Cerablus'un yanına bir nar resmi çizdim. Henüz tam olgunlaşmamış ama parlaklığı ve güzelliği ile albenili bir nar. Sonra nar alev aldı birden; kırmızılığı koyulaştı git gide, ateşin bir narı çiğnerkenki sesini duyuyordum kulaklarımı sımsıkı kapatmama rağmen. Cerablus bir nar bahçesine dönüştü tahayyülümde...
Hareretle anlatıyordu:
Bir tren hattı düşün, bir tarafı başka ülke, öbür tarafı başka ülke. Nar bahçeleri var Zeyneb, fıstık bahçeleri, zeytin ağaçları...Tutuşmuş yanmış hep, havan topları ağaçları vurmuş ilkin, narları.
Telefonundan bir fotoğraf gösterdi; bir nar, üstüne sinmiş yanık kokusuyla öylece duruyor masanın üstünde...
-Anlatırken o anı yaşıyordu adeta, sesi titriyordu -
Sınırlar böyle tam da yüreğimizden zikzaklı bir hatla bizi böldüğü dönemlerde, bu adamın nar bahçesi de ikiye bölünmüş, bir tarafı Cerablus'ta bir tarafı Karkamış'ta kalmış. Evleri yanyana iki kardeş, aynı köydeki iki kardeş iki farklı ülkenin vatandaşı olmuş.Bahçenin ilk bölünmesinin hikayesidir bu.
Bahçenin ikinci bölümesidir bu !
Gözlerinde sanki nar bahçesi filizleniyordu yeniden anlatırken :
Cerablus'taki bahçenin narlarını unutursak eğer, bahçelerimizi bölenleri, bahçelerimizi yakanları işte o zaman yürüyen ölüler oluruz. Biz gazeteciler bunu yazmayacağız ne yazık ki, haber formatında iki cümle geçeceğiz en fazla. Nereyi kim almış, çatışmanın seyri, ölen, yaralanan var mı... Nar bahçesi Zeyneb, orda gizliydi oysa tüm şifreler.Lütfen bahçeyi sen yaz, iki kardeşi
Adamın kucağına doldurup getirdiği narlar tüm planları alt üst edecek kadar büyüktü gözümde. Ağzını açmış, gözü dönmüş büyük devletlerin öğüttüğü topraklarda deklanşörüyle, kamerasıyla kara dumanları çeken biz gazetecilerin ellerine bahçesinin olgunlaşmamış narlarından tutuşturan bu adamın bölüştüğü şey "insanlık"tı. İnsan dediğimiz varlık, talan edilmiş bahçenin, yarısı yanmış ağacın üstünde kalmış o birkaç nara ne kadar benziyordu o an.
"Yiyemezdim ki ben o narı" dedi. Sen de olsan yiyemezdin. O nar benim için bir pusula artık. Bir gün nefretim, menfaatlerim vicdanımdan vize alamazsa hakemlik edecek, ona bakıp "insanlık hüsranda!" diyeceğim. Narın kabuğunun altında intizamlı bir şekilde dizilmiş tanelerden utanacağım bir gün yerimi beğenmezsem, ayaklarımı yere vura vura yürüyüp kibirlenirsem.
O bahçelerde çocuklar çalışıyor, sabahtan akşama kadar iki çay iki kek siparişine denk gelen bir yevmiyeyle. O bahçelerde aylarca emek verip, gecesini gündüzüne katıp çalışan adam eğer bir akıllı telefon parasına ürünlerini satabilmişse " elhamdüllah, bu sene de aç kalmayacağız" diyor gözlerinin içi gülerek. Cebimdeki telefondan, sigara paketinden utandığım nadir zamanlardan biriydi.
Bu kanaatkarlık beni deli ediyor, evet ruhumu tırmalayan tatminsizliğimin karşısında nasıl da dimdik duruyor bu adam. Tek mahcubiyeti kendince bizi iyi ağırlayamamış olması. İnanç nasıl bir şeydi öyle, nasıl güçlüydü.Konforlu hayatımız biraz sarsılsa hemen "neden ben Allahım?" diyerek siteme başlarken, en zor şartlarda bile "elhamdülillah aç kalmayacağız" şükrüne sahip bu adam karşısında eridi tüm hoşnutsuzluğum. Çocuğun tekrarlayarak öğrenmesi gibi ben de şükrettim hala helak etmediğin için teşekkür ederim Allahım diyerek..
Yorum Yap