beraber özür dileyelim biz de; ülkemin bulunmaz hint kumaşları, sosyologları, sosyoloji mezunları, feylesofları. Bu hakikati gizleyemeyiz daha fazla; kandırıldık diyelim. Bize sosyoloji öğrettiğini sanan hocalar bizi kandırmışlar dersek inanırlar mı bize mesela ? Sosyoloji tarihini sosyoloji diye yutturmuşlar ondan bu sancılarımız. Oysa biz toplumdan haberi olmayan toplumbilimcilermişiz, diyelim.
Verilen eğitimi sorgulardım eskiden de. Not almaya yönelik, sınıf geçme hedefli sosyal bilimler eğitiminin sakıncalarını konuşurduk ama bu öyle bir şey değildi , bu çok apaçık bir yenilgiydi. Mesela metodolojik bilgim yerli yerinde olsa yine gam değil, araştırma yöntemlerim pırıl pırıl olsa yine bir yerden yırtmış olacağım. Ben işin tekniğindeyim, sayılar ortada, bu ayıp istatistiğin konusu diyeceğim. Ama sabah akşam anlamacı yaklaştığını söylerken, sayılar bazı gerçekleri örter derken yakalandım darbeye, düpedüz suçüstü, oysa anlayabildiğim bir şey de yok. Sosyolojinin sonuna mı geldik yoksa?
Ben indirdim zaten diplomamı duvardan ama yetmez, mahalle bakkallarıyla rekabet eden düşünce kuruşları da kapatsın kapılarını. Toplumu anlamaya çalışanlar, büyük iddia sahipleri toplum tarafından dumura uğratıldı. Kitlelerin aklı yoktu, kalabalığa karıştığında ilk kaybedeceğin şey akıldı hani? Akademilerin yüksek ve kalın duvarlarıyla çevrelenmiş o akıl, sokakta def eşliğinde ayı gibi oynatıldı. Geçmiş olsun cümleten. Ben yırtacağım yırtmasına diplomayı ama o ilk binde değilsen giremeyeceğin prestijli üniversitelerden mezun olanlar daha hınçla yırtsınlar. Taşra üniversitesinden mezun olmuş olanlarla denk tutulur mu kandırılmışlıkları?
Ben kapattım altı çizili satırlarla dolu kitaplarımı, dışarıda olan bitene ‘gürültü' muamelesi çeken, umursamayan ama utanmadan topluma çareler, reçeteler yazan kibirli aklın gömüldüğü toplu mezardan kendi beyin hücrelerimi toparlamanın derdindeyim şimdi. Topluma gitmeyene toplum kendini anlatmıyormuş meğer, açmıyormuş kapılarını.
Geleneksel Toplumlar….. diye cümleye başlayıp konuyu dayanamayıp “Türkiye gitgide içe kapanıyor, demokrasi oy vermeye indirgeniyor, ülke diktatörlüğe sürükleniyor ”lara getiren hocam, epey oldu görüşmeyeli, inşallah sıhhattesinizdir…
Yorum Yap